Dilerim, tüm yaşamınız boyunca yaşarsınız. -Swift |
|
||||||||||
|
Birde baktık ki,gecenin karanlığında otelin resepsiyonunda herkes ayaktaydı. Bu insanlar gece otele geldiğimizde de buradaydılar; öncesinde gün içinde çek-in yaparken de.! Çinli’lere has bir kibarlıkla utangaçça selamladılar bizi. Otel bir grup yaşlı insan tarafından işletilmekteydi. Ama onlar hiç uyumazlar mıydı? Yoksa ebedi gençliğin sırrını çalışmakta mı bulmuşlardı? Dışarı çıktığımızda yağmur hala devam etmekle birlikte hızını kaybetmişti.Şafak sökmek üzereydi. Zaten Ekvator enlemlerinde gün batışı ve gün doğuşu şaşılacak derecede kısa sürede olurdu! Otel kapıcısı harikalar yaratıp bize taksi bulmayı becerdi. Yollarda okul çocukları şemsiye tutan büyükleri ile birlikte araç bekliyor-lardı.Eşim çocuklara el salladı,kendi çocuklarımıza selam yollarcasına! Daha sabahın körü. Okul için, ne kadar da erken bir vakitti? İstasyonda bir büfeden kahvaltı yerini tutacak,kraker,kek türü birşeyler satınaldım.Büfedeki radyoda Kuran okunuyordu.Bir kenarda oturup,peron girişindeki demir parmaklıkların açılmasını bekledik. Nedense, Tren istasyonları hep birbirine benzerdi; Fransa'da,Hollanda'da,İtalya'da, hatta Türkiye'de. Ve sabah saatlerinde garlar, her zamankinden daha kasvetli soğuk ve yabancıdır! -Singapurda bile!-.. Bu duygu, gümrükten geçip, trenimiz kalktıktan sonra da devam etti; trenlerin de, tren çalışanlarının da hep birbirine benzediğini gördük.Ütüsüz kahverengi,gri üniformalar;deforme olmuş siperlikli kasketler, karşıdan gelen trenlerin beklendiği ıssız ara istasyonlar! Singapur adası dar bir boğaz üzerinden bir köprü ile anakaraya bağlanırdı.Trenin ağır ağır gectiği köprünün diğer ucunda çamurlu bir sahilin kenarında, Malezya'nın Johore Bahru şehri bulunmaktaydı. Şehrin ekonomisi Singapur'a fason mal üretmeye yönelik olup, uçaktan Singapur meydanına doğru yaklaşırken, Johor denizinde de kültür balıkçılığı yapıldığı görülürdü. Singapur'da,Çin mutfaklarında tüketilen karideslerin bir bölümü herhalde bu sahillerde üretiliyor olmalıydı.. Daha önceki bir gezimizde uğradığımız bu şehirde; bizi gezdiren bir şöförü hatırladım. Malezya birliğini oluşturan Sultanlıklardan birisinin, sarayını dışarıdan göstermişti. Sultanlık düzenine karşı yoğun nefret taşımakta ve onları asalak ve gereksiz bir kurum olarak görmekteydi. Sonraları, bu adamın bunca yoğun muhalif tavrına rağmen, Malezya politik yaşamında niçin aktif bir muhalefet bulunmadığını düşünmüşümdür. Trenimizin Johor'u geride bırakmasıyla birlikte, dışarısının mamur görünüşü aniden kayboldu;yerini kırsal manzaralara bıraktı.Ama hayal ettiğimin aksine egzotik uzak doğu manzaraları yoktu.Ne saz damlı evler,ne yöresel giysili yerliler..Bunun yerine saatler boyunca biteviye,yeknesak; palmiye ormanları gördük yalnızca. Bu ağaçlar, yaprakları güneşte pırıl pırıl parlayan; Bağdat hurması ağaçlarına benzer, meyvelerinden yemeklik yağ çıkarılan yağ palmiyeleri idi. Komşularımızın konuştuklarından kulağıma çarptığı kadarı ile vaktiyle her yer kauçuk plantasyonları ile kaplıymış. Buradan her geçtiklerinde kauçuk ağaçlarının gerileyip, yağ palmiyesi ağaçları ile yer değiştirdiğini görmüşler. Söz koltuk komşularımızdan açılmışken, onlardan bahsedeyim: Seksenli yaşlarında iki İskoç. Delikanlı,neşeli. Sanki az önce bir bardan,çakırkeyif çıkmış gibiler.! Şakalaşıyorlar, şarkı söylüyorlar, palmiye denizini gördükçe de; durup durup, şöyle bir dörtlük söylüyorlardı: Palmiye yaprakları titreşirdi, Ay ışığı altında Gölgesi kumsallara düşerdi, Malaya' da Yaşlı adamlar konuşkan ve dost yaklaşımlıydı.Bize: <İkinci Dünya Harbinde Malaya' da ki İskoç Taburunda savaştıklarını,hızlı Japon ilerlemesinde esir düştüklerini, birisinin iki yıl, diğeri ise savaş sonuna kadar - hem de Kwai köprüsünde çalışan grup içinde- tutsak kaldığını, (bu arada arkadaşının Japonlardan torpilli olduğunu söylüyor!)> anlatıyor, uzun boylu olanı. Belli ki ısrar edip anlattırsak ne hikaye çıkacak! <Özellikle 1942 de tutsak taşıyan yük katarlarındaki yolculuğumuz da, dahil olmak üzere!> ( kahkahalar!) Sonra şarkılarını sonuna kadar okudular.Anlaşılan,savaş esnasında insanlar savaşın acımasızlığının,kötülüğünün,çirkinliğine tezat; çok duygusal,yumuşak şarkılar sevmişler.Batı cephesinde her iki tarafında bayıldığı Lili Marlen şarkısı da böyle değil miydi? İşte İskoç taburunun şarkısı da en az onun kadar duyguluydu.! İki arkadaş Kuala Lumpur' da bizimle vedalaşırken başlarına savaş yıllarından kalmış İskoç berelerini geçirip,bizimle öyle vedalaştılar..Çok kibarlardı! Otelimize yerleştikten sonra hiç gecikmeden,şehri keşfetmeye koyulduk. Kuala Lumpur sanki çölde bir vaha ,sanki yapay bir dünya gibiydi. Bütün Malezya'nın ekonomik gücü sanki bu şehirde konsantre olmuştu. Şehrin dışında ülkenin manzarası en azından ülke topraklarında beş saatlik tren yolculuğunda gördüğümüz kadarı ile hiç de gelişmiş bir ülke izlenimi bırakmıyordu.Bitmek tükenmek bilmez yağ palmiyesi plantasyonlarından başka bir şey görmemiştik.Her hangi bir ekonomik hareketlilik,sanayi tesisi,yollar,köprüler, hiçbir şey.Sadece uykulu ve mamur olmayan bir iki köy yerleşimi görmüştük. Öyleyse Kuala Lumpur' daki Singapur'la yarışan gelişmişlik görüntüsünün kaynağı neydi? Bu konu beni meraklandırdı ve sebebini sonradan buldum. Şehirde belli başlı bütün büyük otel zincirlerine bağlı oteller vardı.Sayısız alışveriş merkezinde tanınmış markaların satıldığı mağazalar, ekonomik krizin sona ermekte olduğunu gösteriyordu. Alışveriş merkezlerinde,mini etekli Çinli kızlar ile kapalı Malay' lar tezat oluşturmaktaydı. Anlaşılan komşu Endonezya'nın aksine yerli ırklar ile Çinli' ler arasında toplumsal barış vardı. Şehrin sembolü olan ve dünyanın en yüksek binasını yapmak iddiası ile yapımına başlanan Petronas ikiz kuleleri, daha bittiği sene birinciliği Chicago'daki bir yapıya kaptırmıştı! Gece indiği zaman, özellikle birbirine ortalardan bir yerden köprü ile bağlanmış yapıların ışıl-ışıl görüntüsüne doyum olmuyordu. Giriş kapısı yönündeki parkın sonuna kadar birkaç yüz metre gitseniz bile; boynunuz ağrımadan binaları ayakta seyretmeniz mümkün olmadığından, diğer insanların yaptığı gibi, sırtüstü uzanıyor; bu şekilde ikiz kuleleri, solundaki TV kulesini ve çevredeki diğer çelik, beton, granit ve cam yapıları seyrediyordunuz. İkiz kuleler açıkça prestij göstergesi olup,yapımcısı 'Petronas'ın, ülkenin ulusal petrol şirketi ve bütün bu zenginliğin kaynağının da, Borneo (Kalimantan) adasının Kuzeyindeki petrol yatakları olması gerektiğini, sabah odamızın kapısına bırakılan gazeteyi okuduktan sonra anlamaya başlamıştım. Şehirde kolonyal ve uzakdoğu atmosferini hissedebileceğiniz yer Çin Mahallesi olmalıydı.İncik boncuk,taklit saat ve geleneksel Çin tıbbına ait ilaç satıcılarında oyalandıktan sonra, akşam saati ile trafiğe kapanan dar caddelerde sokak satıcılarından Çin mutfağına doğru maceralı bir yolculuk yapabilirdiniz.Ama yerel mutfağı tatmadan da olmazdı! Mangal yelpazeleyen seyyar satıcılar, tanınmış Malay kebabı satay hazırlıyorlardı sıcak sıcak.Şekerli bir sosla muamele edilmiş olan, kuzu veya tavuk etinden çöp şişler; fıstık ezmesinden yapılan bir sosa bandırılarak, yanında sıkıştırılmış pirinç lapası ile birlikte yenirdi. Bu pirinç lapası- yerel adı her neyse-yağsız ve tuzsuz haşlandığı için bizim ağdalı damak tadımıza göre çok yavandı ve ancak soya sosu dökülerek, yenilir duruma geliyordu. Kibrit kutusu büyüklüğündeki bu nişasta blokları, palmiye yapraklarından örülmüş minicik şık paketler içinde sunuluyordu. İklim aynı Singapur gibi sıcak ve nemli ekvator iklimiydi.Belki nemlilik Singapur’a kıyasla biraz düşük olabilirdi.Isı ortalamasının 32 derece olduğu yazılmaktaydı. Son olarak,şimdi düşünüyorum da,-otelleri dolduran işadamları veya ucuz alışveriş keşfeden turistler farklı düşünebilirler ama - Kuala Lumpur benim için nihai bir varış noktası, bir hedef olamazdı,sadece bir yerlere doğru giderken uğranılan bir kent olurdu belki! (Kim bilir; acaba kısa süreli kaldığımızdan, şehrin ilgi çekici yanlarını keşfedememiş olabilir miydim?) Temmuz 2000
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cengiz Özder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |