Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley |
|
||||||||||
|
Düşündü, düşündü. Anıları arasında kayboluyordu, bunalıyordu, yok oluyordu. Bir sıra pencereden dışarı bakmayı denedi. Cama yöneldi. Çok eski çiçekli perdesini araladı. Dışarısı sakindi. Kimsecikler yoktu. Biraz rahatladı. Sokak lambasına doğru çevirdi başını. Yağan kar epey hızlanmıştı. Sokak lambasının ışığında lapa lapa yağan karları görmek onu ürpertti. Eskiden çok severdi bu manzarayı. Hep hayaller kurardı geceleri, herkes uyuduğunda, pencerenin karşısında, yalnız başına. Her düşen kar tanesine bir hayal, bir umut yerleştirmişti. Kar tanesinin biri olabildiğince mutlu birini taşıyorsa bir diğeri çevresindekileri umutsuz gözlerle süzen bir dilenciyi taşıyordu. Biri ömür boyu birlikte mutlu yaşayacağı bir eşi, diğeri de hayatında istediği kişiyi bulamayan biçare kendisi. Çılgınca yaşayan ya da hiç konuşmayan iki aynı kişi. İçinde fırtınalar kopardı. Yapamadıklarını değiştiremediklerini hayallerinde yaşardı. Ama hep hayallerinde yaşardı. Hiç sevmemişti, sevememişti birlikte yaşamaya mecbur kişileri. Hiç sevmemişti kendisini, o zamanlar sahip olduğu kişiliği. Sadece kendisinden şikâyetçiydi. Kendisine kızardı hep onlar gibi olamadığı için. Onlar gibi konuşamadığı için. Dertlerini yalnızca karlara haykırdığı için. Sustuğu için. Hayallerinde sürekli konuşan bir kişi eksik olmazdı. Hep mutlu olurdu bu kimlikle. Ama sonra sessiz ve kendisini aşağılayan kendi gerçeği de boy gösterirdi. Kendisinden nefret ettiği bir süre hep mavi gözlü sarı uzun dalgalı saçlı güzel kız olma hayaliyle yaşamıştı. Her sabah bu umutla uyanırdı. Hep bir umutsuzluk takip ederdi bunu da tıpkı hayallerindeki gibi. Şimdi de bebek teniyle mavi gözleriyle gülümsedi, ellerini saçlarına götürdü. Saçları yalnız bıraktı onu. Bebek teniyse artık buruşmuştu, artık gözlerinden akan hüzün yaşlarıyla ıslanıyordu mutluluk damlaları yerine. Pencereden uzaklaştı. Masasına yöneldi. Odanın duvarlarındaki derin çatlaklar gözüne ilişti. Çok olmuştu boyamayalı bu evi. Bir zamanlar ne çok eğlenirdi evi boyama hazırlıkları başladığında. Kardeşine yardımcı olmadığı için kızar dururdu, kuzeninin beceriksizliğiyle alay ederdi. Çok gülerdi çok eğlenirdi. Sandalyeden düşer gene eğlenirdi. Yine kuzeniyle tatlı tatlı tartışırlar, şakalaşırlar, birbirlerine vururlar ama gene de gülüşürlerdi. Çok mutluydu o zamanlar. . Maalesef herkes uçtu, kaçtı gitti. Kimse yok artık. Kendine geldi. Yine masasının başına geçti. Lambasına baktı. Yazacağı bir şeyler aramaya başladı. Yine düşünmeye başladı. Kurtulamıyordu anılarından. Her an bir şerler hatırlıyordu. Ailesini çok özlemişti. Üniversite arkadaşlarını özlemişti. Aklından bir türlü çıkmıyordu yaşadıkları. Aşkları geldi aklına, türlü pişmanlıklarla. Bazen hayır demişti düşüncesizce, bazen de mantığınca. Ama hep hayır demişti. Asla hayır diyemeyen bu kişi aşk konusuna gelince evet demesini bir türlü bilmiyordu. Aslında hayallerinde hep evetten yanaydı. Ama ağzı evete kapalıydı. Neden diye sordu kendine. Neden dedi lambasını tuttu ve fırlattı. Neden hiçbir şey eskisi gibi değil, neden ailem yanımda değil, neden beni canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım beni yalnız bıraktılar? Oysaki hiçbir zaman kurtulamamıştı bu nedenlerden? Hayatının büyük bir kısmında neden sorusu yatıyordu. Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle. Neden her şeyi bir nedene bağlamak istemişti yıllar yılı? Yalnızdı şimdi. Artık karanlıktaydı da. Sadece sokak lambasının ışığı giriyordu içeriye. Öylesine loştu ki odası. Hiçbir şeyi seçemiyordu. Gözlüklerini çıkardı. Her şey birbirine karışmıştı şimdi. Renkleri ayırt edemiyordu. Pencereye çevirdi başını. Lambanın ışığı silik renk değişiminden başka bir şeye benzemiyordu. Bir an durdu. Hayallerindeki ebemkuşağını hayal etti. Yemyeşildi her yer. Renk renk kelebekler, mis kokulu çiçekler vardı. Yağmur daha yeni durmuştu. Dallarında yapraklar su damlalarıyla tıpkı hayallerindeki gibiydi. Ağaçların arasından güneş gülüyordu ona, ışıl ışıldı her yer, ebemkuşağı da çıkmıştı. Çok mutluydu. Yakınındaki şelaleye koşuyordu kana kana su içmek için. O hep özlediği hafiften rüzgârı yaşıyordu artık. Suda kendini gördü, sarı uzun saçlı, mavi gözlü, bebek tenliydi. Suyun serinliğini yüzünde hissetmek istedi. Avucunu suyla doldurdu ve yüzüne çarptı. Sudaki yansımasına baktı son bir kez daha. Hayallerindeki kız onu yalnız bıraktı gene. Odanın ortasında dengesini kaybetti ve yere düştü. Yüzünde bir gülümseme beliriverdi. Sonsuza kadar öylece kaldı yüzündeki gülümseme… Funda, Ekim 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Funda Doğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |