Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz. -Maurois |
|
||||||||||
|
(Yaşadığı Coğrafyayamı benzer İnsan) I …kışlar turuncu olurdu doğduğum kentte…sonbaharlar turunç koktuğu için olmalı… …ekmekler temizdi o zamanlar…dostluklar temiz ve yüreklerde dupduru yıkanır öyle çıkardı selamlar…insanlar daha temizdi…ve bu kadar paha değildi sevgiler…karşılıksızdı… bedava… …bir kışı orta yerinden ikiye kırıp ayrıldık doğduğum kentten…hani içinden su geçen ve iki parçalı kent var ya…güneyde bir yerlerde… …her göç edişlerde tuzlu gözyaşları bırakırdık kentlerde ve yüreklerde acı… …adını koyamadığımız duygular kalırdı arkamızda kentten kente geçerken zorunlu tayinlerde…aslında ekmeğimiz göçermiş ve bizde peşi sıra… …kalabalıklar olurdu yolcu etmeye gelen…kadınları anımsıyorum başörtülerinin uçlarına doldururlardı gözyaşlarını… hırsız gibi kimseye göstermeden…yada biri görecek telaşıyla…aceleci biraz… …birileri …”bizi unutmayın...adresinizi yazın bize” sözlerine sarılı paket paket sigaralar koyarlardı çantasına babamın… elbette unutulmazlardı…(ki bana öz adımı (feridun) veren kadının bana verdiği kaşık ve porselen bardak uzun yıllar kutsi bir emanet gibi saklandı)… …bir saatin ayrılığa vurduğu gibi çalınca o korkunç siren… …eyvallahlar ağızdan zorla çıkardı…ve ondan dahada zor güle güleler… …erkekler gözyaşlarını içermiydi ne… … kadınlar kendilerinden çaldıkları gözyaşlarını en hayasız halleriyle salardı ortalık yere uğultular içinde… galiba bilirlerdi…gidenler hiçbir zaman ………………………………………………. …ve biz çocuklar hem gitmekten korkardık…hem kalmaktan…etekten eteğe sarılıp dururduk… (o zaman birbirimize sarılmayı tanımamıştık daha…) …bizim gözlerimizde bırakmayın… …onların gözlerinde gitmeyin…anlamlı bakışlar vardı… …suskun…harflere dönemeyen bakışlar… …o zaman eyvallah larda temizdi…güle gülelerde…ve her kes birbirini yüreğindeki allaha ısmarlardı… …tren yorgun tekerlerini uyuşuk bir ayak gibi oynatırken usuldan…simsiyah bir duman püskürtürdü bacasından…fark edilmez…seçilmez olurdu ondan daha kara yürekler içinde boğulup giderdi… …son elvedalar saçılırdı camdan aşağı her kesin payına düşen… …ufacık ellerimi çektiğimde camdan ufaldıkça ufalmıştı el sallayan kocaman yürekli komşular… …bir gölge gibi geçiverdik pamuk işçilerinin bir lokma temiz ekmek için ellerinden et parçalarını bıraktığı ıslak pamuk kozalarının içinden…bir gölge gibi…bir çukurova dan… …bir hallaç umarsızca çırpmıştı o kentte geçen yılları… …bir hallaç çocuk hatıralarımı… …bir hallaç süt annemin genzimdeki süt kokusunu… …………………………………… II (Ayrı dilde konuşup aynı dilde ağlayan ve aynı dilde gülenler) …girilirken o en uzak kentin sınırlarından… ilk yerleşim bir orman kasabasıydı…(teyzemin oturduğu yer)… camdan dışarı bakıyorduk…ilk göreceğimiz kadına teyzem derdim…kasaba derin uykusunda olmasaydı eğer...yüzünü görmediğimiz teyzemizi ararken…el sallayıp geçtik sanki oradaymış gibi… …ay ışığında sarıya çalan beyaz dağların ve ovaların içinden geçip gittik… …yine ağlayarak karşıladı insanlar bizi…bu kez gözlerinde gülücük… adlarını bilmediğim… tanımadığım akrabalarımız…sevgi bezeli hoş geldiniz…ler… …ay ışığı giyinmişti o en uzak kent…ve soğuktu… …atların çektiği ahşaptan araçlara bindik tekerleksiz…düzdü altları…nasıl giderdi…(ilk kayıp düştüğümde anladım bunu) kızakmış adı… …bir fayton vardı gaz lambalı gözlerini kırpıp duruyordu uzaktan…kopup geldiğim kenttekilerden… bir tanıdık…bir dost…koşup sarılasım geldi…babam gil bindi ona …arkalarında biz ve arkalarda eşyalarımız…sabaha karşısını yararak kentin…süzülerekten o yeni mahalleye… …sıcacıktı ev…ve çok kalabalık…ses sesin içinde boğuluyordu…eşyalar yerleşiyordu bir yandan acelece…üç ihtiyar kadının…üç koca ninenin koynunda bıraktım yorgunluğumu sere serpe…ayrı dilde konuşup aynı dilde gülen nineler…ve gelirken o kentten ayrı dilde konuşan insanlarda aynı dilde ağlamışlardı…(ve ben çocuk beynime o gece kazıdım sevincin ve acının…gülmenin ve ağlamanın tek dilde olduğunu…) …garipti…güneş doğmamıştı kente…aydınlıktı oysa…beyaz beyaz minicik kelebekler uçuşuyordu… döne döne konuyorlardı yere…kıyamet yeri gibi kalabalıktılar nasılda üzerine basmadan geçerdi insan… …(“pamuk şekeri yağıyor” demişti abim…ağzına almıştı bir tutam…ben kıyamamıştım yemeğe kelebekleri… sonra “değil” demişti diğer abim…”bu başka bir şey…çok soğuk ama çok güzel…”)…kelebekler üşümüş ve ölmüş diye düşündüm…(iki abim soğuk algınlığının peşine takılıp gitmişlerdi… kelebeklere karışıp…ismini ve kimliğini bana bırakıp gitmişti biri…)üşümüştü kelebekler… …amcam “haydi gidiyoruz” dedi…daha büyük amcamların evine…iş vardı evde daha toparlanılacaktı…ayak altında dolaşılmamalıydı… …dikine keserdi sokaklar bir birini…caddeler dümdüz…cetvelle ancak bu kadar güzel ve düz çizer insan…planlı güzel eski bir gürcü-rus kentiydi…yüz yıllardan daha yaşlı dimdik..sağlam yapılı evlerin önlerini (sonradan adını öğrendiğim) akasya ağaçları süslemişti “ağaçlar neden beyaz açar..?.” dememle bir ağaca dokunmuştu amcam… kelebekler yağmıştı yine gökten…ölü ve soğuk… …tahtadan atları vardı çocukların… ufacık atları… …ellerinde koşturup bir müddet sonradan üzerlerine atladıkları… …rüzgardan kanatları… …çocuklar… yüzlerinde ayaz kızartısı…yüzlerinde üşümüşlüğe inat gülüşler… …çatılardan aşağı beyaz buz sarkıtları akardı duvarlar boyunca… uzun uzadı… …ve ben heykellerin üşüdüğünü ilk kez o kentte gördüm…soğuk…çok soğuk…din bilmez iman tanımaz… …aslında ateşe tapmalıydı o kentin insanları…ateş… sımsıcak… …bir köprüden geçtik…iki tarafında iki yay… demirden kocaman…altı mavimsi beyaz bir cam ve yine tahta atlı çocuklar ve demirden ayaklı insanların üzerinde pervasızca koşuşturdukları mavimsi beyaz bir cam…ve şaşkın bakışlarımız altında… “nehir” dedi amcam…”buz tutar kışları… yazları yüzerdik biz bu suda…bu köprüden atlayıp…”susuyoruz…”bu nehir kenti ikiye böler”… diye devam etti amcam…”geldiğimiz kent gibi”… ….geldiğimiz kent gibiydi evet… …doğduğum kenti…ve büyüdüğüm kenti bir nehir ikiye bölerdi… iki yakası bir araya gelmemişti iki kentinde… …ve ben… beklide bu yüzden…İKİ YAKASI BİR ARAYA ASLA GELMEYEN…SEVDALAR YAŞADIM …kim bilir… asi & mavi feridun
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © asivemavi36, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |