Turuncu bir sonbahardı yaprakların yerde uçuşarak dans ettiği.Ağaçlar kılıçlarını çekmiş var gücüyle rüzgarlarla çarpışıyordu ve tam bu fırtınanın ortasından çıkıp sen geliyordun.Bir elinle rüzgarın çekiştirip almak istediği şalını tutarken diğeriyle ''ben burdayım,geldim'' der gibi işaret yapıyordun.Haindi rüzgar seni beklerken;yüzümdeki kanları belli bölgelere toplamıştı ama hissedememiştim bunu içimdeki yangından.Çünkü sen geliyordun içimdeki yangını başlatıp giden ve söndürmek için geri dönen sen...Yüreğinin hep gizli kalan kısmındaki o tatlı duyguyla şalını boynuma dolamıştın bir anne şefkatiyle.Turuncu bir sonbahardı yaprakların yerde uçuşarak dans ettiği turuncu bir sonbahar akşamıydı.Dalgalar büyük bir hırsla döverken sahilleri bu akşam bizim son akşamımızdı.Gidiyordun hem de beni bana emanet ederek,yine aynı yerde aynı saatte akrebin yelkovanı kovalamaktan yorulup durduğu yerde buluşacaktık oysa o gün biz kelimesinin dudaklara veda ettiği son günümüzdü.Ve o günden sonra ağaçlar hep yapraklarını döküyor savaşmadan,rüzgar alabildiğine hırçın eserken o turuncu sonbahar bana inat terk etmiyor bu kenti ve eğer ki bir gün gelirsen beni unuttuğun yere git,bıraktığın o şalı altında oturduğumuz çınar ağacının dallarına bağladım.Çünkü o çınar senden daha fazla rüzgara karşı koyarak unuttuğun sevdamızın bekçiliğini yapıp izlerini taşıyordu gövdesinde...