Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Küçük bir mekanda köşede küçük bir masaydı. Küçük sarı ışıklar vardı, karanlık ve basık bir yerdi, ama sakindi kimse yoktu yan tarafta tavla oynayan iki sevgili dışında… bir müzik eşlik ediyordu devamında. … Üçü de güzel görünüyordu. Koyu kırmızı bir rujla mühürlemişlerdi dudaklarını, saçları salık ve uzundu hepsinin. Usulca çıkıp merdivenlerden o köşedeki küçük masaya oturdular. Susuyorlardı, gözleri ve yürekleri yorgundu hepsinin. Küçük gönül kadınlarıydı onlar, belli yürekleri aynı şey için kanıyordu hepsinin. Oysa büyüyeceklerdi. Daha ağır acıları yaşayacaktı küçük yürekleri. Haberleri yoktu bundan acılarıyla olgunlaşmaya çalışıyorlardı. Küçük bir sitem ediyorlardı kaderlerine. Her düştüklerinde birbirlerinin yüreklerini, yaralarını birbirleri sarmışlardı yalnız üç kişi değildiler onlar, ama o gün üçü oturuyordu o masada bir sandalye boştu. “Ne zaman canın yansa bu kadar derinden / sanırsın mümkün değil bir daha üzülmen” Üçünün canı da fena yanıyordu. Kusmak istiyorlardı içlerindekini ama susuyorlardı. Tekinin gözleri kapıda birisini bekliyordu sanki. Gelse ne olacaktı ki. Basıp çıkacaktı onu görünce. Ama bekliyordu işte … Asildi üçünün de gözyaşları akmıyordu, rimelleri aksın istemiyorlardı. Makyajlarıydı onları güçlü gösteren, yapılı saçları. Bir nevi maskeleriydi bu onların. Ondan bu kadar süslenmiştiler. Kendilerini biraz da olsun iyi hissetmek, güçlü göstermek için. Konuşuyorlardı kendi aralarında. -Niye ben, bunları hak edecek ne yapıyorum.. dedi. Sessiz biraz kırık. -Kimse hak ettiklerini yaşamaz ki. -Doğru. -Keşke bu kadar yalan söylemeseydi bana o kadar çok inanmıştım ki . … (Oysa ne çok yalan vardı bilmedikleri… bilmiyorlardı, inceden siteme devam ediyorlardı.) -İyi bir insan olmak yetmiyor işte bazen. (Derin bir iç çekti diğerleri.) … (Bilselerdi bilmedikleri yalanları, doğruları belki daha az üzülürlerdi yada daha çok kim bile bilir ki.) Bilinmeyenler miydi? Bu kadar canlarını acıtan yoksa bildikleri kadarı, yaşadıklarımıydı. Niye bu kadar güçsüzdü hepsi. ‘Keşke’ bu sözü sevmiyordu hiç biri. İyi ki dediler. İyi ki beraberiz. Alaycı bir gülümsemeyle güldüler kendilerine. Acınacak bir halde oturuyorlardı çünkü. Değer miydi? “Ne inat ne gözü kara ne dayanıklı yürek. / Acıyor aynı yerden her şeye rağmen” Bir daha canlarının bu kadar yanmayacağını düşünerek kalktılar o masadan. Öyle olmasını istiyorlardı çünkü. (Öylemi olacaktı. Bir daha canları aynı yerden yanmayacak mıydı? bilmiyorlardı.) “Ne akıl kar ediyor ne fikir o sırada./Biliyorsun geçiyor zamanla ama ne fayda” (Tabuları vardı hepsinin kurdukları. Arkasında durup yıktırmadıkları inatla direndikleri tabular. Ödün vermediler kendilerinden inatla ayakta durdular. Erken olgunlaştı her biri çocukluktan da renkleri bulaştırdılar en güzel yaşlarına utanmadan ulu orta elma şekeri yediler, salıncak sallandılar rüzgara inat, saçlarını iki kulak bağlayıp dolaştılar. Ama yapmadılar çocukça hataları. Küçük gönül kadınlarıydı onlar. Birbirlerinin sevdiği adamlara aşık oldular. Kırıldılar ama yüz çevirmediler birbirlerine. ‘keşke’ lafını hiç sevmediler. Hazırdılar her telefon çaldığında koşup gitmeye. Birlikte sevindiler her şeye mutlulukları oldu kocaman birlikte gülümsediler inatla. Sebepsiz birlikte oturup ağladılar. Mesafeler engel olmadı dostluklarına. Kıskanılan oldu dostlukları. Bitmedi devam etti her zaman ve devam edecekti çünkü gerçekti.) … Küçük mekanda ,köşedeki küçük masada, hani şu küçük sarı ışıkları olan.. o masada oturdular defalarca. Değişik yerlerde değişik bir çok masada. O gün Bir daha canlarının bu kadar yanmayacağını düşünerek kalkmışlardı o masadan. Öyle olmasını istemişlerdi çünkü. “Yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı / Alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı.” (Öyle olmadı çok yandı canları. Ama şunu öğrendi her biri, acıdır insanı olgunlaştıran ve her acının bir beden daha büyüğü vardır her zaman, acıları olgunlukla karşıladılar, yıkılıp o günkü gibi kullanmadılar maskelerini, eve kapamadılar kendilerini sinir krizleri geçirmediler biten aşkları için, ‘keşke’ demeyi sevmediler hiçbir zaman. Yaşanması gerekiyormuş ve yaşandı diyebildiler. Kendileri için mutlu olmayıda öğrendiler.) …ve küçük gönül kadınları büyüdü. Hala beraberler. Hala güçlüler, hala büyük acıtan acıları var. ve hepsi Kanayıp gül uğruna dikeni tutamayacaklarını öğrendiler. … Benimse dudaklarımda o zamanlardan bir şarkı kaldı . “Ne gelen anladı, ne giden olanı biteni / Adıyorum aşka geri kalanımı Suya söyledim gitti en son yalanımı. / Aşkında en hesapsız kitapsız olanını Yaşamazsam kara kaplıya kaydedin beni” ... Şarkı : (sezen aksu : herkes yaralı)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © çiğdem taş , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |