Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Güzel eski evleri, insanları, küçük sokakları… Hepsini anlatmak mümkün değil. Ve bir gün benim de eskiden di, diye başlayacağım cümleler bu kadar yakın mıydı? Zaman görevini yapıyor hiç durmadan yoluna devam ediyor. Ve arkanı dönüp baktığında çoğu hatıraların silikleşmiş, olduğunu görüyorsun. O da benim ilk öğretmenim olması ve de benim gözümde hayran olduğum ilk genç kız olması nedeniyle çok önemliydi. Çocuklukta ilk hayranlık duyduğumuz büyüklerimiz vardır. Benim de ilk hayran olduğum ve imrendiğim kişiler öğretmenlerim oldu. Şimdi Nisan ayının güzel günlerini yaşıyorum. Kapımızın önündeki ayva ağacının baktım ki çiçekleri solmuş. Hâlbuki ne güzeldi onlar. Pembenin en güzel tonları ile yaprakların o kendine has yeşili ile baharın en güzel habercisiydi. Ve ben o ayva ağacını her görüşümde eski bir türkü başlar içimde.”ayva çiçek açmış, yaz mı gelecek” Bilmeyenler varsa geriside “gönül bu sevdadan vaz mı, geçecek.” Ayva ağacını, her görüşümde ve bu türkü dilime düşünce işte yüzüme bir tebessüm geliverir. Köyümüze ilk öğretmen olarak gelişinde yanında babaannesiyle birlikte gelir. Hatırladığım kadarı ile babaannesi beyaz yüzlü sert görünüşlü ve çok sigara içen bir insandı. Bir gece babaannesini uyku tutmaz bu türkünün başını hatırlar gerisini hatırlamaz. Bir türlü uyumaz. Sabah ezanıyla birlikte dikilir başına “Ülkü çabuk uyan, “ayva çiçek açmış” gerisi neydi. Kızcağız” ne oldu, babaanne” . “Çabuk bu gece uyuyamadım, sabah kadar bir paket sigara içtim.” Ülkü abla türkünün devamını söyler. Babaanne “ oh, be”. “Gidip şimdi uyuyayım” der. Uzun yıllar her bir araya gelişlerinden bunu anlatır gülerlerdi. Daha sonraları o kasabaya geldi, bizde. Yaz günleri, Akşamüstleri bütün kasaba beklide ileri geleleri giyinip kuşanıp çay bahçelerine giderdi. Yazlık sinemalar ve herkesin yürüdüğü bir kaldırım vardı.Oraya yol boyu derlerdi, akşam vakti çoğunlukla oradaydı..Özenle giyinmiş herkes orada olurdu zaten yürüyüş yaparlardı.Tabii bu yola çıkıp yürümek özen isterdi.İşte benim ilk öğretmenim ve sonrasının, Ülkü ablası kendine ayrı bir özen gösterirdi.Küçük bir masa hatırlıyorum, küçük bir ayna.Aynanın hemen arkasında o zamanlar çok kıymetli olan kartpostal vardı.Bu bir Japon kızıydı.Hafif bir hareketle göz kırpardı.İlk inci kolyeyi de onda görmüştüm.Saçları kısa ve hafifçe alnına düşerdi.O zamanın modası kulakların önünden ay şeklinde hafifçe şekil verilirdi.Onunda saçları öyleydi.Deri kayışlı bir saati, papatyalı bir kumaştan dikmiş güzel bir takımı vardı.Her şeyi çok yakışırdı. O gece aynanın karşısında hiç de mutlu değildi .Bütün kolyeleri deniyor.”olmuyor, olmuyor işte” diye bağırıyordu.Bende aynanın hemen arkasından hayran hayran bir ona bir Japon kızına göz atıp duruyordum.Çenesinde bir beni vardı, dudakları dolgunca iri ela gözleri güzel bir kızdı.Zorluklarla okumuştu.Öğretmendi herkes yolda yürürken onu gösterirdi.Okuluna gitmek için kasabanın ortasından geçerdi ve onu görenler birbirine seslenirdi “ülkü öğretmen geçiyor.” Yıllar geçti o hiç evlenmedi. Mahallesinden avukat çıkan bir komşu oğlunda gönlünün olduğu söylenirdi. O da uzun zaman evlenmedi sonrasını bilmem. Engelleri neydi az çok tahmin ediyorum. Çok uzun hikâye. “Kim demiş ki kader senin elinde.” Şimdilerde, Ülkü abla çok hasta en son üç sene evvelsi gördüm. Aynı hanımefendiliğiyle tatlı tatlı iki laf ettik. Geçirdiği hastalığa rağmen hala güzeldi. Ben her bahar ayvalar çiçek açtığında onu hatırlayacağım. Ve aynanın karşısında güzel bir kız. Kasabaya geldikten sonra, erkek bir öğretmenim oldu. İkinci sınıftayım onunsa gözümün önünden gitmeyen fotoğrafı, bize keman çalardı.Ve kemanı çenesinin altına özenle yerleştirirdi.Tekrar tekrar aynı hareketi yapardı.Rugan ayakkabılarını hatırlıyorum, her zaman parlak kahverengi takımları ve hep masasının üzerine getirip kemanın çantasını açıp çene altına yerleştirmesi.Oda, kasabanın belli ailelerinden birinin oğluydu ve eşini hatırlıyorum.Kısa küt saçlı yuvarlak yüzlü.Öğretmenim beni çok sevdiği için fotoğrafımı istemişti .O zamanlar daha da kıymetli olmasına rağmen en güzel fotoğrafımı seçip evine götürmüştüm.Kapıyı eşi açmıştı tam yüzünü hatırlamasam da pembe bir sabahlıkla kapıyı açmıştı.Bir daha onu hep karşıdan görmüştüm. Bizim mahallenin biraz yukarısında kayınpederine gelirlerdi. Hafif taşlı sokaktan el ele tutuşmuş inerken görürdüm onları. Hafif gülümseyerek ve muhabbet ederek inerlerdi. Hafif yokuşlu yolu. Parmakla gösterilirlerdi. O bahsettiğim yol boyuna çıkınca. O zaman birkaç genç çift vardı. Ve dillere destan bir evlilikleri vardı. Benim çocuk dünyama da aklımda kalan buydu. Üçüncü sınıfta ben kasabadan ayrıldım. Yıllar çabuk geçti. Benim öğretmenimi arayıp sorma imkânım olmadı. Ama bir gün muhakkak göreceğim onu derdim. Müziği çok sevmemin sebebini bile ondan dinlediğim kemana bağlardım. Birkaç sene önce büyük annemi kısa ziyaretlerimin birinde. Büyük annem (onların deyim ile) kasabadan havadisleri verdi. Bir de ballandırarak anlatır ki. Yazık olmuş bir yetenektir bu konuda. İçime sıkıntı verdi bu sefer havadisi. O anlatır çoğu zaman bende pek kulak vermem. Ama bu seferki havadis canımı sıkmıştı.” Odabaşılardan, Nedim Öğretmen intihar etmiş” dedi Çok şaşırmıştım. Bu benim öğretmenimdi. Nasıl olur, diye düşündüm. Hemen gözümün önüne geldi. Keman çalışı. Masa başında gencecik bir öğretmen. “Nasıl, yani” diyebildim. Büyükannem devam etti haberlerine.”Karısı ile ayrılıyorlarmıştı, eşya yüzünden kavga etmişler.Oda sinirlenip bıçağı almış….” Dona kaldım. Yani bu anlatılan benim hayran olduklarım hep onları el ele hatırladıklarım mıydı. Hani onlar birbirini çok severdi, dillere destandı, onlar pırıl pırıl insanlardı. Hayat nereye getirmişti onları. Onu bu ölüme sürükleyen eşyamıydı? Yoksa asıl kaybettiğine mi tahammül edememişti. İşte hayatta her şey yalanmış dedirten bir şey. Hiç bu, yakışmamıştı benim güzel hatıralarıma. Ve silik zor hatırlanan hatıralar biraz daha kararıyordu. Kasabamızdaki çoğu şey değişmiş tabii. Benim içimde yıkılan evleri hep yaşıyor. O özel insanları tanımanın bana hayatta neler kattığını ve çok şanslı olduğumu biliyorum. Mahallemiz vardı. Ve mahallemizde yaşayan yaşlısının ve gencinin üzerimizde hep etkisi vardı. Zenginliğimizdi, o insanlar. Paylaşmayı ve hatır sormayı buralarda öğrendik. İyi ki benimde eskidendi, diye başlayan hatıralarım var. Ben yine, Nedim öğretmenimi hatırlayacağım. Küçücük bir siyah fotoğrafta hatıra kalan bayram hatırasında onu hatırlamamak mümkün mü..23 Nisan da bana beyaz bir gelinlik giydirmişti. Üzerine siyah pelerin. Ve beyaz güvercinleri vermişti, elime. Güvercinler örtünün altında ben bayram kutlamalarının yapıldığı meydana yürüyorum. O da İstiklal Marşını okuyordu. “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım” dediğinde ben siyah pelerini atıp güvercinleri de salmıştım, havaya. Belki özgürlüğün ne olduğunu o gün ilk orada hissetmiştim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Melika, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |