İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
M.NİHAT MALKOÇ Geçenlerde siyasetin nabzının attığı yerde, Türkiye’nin ikinci büyük şehrinde, bozkırın ortasındaki cennette, yani Ankara’daydım. Ankara; yetişme çağındaki genç bir kız misali ne kadar da büyümüş, gelişmiş, serpilmiş... 13 Ekim 1923’te başkent olan Ankara’nın o zamanki nüfusu yirmi bin civarındaydı. Bugün bir metropol haline gelen Ankara, o zamanlar adeta bir Orta Anadolu kasabası görünümündeydi. Günümüz Ankara’sının nüfusu dört milyon sınırını zorlamaktadır. Dünden bugünü büyük bir hızla gelişen Türkiye’nin başşehri Ankara, bozkırın ortasında bir güneş misali karanlıkları aydınlatmaktadır. Artık Ankara bir hüzün kenti değil, bir sürur ve gurur kentidir. Bu güzel başkent, geleneksel ve modern çizgileri taşıyan birbirinden güzel yapılarıyla başkent olmanın onurunu iliklerine kadar hissettirmektedir. Ankara; Atatürk’ün ısrarla başkent yaptığı, gelişip bu günlere gelmesi için olağanüstü gayret gösterdiği bir şehirdir. Bu büyük kent, Atatürk’ün ölmez eseridir. O’nun naaşının Etnografya Müzesi’nden alınıp Anıtkabir’e nakledilmesi kendisiyle Ankara’yı adeta özdeşleştirmiştir. Onun içindir ki Atatürk Ankara, Ankara Atatürk demektir. Durum bu iken Ankara’ya gidilir de Ata’mızın ebedî istirahatgahı olan Anıtkabir ziyaret edilmez mi? Bizler de 24 Kasım günü şiddetli sağanak yağışa rağmen Anıtkabir’e giderek O’na olan minnet duygularımızı ifade ettik. Aslanlı yoldan gurur ve onurla yürüyerek Ata’nın huzuruna vardık. Bu esnada Atatürk’ün önderliğinde zaferle neticelenen Kurtuluş Savaşı büyük bir haşmetle gözümde canlandı. Rasattepe’den esen sert rüzgâr tarihin onur sayfalarını birer birer araladı. Anıtkabir bizi mütebessim çehresiyle karşıladı. Milli Eğitim Bakanımız Nimet Çubukçu Atatürk’ün mozolesine çelenk koydu, saygı duruşunda bulunduk. O gün orada şerefli Türk tarihine tanıklık ettik. Anıtkabir’in önünde fotoğraflar çekerek bu anı ebedileştirdik. Anıtkabir’den sonraki durağımız Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ydü. Bugünkü öğle yemeğini Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’le birlikte yiyecektik. 864 rakımlı tepeye tırmanan otobüsümüz köşke vardığında heyecanımız bir kat daha artmıştı. Çünkü Türkiye’nin ve Cumhuriyetin kalbi denebilecek bir mekândı burası… Köşkün bahçesi ve etrafı son derece düzenli ve bakımlıydı. Burası adeta bir botanik bahçesini andırıyordu. Kökteki ihtişam görülmeye değerdi. Burada Cumhurbaşkanı Gül, 81 ilden gelen 81 öğretmeni eşi Hayrünnisa Gül’le birlikte büyük bir misafirperverlik ruhuyla ve mütebessim bir çehreyle karşıladı. Bizlere hitaben, eğitim ve öğretmen içerikli bir konuşma yaptı. Konuşmanın ardından 81 ilin 81 öğretmenine köşkte öğle yemeği verildi. Ankara’ya gidip de Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezmemek olmazdı. Çünkü bu müze insanlığın doğuşundan bugüne kadar geçen süreci özetleyen birbirinden kıymetli eserlerle doludur. Bu müze dünyanın sayılı müzelerinden biridir. Bu müze 1997’de İsviçre’nin Lozan şehrinde 68 müze arasında yılın müzesi seçilmiştir. Bu müzede Paleolitik çağdan bugüne kadar her döneme ait 200 binin üzerinde kıymetli eser bulunmaktadır. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezerken, müzede görevli rehber arkadaş bize çok yardımcı oldu; müzedeki birçok eserin hikâyesini bıkmadan, yorulmadan bize anlattı. Müzeye girdiğimizde müzedeki eserlerin göz kamaştırıcı azameti karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. Ziyaretimiz Çatalhöyük evlerinin birebir modelinin önünde başladı ve öylece devam etti. Tarihin en eski kumaş parçasını, en eski aynasını, Ankara’nın tartışılan simgesi Hitit Kursu’nu, anatanrıçalar Kubaba-Kibele’yi, Frigya Kralı Midas’ın ahşap mobilyalarını burada gördük. Bu, adeta zamanda yolculuk gibiydi. Bu yolculuk boyunca çağlar evveline gittik. Yıllar bir su gibi aktı zihnimizden... Dünü bugüne bağlayan azametli köprüden geçtik. Bu müzede ilgimi en çok çeken kısım, mezarlarını ev şeklinde düzenleyen, kıymetli eşyalarını mezarlarına gömdüren kişilerin geride bıraktıklarının sergilendiği bölümdü. Buradaki, çoğu Urartulara ait taş işçiliği eserleri, altın ve gümüş işlemeleri göz kamaştıracak düzeydeydi. Bu arada Kayseri’de bulunan Kaniş harabeleri ören yeri Kültepe’ye ait eserleri de burada görmek mümkündür. En iyisi Ankara’ya yolunuz düşerse bu müzeyi mutlaka gezin. Ankara biraz da Ulus demektir. Buradaki Atatürk heykeli, önünden gelip geçenleri süzmekte, onların önünde gururla durmaktadır. Bazıları size, bu heykeldeki Atatürk’ün atının hangi ayaklarının havada olduğunu sorabilir. Bu dikkatinizi ölçmek için bir sınavdır. Oysa Ulus’taki Atatürk heykelindeki atın bütün ayakları zemine değmektedir, hiçbiri havada değil. Buralara kadar gelmişken; Gençlik Parkı’na gidilen caddenin hemen girişinde, sağda bulunan ‘İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası(Kurtuluş Savaşı Müzesi)’ görülmeden geçilmemelidir. Binanın üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te bu binada kuruldu” ifadesi yazılıdır. Bu tarihî meclis binasının hemen girişinde Kurtuluş Savaşı’nda kullanılan ağır toplardan biri biraz mahzun, biraz yorgun ama daha çok gururla karşılar sizi… Tarihe tanıklık eden bu önemli binayı daha evvel defalarca gezdiğim için bu sefer sadece yanından geçmekle yetindim. Çünkü zamanım sınırlıydı, Ankara’da görmediğim başka yerler de vardı. Ankara’ya kadar gidip de Hacı Bayram Veli Camii’ni görmeden, bu camiin bitişiğindeki Hacı Bayram Veli’nin türbesini ziyaret edip bir Fatiha okumadan dönmek bence bir eksikliktir. Bu manevi atmosferde hayatın tortularından ve bütün kirlerinden arınıp dünyaya Hacı Bayram Veli’nin gözüyle bakmak her şeye değer doğrusu… Bir deneseniz farkı fark edeceksiniz. Ankara’ya, maneviyatından süzülen nurlarla hayat veren bu mekân, gülen yüzüyle karşılayacak sizi… Günde beş vakit Hakk’a ve hakikate çağıran ezanların nur saçtığı minarelerin azameti karşısında nefsinizin ne kadar da küçüldüğünün farkına varacaksınız. Ankara’nın görülmesi gereken manevi atmosferlerinden biri de son dönemlerde yapılmış en büyük ibadethanelerden biri olan görkemli Kocatepe Camii’dir. Cumhuriyet döneminin gurur abidelerinden biri olan bu camide bir vakit namazını cemaatle kılmadan Ankara’dan dönmemek gerekir. Zira Kocatepe, Ankara’ya vurulan maneviyat mührüdür. Ankara’da bulunduğum süre içerisinde Etimesgut’taki THK Türk Kuşu Tesislerini de gezdik. Orada 15 dakika boyunca uçağa binerek Ankara’nın güzelliklerini havadan seyrettik. Öğle yemeğini, geleceğin pilotlarıyla aynı masalarda yedik. Sonra Ankara’nın en büyük alışveriş merkezlerinden olan Antares’e giderek oradaki bir resim sergisinin açılışına katıldık. Öğretmenler Günü’nün akşamı Ankara’da MEB Şura Salonu’nda Ahmet Özhan Konseri vardı. 81 ilden gelen 81 öğretmen bu konserin onur konuğu olduğu için ön sıralara alındılar. Türk tasavvuf müziğinin tartışmasız en büyüğü olan Devlet Sanatçısı Ahmet Özhan, öğretmenlere bu anlamlı günlerinde onlarca şarkı söyledi. Fakat seslendirdiği eserler hep aşk içerikliydi. Özhan, programında her nedense tasavvuf müziğinden bir eser bile seslendirmedi. Fakat söylediği parçalar birbirinden güzeldi ve Ahmet Özhan bu konser için Bakanlıktan ücret talep etmemişti. Bu da O’nun öğretmenlere olan sevgisini gösteren örnek bir davranıştır. Bize doyumsuz dakikalar yaşatan, adeta kalbimizin pasını silen Ahmet Özhan’a bütün öğretmen arkadaşlarım adına çok teşekkür ediyorum. Bu konserle büyüklüğünü bir kez daha gösterdi. Büyük şair Yahya Kemal’in Ankara ile ilgili izlenimlerini öğrenmek için: “Ankara’nın en çok neyini sevdin?” diye sormuşlar. Üstad derin bir iç çekişten sonra şu cevabı vermiş: “İstanbul’a dönüşünü!..” O zamanın Ankara’sıyla bugünün Ankara’sı arasında dağlar kadar fark vardır. Ankara hiçbir zaman İstanbul kadar azametli bir şehir olamaz. Fakat Ankara’nın da kendine özgü özellikleri ve güzellikleri vardır. Başkentimize haksızlık etmemek lazım... Ankara’da bulunduğum süre içerisinde Başkent Öğretmenevi’nde kaldım. Öğretmenevinin bakımlı oluşu ve görkemli hali beni gururlandırdı. Demek ki isteyince bir kamu kuruluşu da böyle olabiliyor. Öğretmenevinin yanı başında Alparslan Türkeş’in mezarı bulunuyor. Gelmişken oraya da gidip bu önemli şahsiyetin ruhuna Fatiha okudum. Ankara’dan Trabzon’a döneceğim gün, ameliyat olan bir arkadaşın ziyaretine gittim. Fakat zaman, farkına varmadan su gibi aktı. Akşam Trabzon’a uçakla dönecektim. 60 TL taksi parası vermeme rağmen Trabzon uçağını kaçırdım. AŞTİ’ye geçtim; otobüse binerek Trabzon yolunu tuttum. Bu durum Ankara gezisinden aldığım hazza yine de gölge düşürmedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.NİHAT MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |