Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
(Bir insan portresi) Yine bir şeylere sinirlenmişti dedem. Ne dediği pek anlaşılmıyordu; ama çiçek bozuğu gözleri kızarmış söylenip duruyordu. Odasının önünde elinde bastonu dolanıp duruyordu. Biz çocuktuk o zamanlar. Ona "Dede, ne oldu, kime, neye kızdın yine?" diyecek durumda değildik. Ümüş ebemin yeğeni Hüseyin dayı, dedemin odasına akşamları sık sık oturmaya gelenlerden biriydi. O gün de ceketi sırtında, elinde tespih oralarda dolaşıyordu. Sonunda dayanamadı sordu dedeme: -Bekir emmi, ne oldu? Kime sinirlendin bu kadar? - Ne var da ne olacak! Bizim ağa motor (traktör) almış bizim haberimiz yok. Bir etek para. Neyle, nasıl ödeyecek borcunu? Köye göçmenler yerleşecek diye köylünün ilçe kaymakamı ile kavgasına karışan, kaymakamı vurup yaralayan Hüseyin dayı yıllarca hapishanede yatmanın verdiği umursamazlık ve kibarlıkla: -İyi ya Bekir emmi! Daha ne istiyorsun? Yeğenimiz traktör sahibi olmuş. Çalışır öder. Tarlası var, yaşı da genç. Sevinmen gerekirken sen bağırıp çağırıyorsun. -He ya! Elindeki tarlayı da kaybetsin motor borcu ödeyeceğim diye. Dedemin bu terörü (!) birkaç gün sürdü. Dayım, böyle zamanlarda ortalıkta pek görünmez; zavallı, sessiz Ümüş ebem ise ağzını açıp da bir kelime söylemeye cesaret edemezdi. Nasıl çözülürdü, tatlıya bağlanırdı peki bu sorun? Bunun kolayında ne vardı? Bir yolla dedemin cüzdanına o zamanın parasıyla beş on lira konur, buna keyfolan Bekir ağanın da sesi kesilirdi. Bu kavga gürültüyü yalnız traktör alınırken çıkarmadı dedem. Dayımın yaptığı her atılıma karşı çıktı. Kamyon alırken, otobüs alırken, Kayseri’ye göçerken benzer sahneler çok yaşandı. Ne oldu yaşandı da? Onun gürültü patırtısına pek aldıran olmadı. Sesi de aynı yöntemle kesildi. Dedemin iki oda bir aralıktan oluşan kerpiçten yapılı evine girdiğini pek görmedim ben çocukluğum, gençliğim boyunca. Onun kendi odası vardı. Girişte küçük bölmeyle büyükçe bir odadan oluşan bu yapılar köyde pek çoktu. Köy düğünlerinde düğün odası olarak da kullanılırdı bu odalar. Odanın içinde toprakla yığma üç sedir, sol köşede de "hamamlık" dediğimiz açık banyo bulunurdu. Sedirler; kilimler, halı yastıklar ve minderlerle döşenmişti. Akşamları Dadağı kömürüyle ısınan odada, dedemin köyde küs olmadığı az sayıda kişilerden gelenler aralarında sohbet ederlerdi. Bu konuşmalarda da dedem mutlaka köyden birilerine, hiç bulamazsa köyün imamına kızar, atar tutardı. Camiye de gittiği halde nedense imamlarla yıldızı hiç barışmazdı. Kapı komşusu bakkal Alişen emmiyle kırk yıl, iki evin arasındaki daracık geçiş yüzünden kavga eden dedem son yıllarında Alişen emminin dükkânından hiç çıkmamış, onun can dostu olmuştu.Yaşar Kemal’in "Ortadirek" romanındaki Koca Halil gibi dedemin de bazen tüm köye küstüğünü, biz torunlarından başka kimseyle konuşmadığını düşünürdük. Yaz günleri odanın dış kapısında elinde peşkirle dedem karasinek kovalıyor. Köyde sinek eksik olur mu? Ertesi gün yine aynı uğraş. Görenler "Bu Bekir ağa da amma titiz adam! Odasına sinek bile sokmuyor." diye düşünür. Oysa dedem sırtındaki gömleği (renkli gömlek olurdu genellikle) haftalarca çıkarıp yıkamaya vermezdi. Bir kadın düşünün ki ömrü boyunca köyünden çıkıp ilçeye dahi gitmemiş. Ağzında dili yok. Ses çıkarmadan hizmet ettiği kocasından bir kere iltifat, teşekkür duymamış. Bırakın iltifatı, teşekkürü hep aşağılanmış.İşte bu benim Ümüş ebem. Pek çok Anadolu kadını gibi bütün ezilmişliğiyle bu ufak tefek kadına, dedemin hiç adıyla seslendiğini, "Ümüş" dediğini duymadım inanır mısınız! Yaz kış içerdeki ya da dışardaki tandırda dedeme o kenarı kızarmış çörekleri yapan Ümüş ebemin bir gün de kocasına diklendiğini, "Ben de insanım!" dediğini duymadım. Dedemin bu melek kadına hitabı ya "Gıeyzz!" ya da "Kerahat!" şeklindedir. Tatillerde okuldan köye gelişlerimde elinde yeni çaldığı yoğurduyla yanıma gelirdi Ümüş ebem. Benim yoğurdu sevdiğimi bilirdi. Nedense "Kurban olurum!" sözü dillerinden düşmezdi bu çileli köy kadınlarının. Belki de onlara hiç kimse bu sözü söylemediği halde. Rahmetli dedemi anlatırken onu, sevdiği bir torunu olarak kötülemek gibi bir niyetim hiç olamaz. Bu ilginç adamı değişik huylarıyla anmak, rahmetle yad etmek istedim. Dedemi öyle çok anarım ki şimdi onu hiç görmeyen arkadaşlarım bile tanırlar. "Aynı dedem gibisin!" sözünü iyi bilirler. Oyunda herkese sataşan, sinirlenen biri oldu mu bu cümle hemen söylenir. Bayramlarda sabah çayını içip anne-babamızın elini öptükten sonra ilk gittiğimiz yer dedemin odasıydı. Elini öperdik. Yüzünde diğer zamanlar pek görmediğimiz hafif bir gülümseme belirir o da yüzümüzü öperdi. Akide ya da sormuk şekerini alır, neşeyle çıkardık. Aksi, alıngan, kavgacı bir adam da olsa biz torunlarını severdi dedem. Ömrünün sonuna kadar tütün içti. Seksen beş yaşında rahmetli oldu. İçtiği tütün de hep kaçak tütündü. Onun tütününü iki yıl Diyarbakır’dan ağabeyim getirdi, bir yıl da Muş’tan ben getirmiştim. Üstelik o yıllarda yasaktı böyle şeyler. "Ben, yemeklerde bu ot yağlarını yemem!" diye tutturur, tereyağından başka yağı yemezdi. Bunun da kolayı bulunurdu. Nazik bacım diğer yağlarla pişirdiği yemeğe biraz da tereyağı koklattı mı bizim Bekir dede farkına bile varmazdı. 1980’li yılların başında dayım, işi gereği Kayseri’ye göçtü. Kıyameti kopardı dedem. Seksen yıl yaşadığı köyünden kopmak istemiyordu. İşi otobüsçülük olan dayım, terminale yakın bir ev tutmuştu. Oturduğu dairenin beşinci katta olması da ayrı sorundu dedem için. Ayda, iki ayda bir Çarşamba günleri Mucur’a gelirdi dedem. Bir keresinde bizim kapıyı bastonla tıklatırken komşu çıkmış kapıya. "Amca, onlar okuldadır, akşama gelirler." demiş. Akşam geldiğimizde dedem yine kapıdaydı. Biz inanmıyor "Kapıyı açmadınız!" diye söyleniyordu. Eski köy berberimiz Cingiş’e tıraş olmak için gelirdi Kayseri’den Mucur’a. Sanki Kayseri’de berber yok. İşin bahanesiydi bu. Ertesi gün Mucur’un pazarı olduğu için köyün minibüsüyle köye gidecek. Bu defalarca tekrar etti. Bizim bir rahatsızlığımız olmadı; ama gündüz evde bizi bulamayınca kendisi küsüyordu. Tek oğlu dayıma hiç dayanamadığı, onu çok sevdiği halde onun her atılımına karşı çıkan, onun zarar göreceğinden korkan bu ilginç adamı anlatmak istedim. Çoğu zaman yalnız torunlarıyla barışık, bu ufak tefek, ben bildim bileli eli hep bastonlu, hep söylenen, birilerine kızan bu adamı anmak istedim. Benim Bekir dedem, bu yazıyı okuyanları belki ilgilendirmez (yakınlarından başka); ama bu ilginç adamın portresini çizmek istedim. "Gözünde çiçek bozuğu Elinde baston O ufak tefek, sinirli mi sinirli adamı Anarken Hep ebem gelir aklıma O sessiz, küçücük, melek kadını düşünürüm Anadolu köy kadınları adına Kenarı kızarmış çöreği Yağlı yoğurdu ile Hep hizmet eden Ama bir teşekkür bile edilmeyen Kasabayı bile görmeyen Ümüş ebem gelir aklıma" ..................................................................... Numan Kurt 6 Ekim 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Numan Kurt, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |