Bir gün okula gittim. Okulun gri duvarlarının örttüğü düzenbazlıkları gözeneklerden sızmaya çalışır, veya sızar. Bir arkadaşa rastladım. Hamle sırası ondaydı. Beni görmezden gelerek istifini bozmadan yürümeye devam etti, yanımdan geçip gitti. Dışarı çıkıp bir banka oturdum. Aceleci ruhum hiçbir şeyin farkına varamıyordu. Martılar alçaktan uçup denize pike yapıyorlar, çok usul devinimlerle kanat değiştirerek ağırlık aktarıyorlardı. Deniz okulun duvarları gibi gri, onlardan farklı olarak dalgalıydı. Aldatıcı bir dansla insanı bir tür melankoliye davet eder gibiydi. Yanıma biri oturdu. Martıları seyre daldı. Kalktım, içeri yürüdüm. Kantinden bir çay aldım. Çayın tadını çözümlemeye çalışmadım ama iyiydi. Kendime bir dayanak arıyor ve bulamıyordum. Okuldan çıktım. Her adım yeni bir başlangıçmış. Ama ben zorlana zorlana yürüyordum. Olduğum yerde durmak daha mantıklı geliyordu. “Okul bitti” diye düşündüm. Artık sık sık girip çıkmayacaktım. Elimdeki kâğıt ruloyu yere vura vura yürüyordum. Bir düşünce geçince aklımdan sallıyordum ruloyu. Birkaç kişiyle konuştum. Saati sordum. Selam verdim. Böyle şeyler. Deniz kenarına oturdum. Çay söyledim. Ayakkabının topukları vurmuştu. Çayımı yudumlarken bu acıya sığınmaya çalıştım. Saçma bir davranıştı tabii.