Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
(Bir Acı Hayâl/Bir garip rüya) Köye yaklaştıkça heyecanlanıyordum. Sık sık adını duyardım ama bir türlü gitme imkanım olmamıştı. Hep merak etmişimdir. Geçip gitmiş insanların izlerini aramış, izlerini bulmuş, yüreğimi burkmuşum. *** Eski bir Rum köyü. Köy kahvesi eski bir yapı. Çardağı, havuzu ve plastikleşen zamana inat; ahşap, gergicekli sandalyeleri. Sandalye dediğin biraz oynak olmalı, düşerim diye korkmalısın veya yaylanmalı arada bir. Az biraz da rahatsızlık vermeli / ki rahat olmayasın, eğleşip kalmayasın. Evler farklı. Bildik betonarme evlerin yanında birer biblo gibi duran Rum evleri “Biz halen ayrışamadık, halen birlikte direniyoruz zamana karşı” diye bağırıyorlar ve ben ülkem ve onu bir zamanlar yönetenler için utanıyorum duvarlarına bakarken. Binlerce gözle gözlerime bakıyorlar gibi hissediyorum, gözlerimi alıp bu evlerin görmediği, göremeyeceği yerlere kaçırıyorum. “Ne alırsınız?” Diye soruyor kahveci. Duyuyorum, duymuyorum. Bir süre sonra soruyu diğerleri için yineliyor. Çay, soda, gazoz v.s. Ben hiçbir şey almıyorum. Kimler oturmuş buralarda? Kimler neler anlatmış? Nasıl gülüşmüşler kahkahalarla, nasıl hüzünlenmişler susarak. Ve nasıl sessiz kalmış burası? Koruk limonatası içerdim mutlaka diye geçiriyorum içimden. Böyle ekşimsi parmak üzümler sıkılıp içine birazda şeker atıldı mı ne güzel olurdu. Böyle küplerin içinden, serince. Evet Rum kahveci / Adı Yannis olsun./ Yannis bana koruk limonatası getirirdi. Sahi ona da amcamı derdim? Dayı veya. Rum bir amca yada dayı nasıl olurdu acaba? Albert abi geliyor aklıma, asker arkadaşımdı. Epey geç gelmişti askere, bense daha çocuk denecek yaşta. Dayıma benzetirdim Albert abiyi. Ne yapıyor acaba? Yannis beklide benim yaşlarımda olurdu kim bilir? Yannis geliyor asmaların arasından elinde domino taşları ile. Gülümseyip geçiyor duvarların içinden öteye, bir başka aleme. “Hiçte gülümsemedin giderken Yannis, Yani o zaman, Yani dönmemek üzere gidişinde, Yani seni kovduklarında, Şimdi gülümseyip geçtin, yürek kıpırtımı mı duydun Yannis? İçimin ezildiğini mi?” Bardaklara uzun süre dokunan kaşıklar sinirimi bozmuştur hep. Zeybek diye seslenilen katil suratlı adam delicesine karıştırıyor çayını. Ortalıkta dolaşan, oyunlar oynayan kızlı oğlanlı ufacık çocuklar kaçışıp duvarların içine giriyorlar. Kızıyorum, kızgın bir yüz ifadesi ile bakıyorum adama. Tekrardan köye dönüyorum yüzümü. Dut ağacı niye ağlıyor ki? Dut ağacı çalıyor gözlerimi. Sabahmış, erkenmiş, gün yeni doğmuşmuş. Yannis sandalyelerini düzeltiyor kahvesinin. Göz göze gelip gülümsüyoruz. Ortak bir yol buluyoruz Yannis’le; Gülümsemek. Bir masa getirip koyuyor önüme, sonra bir bardak kırmızı dut şerbeti. “Hiç sevmem tadını be Yannis…” İnce bir ses rüzgar gibi deyip geçiyor. İnce, kadife, yumuşacık. “Kalimera” Kız gülümsüyor. Bir şeyler söylüyorum, bir şeyler söylüyor, ikimizde anlamıyoruz. “Me lene Eftelya” İsmi olmalı. Gülümsüyorum yine ve ismim harf harf dökülüyor dudaklarımdan. Dutların arasında harfler görüyorum. Eftelya topluyor harfleri, masamın üzerinde birleştirip ismimi okuyor. “Kalimera Eftelya” Diye sesleniyor Yannis. Kız ona doğru dönüyor “Kalimera Yannis” Dönüp Yannis’e bakıyorum. Yannis suratını asmış, kızgınca. “Biraz önce göz göze gülümsemedik mi biz Yannis?” Sıkılıyorum, dut şerbetinden bir yudum alıyorum. Kan tadıyor. Kan tatmıyor, bu düpe düz kan. Kim koydu önüme bu çayı? Kaç sigara içmişim ben? Yannis nereye kayboldu? .......... Küsmüşük. *** “Kalkalım mı?” Diyor bir ses. Kalkıyoruz. Eğleşip kalmak için rahat sandalyeye gerek yokmuş demek ki. Rahatsız olunca da eğleşip kalırmış insan. Sokakları asfalta kirletmişler. Köyün dışına, yamaca doğru sokağın sonunda el yapımı yol var, uzayıp gidiyor. İnsanlar gidiyor, insanlar geliyor. Az önce kaybolan çocuklar fışkırıp çıkıyor duvarların içinden, ağaçlardan, çiçeklerden. Elimi uzatıyorum elimi tutuyorlar. Elimin içinden serinlikler geçiyor. Az önce çayını karıştıran adamın çayı tazelenmiş, kaşığını bardağa daldırmak üzere. Önce ben, sonra tüm çocuklar ellerimizle kulaklarımızı kapatıyoruz ve gülüyoruz deli gibi. Adam bize bakıyor, karıştırdıkça karıştırıyor çayını. Biz güldükçe kızıyor, kızdıkça karıştırıyor. Biz daha da gülüyoruz. Sonra patlıyor adam, kargalar üşüşüyor. Biz halen gülüyoruz. “Zeybekis öldü” Diye bağırıyor çocuklar.”Uyan narkisos” Nede güzel koktu, nergis zamanı geçeli epey oldu oysa. .......... İlk baharmış çocuklar. *** Bir evin önünden geçiyorum. Alıkoyamıyorum kendimi, duvardan içeri giriyorum bir kadının peşinden. Ufak bir odaya giriyor, duvarda bir istavroz. Ben peşinde. Annem de odada, seccadesi, tespihi elinde. Kadınla bir şeyler konuşuyorlar. “Anne sen Rumca bilmezdin ki.” Benim odaya girmiş olduğumu görmüyorlar, ben onları görüyorum,duyuyorum ve dokunuyorum hatta; Güle değmiş gibi ellerim. Ezan okunuyor, çan sesi var. Bembeyaz kırlangıçlar uçuşuyor. İçeride bir sofra. Annesi bilirmiş acıktığını ve et sevdiğini. /Geleceğimi söylememiştim ki./ “Bu ne anne?” “Praso” Diyor diğer teyze, zeytinyağlıymış. “Ben hiç pırasa sevmem ki anne.”.. ” Eftelya, sen ne zaman geldin?” Hiçbir şey söylemiyor bana “Me sighorite” diye pırasayı alıp et yemeği koyuyor önüme. “Hayır, kalsın” diyorum. Yine o mahcup gülümseme, sonra tül olup sallanıyor pencereye vuran rüzgarda. Ağzımda pırasalar büyüyor. “Yemekleri değişelim mi Yannis, hem sen et sevmezsin.”. “Ohi” Diyor. Anlıyorum. Abimin yıllar önce, çocukken bacağıma sapladığı çatalın yeri kaşınıyor. Annem gebe karnını elliyor dışarıdan, Yannis’in saçları okşanıyor. .......... Kardeşmişik. *** Bir araba sesi; İğrenç. İrkiliyorum. Ben nal seslerine yatırmıştım kulaklarımı. Sonra beton evler birer canavar olup yutuveriyorlar şirin Rum evlerini. Ağızlarından gülhatmiler çıkıyor dışarı, gözlerinden sardunyalar. Saçları asmalardan. Belki şirin ama yinede canavar. İçine girmek istiyorum, vazgeçiyorum sonra. Arkadaşlarım gitmiş, peşlerinden adımlarımı hızlandırıyorum. *** Ben bu adamların birini gelişinden tanıyorum. Koşuyorum, bir perdeyi delip geçiyorum. Adam mı uzuyor, ben mi kısalıyorum? Dizlerine sarılıyorum, şımarıyorum. Yüzüme bir ıslaklık deyiyor; Balıklar. Babam balıktan dönüyor arkadaşıyla. “İyi balık yakaladık Hiristo” Başını sallıyor Hiristo. Akşama mangalı yakacaklarmış, yanında türlü mezeler ve elbette rakı.” Gramofonu da kurduk mu” Diyor Hiristo. “Yok be Hiristo, iki kadehten sonra kendimiz söyleriz.” Ateşe odun taşıyorum. Amcamın anlattığı hikayelerden biri ; Ayn-i zeliha efsanesi ; İbrahim peygamber geliyor aklıma. Önce korkuyorum sonra gülüyorum. “Ben kimseyi yakmayacağım ki” Ama gün gelecek Nemrut bu köyleri yakacak! Mangal közleniyor, kadınlar meze taşıyor, babam balıkları diziyor mangala. Bardaklar bir birine dokunuyor, biraz sonra bir daha…. Bir kemençe inliyor hafiften, babam hicaz bir Rum şarkısı söylüyor. “Ölürsem derin sulara atın beni, Bedenim kayık olsun, ellerim kürek Rumba rumba rumbala Anlayamam nedendir bana derman ararsın Tabiplerden derman bulmaz bu yürek” “Çok yaşayasın” Diyor Hiristo amca. 47 yaş çok mu oldu Hiristo amca? Demek ki seninde aran iyi değilmiş tanrı ile. Hiristo amca üçüncü kadehten sonra Kürtçe bir kilam söylüyor. “mem naçar ı ji heyşete dı çu dur / mem çaresiz, insanlardan uzağa giderdi/ hemder ı dı bu dıgel şete kur / derin nehirlerle dertlerini paylaşırdı/ ki: ey şıhbete eşke mın rewane / ey benim göz yaşlarım gibi dökülen nehir/ be sebr u sıkuni, aşıqane /ey aşıklar gibi sabırsız ve sükunetsiz nehir/ be sebr u qerar u be sıkuni /sabırsız, kararsız, sükunetsizsin/ yan şıbhete mın tu ji cinuni? /yoksa sen de benim gibi delimisin?/ Sende çok yaşa Hiristo. “Tanrı ile seninde aran pek iyi değilmiş baba. Baksana Hiristo amcaya darmadağın oldu. Çok yaşasa ne fayda?” Hem kürtçeyi nasılda öğrenmiş, ben bile bilmiyorken. Sonra bir kez daha tokuşturup bardakları Münir Nurettin söylüyorlar birlikte “Gül yüzünde göreli zülfü semen sây gönül, Kara sevdaya yerler bi-ser-ü bi-pay gönül Demedim mi sana bana dolan ay gönül. Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül ey vay gönül. Yar yalalelli, dost yalalelli….. Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim, Payimal eyledi ol zülf-ü semen-say nidelim, Kul edinmez ki güzeller bizi illa nidelim” Gülüşüyorlar beraber. Dostluğa kalkıyor son kadeh, kardeşliğe ve nice güzel günlere… .......... Dostmuşuk, güzel günlere inanmışık… *** Araba ha bire korna çalıyor. Arkadaşlar dönmüşler. Sandalyeden hiç kalkmak istemiyorum. Köyün kıyısına geliyoruz, arabayı durdurup aşağı iniyorum. Biraz daha aşağıda deniz ayaklarının altına geliyor insanın, oraya kadar yürüyorum. Masmavi…. Körpe bir zeytin fidanı Eftelyaya dönüşüyor birden, ellerimi tutuyor…. Ama gitme zamanı… “Avtio Eftelya” Diyorum, “Hoşça kal” Diyor Bir kelebek havalanıyor… *** “Foçaya iniyoruz” Diyorum, “Canım balık ve rakı çekiyor, kulaklarım Rum sirtosu” “Mesaideyiz” Diyor arkadaş. “Daha var” Diye yanıtlıyorum. “Mesai başlamadı ki. Ben henüz 1900 lerin başındayım.” *** Ne Türk, ne Kürt, ne Rum, ne Laz…. Başka bir şey nede… İnsanmışık…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © asivemavi36, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |