İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
(Окуджава: одинокий рыцарь с Арбата) Şubat ayının ortaları; Moskova en soğuk günlerinden birini yaşıyor. Önceden vermiş olduğum sözün gereği hanımı Moskova’ya davet ettiğimden, Pazar günü tatilinden faydalanarak Eski Arbat sokağına gidiyoruz. Arbatskaya metro istasyonunun olduğu taraftan değil de diğer yönden girdik. Gidenler bilirler; Eski Arbat sokağı Moskova’nın sanat caddesidir. Aslında bizim dilimize sokak olarak girdiğine bakmayınız, alışkanlığımız gereği sokak diyorum. Ruslar: “Ulitsa Stariy Arbatskaya” diyorlar. Eski Arbat Caddesi. Beyoğlu İstiklal Caddesinin bir benzeri ve orası gibi de araç trafiğine kapalı. Bu cadde, her gün yerli ve yabancı binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Keskin ayaza rağmen insanlar; her iki yönden akıyorlar. Yol boyunca her on - on beş metrede bir yol ortasına kondurulmuş yarım çadırdan derme çatma yapılmış hediyelik eşya dükkânları ve kara kalem resimler yapan ressamlardan geçilmiyor. Caddenin her iki tarafında da eski Rus mimarisi yapılar dikkat çekiyor. Kimisi rengârenk boyanmış bu binalar pırıl pırılken aralarda salaş yapılarda göze çarpıyor. Seramik, porselen ve sarı bakırdan enva-ı çeşit hediyelik eşyalar, ışıl ışıl parıldayan vitrinleri süslüyor. Gene cadde boyunca ve sık aralıklarla barlar, restoranlar, kafeler ışıltılı tabelalarıyla insanlara gel gel diyorlar… Satıcılar, nazik bir dille gelip geçenlere hediyelik eşya satmaya çalıştığı dükkânlarda en çok göze çarpan hediyelik eşyaların içinde: boy boy ve rengârenk matruyuşkalar yer almaktadır. Bütün satıcıların tezgâhında birinci derecede bunlar var. Bunun yanında çeşit çeşit şapkalar var. Lenin, Stalin şapkaları, Ekim Devriminden sonra Kızıl Ordu askerlerinin giydikleri ve daha sonra Sovyetler Birliği döneminde yine Kızıl Ordu askerlerine ait farklı renklerden oluşan, günümüz Rusya Federasyonu asker ve polislerinin şapkaları ve paltoları. Boy boy semaverler. Çeşitli boy ve renklerde oyuncak ayılar, yani “medvedçik”ler… Biz, bir matruyuşka takımı satın alarak yürümeye devam ediyoruz. İlginç olan o kadar çok şey var ki; nelere dikkat edeceğime, neleri kafamda not etmeye çalışacağıma karar veremiyorum. Biraz daha yürüyünce sokağın orta yerinde küçük bir alan ve bu alanda dimdik duran bir anıta rastlıyoruz. Herhangi bir kaide olmaksızın direk zemine oturtulmuş, zayıf ve uzun boylu bir adamın bronzdan yapılmış bir heykeli duruyor. Heykelin etrafını az geriden çerçeveleyen ve bir binanın giriş kapısını andıran ancak yarım kubbe şekli verilen bir bronz kemer yerleştirerek; genişçe bir kompozisyonla farklı bir mekân olgusu var etmişler. Aynı kemer kompozisyonunun bir benzeri de on beş metre kadar uzaklıkta, yani heykelin tam olarak arka kısmında yer almaktadır. Bu bronz kemerlerin üstünü kitabelerle doldurmuşlar. Bu kitabeler, kabartma (rölyef) şeklinde değil de, derinlemesine macunumsu bir zemin üzerine parmakla yazılmış gibi; iğreti görünümler veriyor. Hemen heykelin ve kitabelerin fotoğraflarını çekiyoruz. İyi kötü Rus edebiyatına aşina biri olmama rağmen bu şairin kim olduğunu bilemiyorum ilk bakışta. Kitabelerden öğreniyorum ki Bulat Okucava diye bir şairmiş kendisi. Merakım artıyor. Eve dönünce ilk işim kitabeleri çözmek ve şairin hakkında bilgi toplamak olacak. Anıtın hemen yanı başında bir Türk restoranının olduğunu fark ediyoruz. Zaten donmak üzere olduğumuzdan kapağı hemen restorana atıyoruz. Menü tamamen Türk yemeklerinden oluşuyor. Garson da Türk ve benim oturduğum semtte oturuyormuş. Bu restoranın varlığını daha önce niye keşfetmedim diye hayıflanıyorum. Lahmacunumuzu, kebaplarımızı ve de künefemizi yedikten sonra üstüne bir de Türk kahvesi içiyoruz. “Haydi, hanım” diyorum. “Arbat’ı keşfetmeye devam.” Anıtın hemen yanındaki köşede bir sütlü tatlılar satan dükkân var ve sembol olarak da bir inek heykeli koymuşlar önüne. Kocaman bir Hollanda ineği. Polyesterden yapılmış olduğunu tahmin ediyorum. Hanım, inekle birlikte resmini çekmemi istiyor. O ineğe sarılırken ben resmi çekiyorum ve bir de espri patlatıyorum kendimce; “iki inek bir arada”. Suratını asıyor… Yürümeye devam ediyoruz. Yol ortasında, yere döşenmiş karolar üstünde meşhur kişilerin adlarının yanı sıra parayı verip kendi adının da onların içine yerleştirilmesini sağlayan sıradan insanların isimleri üzerinde bir resim daha çekiyoruz. Az ileride Sovyetler Birliği döneminin tiyatro sanatçıları arasında bulunan, Gürcü asıllı Evgeniy Vakhtangov adına Devlet Akademisi Tiyatrosu binasının önüne geliyoruz. Işıl ışıl neonlar, pırıl pırıl afişler karşılıyor bizi. Önünde tarifi mümkün olmayan, yüksek bir kaide üstüne oturtulmuş altın sarısı boyanmış, oturan bir genç kız heykelciği daha çıkıyor karşımıza. Ağzım bir karış açık, gıpta ile seyrediyorum. Resimler çekiyoruz gene. Dönme vaktidir diyoruz ve Arbatskaya metro istasyonu yönünde yürümeye başlıyoruz. Derken; önümüze koca şair Puşkin’in heykeli çıkıyor. Puşkin, aristokrat giyim biçimiyle az geride dururken; yanında şık bir tuvaleti ve bukleli saçlarıyla karısı Natalya Gonçarova arz-ı endam ediyor. Bronzdan yapılan bu heykelin tam karşısında ise Puşkin’in yaşadığı ev yer alıyor. Resimleri çekerken aklıma karısı için yazdığı Natali şiiri ile İstanbul şiiri geliyor: Стамбул гяуры нынче славят, (Stambul gyaurı nınçe slavyat) А завтра кованой пятой, (A zavtra kovanoy pyatoy) Как змия спящего, раздавят (Kak zmiya spyaşego, razdavyat) И прочь пойдут и так оставят. (İ proç’ poydut i tak ostavyat.) Стамбул заснул перед бедой. (Stambul zasnul pered bedoy) Стамбул отрекся от пророка; (Stambul otreksya ot proroka;) В нем правду древнего Востока (V nem pravdu drevnego Vostoka) Лукавый Запад омрачил — (Lukavıy Zapad omraçil-) Стамбул для сладостей порока (Stambul dlya sladostey poroka) Мольбе и сабле изменил. (Molbe i sable izmenil) Стамбул отвык от поту битвы (Stambul otvık ot potu bitvı) И пьет вино в часы молитвы. (İ p’et vino v çası molitvı. Там веры чистый луч потух: (Tam verı çistiy luç potukh: ) Там жены по базару ходят, (Tam jenı po bazaru khodyat,) На перекрестки шлют старух, (Na perekrestki şlyut starukh,) А те мужчин в харемы вводят, (A te mujçin v kharemı vvodyat,) И спит подкупленный евнух. (İ spit podkuplennıy evnukh.) Baş kısmını yukarıya aldığım bu şiir, 1830’da eski Rusça ile yazıldığından tercümesi oldukça zordur. Hiç kimse hatadan münezzeh değil diyerek, dilimin döndüğünce tercüme ediyorum. Terceme-i halin hedayesi elli kuruştur.:)) Gâvurlar bugün İstanbul’u övüyorlar, Ama yarın demir kılıç kabzalarıyla, Uyuyan yılan gibi ezerler Ve öylece bırakıp giderler. İstanbul, beladan önce uyudu. İstanbul peygamberinden feragat etti; Köhnemiş Doğu’nun gerçekleri Yalancı Batı kandırdı onu İstanbul tatlı günahların esiri oldu Doğayı ve kılıcı aldattı. İstanbul savaş terini unutup Namaz saatlerinde şarap içiyor. Temiz inancın ışıkları söndü: Orada artık kadınlar pazarlarda dolaşıyorlar, Yaşlıları köşe başlarına yollayıp, Erkekleri haremlere davet ediyorlar, Rüşvet verdikleri hadımağalar uyuyor. Eve döndüğümüzde ilk işim en çok ilgimi çeken Bulat Okucava’yı araştırmak oldu. Tam adı Bulat Şalvoviç Okucava(Булат Шалвович Окуджава). 1924 yılında Moskova’da, Ermeni bir anne ve Gürcü bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş. 1930’lu yıllarda kısa bir süre Nijniy Tagil şehrinde yaşamış, 1997’de ölmüş. Adı Arbat ile özdeşleşen bu şair, ikinci dünya savaşı sırasında ve savaşın bitiminde unutulmaz lirik şiirlerle savaşın acımasızlığını ve insan üzerindeki tahribatını dile getirmiş. Rus halkı onu baş tacı yaparak Arbat’ta ölümsüzleştirmişler. Anıtın kitabelerinden çektiğim fotoğraf karelerinde görünün mısralarından bir kısmının (artık Rusçasını vermeden) tercümelerini aşağıya alarak yazıyı bitiriyorum. “Al paltonu (asker paltosu) eve gidelim!” (Savaş bittikten sonra) “Ve geç saatte affetmek ve vedalaşmak Tek başına kaybolmamak için” “Ne büyük mutluluk – ölüm yok” (Savaş bittikten sonra) “Zira o (kadın) öyle karar verdi Ve o (erkek) bu karara uydu” O’nun olan her şey bugün sizindir. Her şey sizin için, size hitap ediyor.” Cahit Kılıç 6 Ocak 2010, İstanbul
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cahit KILIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |