Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire |
|
||||||||||
|
Kaç yıl geçtiğini kendim bile unuttum,dedi Yavşan çiçeği rengi o çok eski şafak devrileli Aslında dündü -hayır hayır bu sabahtı Bin yıl geçti ama az önce geçen turna katarıyla bir Kaç yıl geçti unuttum o kadar çok oldu ki Ben bile anımsamıyorum -belki de şimdi Gerçi ölüp binlerce ölüp dirildim o zamandan beri Ağrılı yamaçlardan bir gün doğuyordu Kuşkusuz bütün mevsimler ilkbahardı Ve uzaklardan Bütün zamanlardan gelen Yurdu uzaklarda yolcuların söylediği türküler sana dairdi Eşiğinden girerken korkutucu bir sessizlikte Dinledim gecede kervan çanları gibi eskimiş kalbimi Bütün yollar senden başlıyor olmalıydı Bütün yollarda uzanan kıvrılan sonra bir ip gibi dolaşıp çözülmeyen hasretindi Kalbim kirmana sarılan çile yumağıydı- eskil kervancıların eğirdiği Bütün yollar seni arıyordu Hangi menzile varsan aslında bitmiyordu hiçbiri gözlerinin sahralarında kaybederken kendimi Sen ne bir menzilsin ne bir yer Sonsuz bir dünyasın içinde yaşanılan O zaman anladım ki Kaç yıl geçti unuttum işte o sarıpapatya seli şafaktan beri Belki de ben o sabahın gördüğü bir acıklı rüyayım Belki de yalnızca geçtiğin yolların en bahtsız hayaliyim Bir turnadan boşlukta kalan Ve sonsuza kadar yankılanan o kekre sesim Yaşanmış acıların öğrettiği bilgilerle konuşuyorum Savaşların sel baskınlarının yangınların Uzak sahillere çarpan fırtınalardan öğrendiklerimle Öyle mahzun kamışlığımla dağbaşı ıssızlarla Kaç bin yıldır zından duvarlarıyla yapılan konuşmalardan Aklımda kalanlarla Paramparça edilip Paçavralar gibi çiğnenen aşkların bilgisiyle söylüyorum Daha yarılmamıştı aramızda uzanan sevginin kınalı toprağı daha Gülüşler şak şak ayrılmamıştı Gökten yalnızca kuşlar gelirdi Hatta bildiğiniz kuşlardan başka Hasbıhal ettiğimiz turnalar Zümrüdü Ankalar ve simurklar gelirdi Güneş ay yıldızlar ve bulutlara bakmak Kuşları çiçekleri ve en çok da insanları sevmek ibadet sayılırdı Öyle bir dine inananlar Bütün Farklı dillerden konuşup anlaşabilirlerdi Çörek otları üzerlikler ve yeğin atlar üzerine edilirdi yeminler Kaç yıl geçtiğini ben de unuttum belki de dündü Belki de dün bile değil-şimdi Ben bile değildim Bir düştü her şey Ve o düşü gören aşktı Aşk öldü belki de ve biz Bilmeden onun bir ceset bırakmayacağını geride Aramaya çıktık onu zifiri karanlıkta Onu aradık Ölümcül yalnızlıklarla örterek içimizdeki yaresini Taşların altında kalan çiğdemin Yağmurlara hasretinden Kızılkıvrım bedenindeki isyanlarla konuşuyorum Çünkü zulumlar habersiz geldi Çok zamandır görmediğimiz bir ejderha suretinde Onun uçakları kapladı turnaların bulutların Sağanak küheylanlarla ve bıçkın türkülerle buluştuğu göğü Orada tanrının gülüşüne kan bulaştı sokakta oynayan çocuğun bomba düşmüş sinesinden devrildi Babil Kulesi Birbirimizin dilini anlayamaz olduk Demek ki aşkın öldüğü zaman o zamandı Unuttum bozkırlarda kurulmuş Türkmen obalarının alnına esen rüzgarın kakülündeki ipek Tam da orada yırtılmış olmalıydı Yörük kilimlerinin ortasında kırdılar sazını Karacoğlan’ın Unuttu Kürt bir mertlikte oturmuş dengbej Tam da sardığı tütünün ortayerinde anlattığı kıssayı Aşka tecavüz ettiler emperyalist bir acımasızlıkta ve çatladı yer Bakışların arasına sınır tellerini kim çekti Kim kırdı umuda uzanan çiçeğin gökyüzünü Parçalanmış kalbimin akıttığı yaşlardan öğrendiklerimle konuşuyorum Bilir misiniz ol zamanlarda Toprakla dertleşe söyleşe çift sürerdi rençberler Ve harman zamanı alıp avuçlarına ilk buğday tanesini Oğluna bakan bir ana Tayına bakan delikanlı Yarine bakan aşık gibi bakarlardı o tek buğday tanesine Ve yeniden keşfederlerdi hayatı Hatta bir seferinde yoksul bir adam Koşarak getirmişti o tek taneyi Demişti ki Bakın tam orta yerinde bir çizgi Tam ortasında bir kertik var bakın işte Yarısı benim yarısı senin demektir bu Tıpkı kalbim gibi İşte ben o adamın diliyle konuşuyorum Kaç yıl geçti-belki de geçmedi Bin mi desem bilmiyorum bakışlarımdaki kıvrımları sayın siz en iyisi Çünkü barış katledilince başladı bende bu yaşlanma Bütün yolların başlayıp bittiği aşka aittik bir zamanlar Sokaklarda insan cesetleri yatmadan önceydi Belki dün değil yarının bir yerlerindeydi unuttum Bir dal kırıldı da sarsıldı bütün yıldızlarıyla gökyüzü Ve kadınlar o zamanlarda Hamayılllar nazarlıklar takarlardı boyunlarına Tam da iki meme arasına değerdi ziynetleri Tam da orası Dönerdi bir zümrüt bahçesine Tam da oraya yıldızları takarlardı Çünkü aşkın yurduydu bütün maşuklar için yarin sinesi Başını oraya koyup bir an Yarin Gözlerinde ölmek ağır ağır Kuşkusuz yaşamaya değerdi Gözlerden akan kandan öğrendiklerimdir söylediklerim Zulum geldi ve sınırlar biçti cetvel hesaplarıyla Kim ayartıp verdi Ebrehe'ye Ebabilleri Bombalar yağdı tam da sinesine yarin Aşkın yurdu kan kesti Tam da gözlerinin eşiğinden geçmiştim Tam da çiçek açmıştı gülüş Anne diyordu bir çocuk Bir baba evine umudun somununu getiriyordu Bir çoban tam da sürüye otlak bir yer bulmuştu Akşamı bahar kokan şehirlerde Meydan ateşlerini saran aşk dindi Yağmur dindi Yeni bir kıssaya başlayacaktı dengbej Aşık sazına düzen vermişti Aşkın bir başka türküsünü söyleyeceği vakit Ebrehe’ye kim ayarttı ebabilleri O zamanlar aşktı insanın dini Sevgi ulusundan gelinirdi Ama on binlerce yıldır Zulumla savaş halindeydi barış Bilinirdi Sokağın ortasında çıldırmış çocuklar gördüm Deli bir umutsuzlukla sarsarak babalarının kanlı cesedini Bir hazin kar yağar ıpıl ıpıl bozkır yurtlarında ölüm sessizi Yanık ocak taşlarına kara bir hüzün yapışmış kalmış Ayın parçalandığında kolanlarını kırıp kaçan küheylan Kim bilir hangi dağda yılkılar kurmuştur şimdi Ve ağlar tan yıldızı düşerken mazlum gözlerine İşte öyle bir şeydir bir yurdun sahipsizliği Barış nidalarıyla bağrışan zebani orduları Ebrehe’ye kim verdi ebabilleri Yarin sinesine düştü bombalar Yüzüme sıçrayan kanın diliyle konuşuyorum Bütün gülüşler kirlendi Bütün bakışlar kirlendi İrin kapladı kentlerin kılcal damarlarını bütün aşklar kirlendi dün müydü yoksa yarın mı anımsamıyorum anımsayan ne varsa kestiler zulum neşterleriyle her gün yağmalanan kalabalıklar satılan yürekler sevdalar ve aşklar anasının cesedine sarılan çocuk ve taşların altında karanlığın kalbinde büyüyen bir çiçeğin kızılkıvrım gövdesinin açacağı çiçeği bekliyor şimdi 17.02.2008 adnan durmaz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |