Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand |
|
||||||||||
|
Sahte bohçacı çetesiyle yaşanan olaydan sonra annem evde duramaz oldu, korkuyordu. Seyitgazi’ye, ablamın yanına gidip orada kalmaya başladı. Bir hafta, iki hafta… Zavallı babacığımla perişan olmuştuk. Evde yalnız olduğum bir gün avluya kara çarşaflı, peçeli iki kadın girip doğruca bizim kapıya gelerek yumruklamaya başladılar. “Hu!... Komu!” Sahte bohçacı korkusu sardı her yanımı, bacaklarım titremeye başladı. Hiç ses çıkarmadan çalıp çalıp gitmelerini bekledim. Onlar da zaten tıklattıkları kapıyı açan olmayınca geldikleri gibi gittiler. Babam geldiğinde, “ açmadığın iyi olmuş,” dedi. Cuma günü akşamüzeri annem, Ablam ve kardeşim, üçü birden geldiler. Ablamla annem gelir gelmez hummalı bir hazırlığa giriştiler. Evi baştan aşağı temizleyip eşyaları özenle yerleştirdiler. Babam da kolonya, ikramlık şeker, çikolata gibi şeyler alıp gelmişti. Emekli imam, oğluna ablamı istemeye geleceklermiş; hazırlıkların sebebi buydu. Cumartesi akşamı sadece emekli imam ile ailesi değil, en az on beş kişi geldi. Dört erkek, üç çocuk ve geriye kalanların hepsi kara çarşaf ve peçe… Geçen gün kapıyı tıklatıp beni korkutanlar da bu kara çarşaflılardan ikisi, ama hangisi. Birbirlerinden ayırt edilir bir belirtileri yok ki; aynı yumurta ikizleri... Kara çarşaflıların hiç birisi babamla tokalaşmayı kabul etmiyor, adamcağız elini uzatıp uzatıp geri çekiyor. Aynı şekilde adamlar da ne annemle, ne de ablamla tokalaşmıyor. Böyle bir aileye gelin gitmek istediği için, Esin ablamın gözümdeki bütün değeri sıfıra iniyor. Havadan sudan sohbet, kolonya, şeker ikramı filan derken imam efendi damdan düşer gibi niyetini pat diye söylüyor. “Allahın emri peygamberin kavli…” Babamın savunma mekanizmaları düşmüş, kızı istiyor… Tutacak bir dal oluverse, “kalkın gidin…” diyecek ama… O da kara çarşaflı kadınlardan ürkmüş görünüyor. Bir cesaretle, “kızımı gelin ettikten sonra böyle kapatacak mısınız?” diye soruyor. Sanırım, bir ümitle, “kapatacağız,” derlerse, kızım da kapanmayı kabul etmezse, kurtuluruz bu işten, diye düşünüyor olsa gerek. Emekli imam, “haşa!” diye atılıyor. Kapatmayız, diyecek gibi, babamın ince hesabı tutmayacak galiba… Adam, sözünü sürdürüyor. “Bizde kadınlarımızı zorla kapatacak bir zulüm yoktur. O, Allah’ın emridir!” Adamın ne demek istediğini ben anında anlıyorum, ama zavallı babacığım, kafası durmuş, bir şey anlamıyor. “Kapanması için bir baskı yapmayacak mısınız yani?” diye soruyor. Adam tekrar, “haşa!” diye atılıyor. “Ne haddimize?” Babam, “ya sen evladım?” diye sorarak damat adayına dönüyor. “Kızımın kapanmasını talep edecek misin?” Oğlan da babasını taklit ederek, “haşa!” diye başlıyor sözüne. “Allah ü tealanın emri ne ise o olur, onun emirleri karşısında bizim bir sözümüz olamaz.” Babam bir şeyler anlar gibi oluyor. “Allah ne emrediyor bu konuda?” diye sorunca da, hepimizi uzun bir vaaz dinlemek zorunda bırakıyor. Emekli imam, ilgili kuran ayetlerini hem Arapça, hem Türkçe olarak aktararak, Peygamberimizin hadislerinden bahsederek, ulemanın düşüncelerine atıfta bulunarak, anlatıyor habire… Anlattığı aslında kısacık bir cümleden ibaret: “Kuran’a göre kapanmak zorunludur!” Anlattıkları bize göre değil; biz o kadar koyu birer Müslüman olamadık henüz. İçimizde ibadete en düşkün olan annemin bile böyle bir şeye razı olabileceğini sanmam. Babam, kızının da çarşaflara bürünmesi için baskı göreceğini anlayabiliyor nihayet. Esin ablama dönerek, “sen ne diyorsun kızım? Allahın emri, peygamberin kavli ile istediler seni, verdim dersem, senin de kapanma gerekecekmiş bak… Razı mısın?” diyor. Ablam, tam bir hayal kırıklığı yaşamakta; “ama biz Şaban ile bunu hiç konuşmamıştık. Bana böyle bir şeyden hiç bahsetmemişti,” diye söylenmeye başlıyor. “Ben devlet memuruyum. Devlet memuriyetinde çarşaf yok, yasak…” Emekli imam onun sözünü keserek, “memuriyeti bırakırsın kızım,” diyecek oluyor; “bizim servetimiz yeterlidir, çalışmana gerek yoktur.” Adam, resmen baltayı taşa vuruyor. Ablama, bunlar söylenir mi hiç? Ablam, “Ne münasebet?” diye bağırdığında son sözünü söylemiş oluyor, babama bu kadarı yeter. Tamam işte, benim ablam bu! Babam ortamın gerginleşmesine fırsat bırakmadan, “biz, size cevap vermek için birkaç gün düşünmek istiyoruz,” diyerek son noktayı koyuyor. Bunun anlamı, “ben size bu kızı nah veririm!” demek. Bunu emekli imamla oğlu da anlayarak kıçlarına baka baka gidiyorlar. O güne kadar, "Allahaısmarladık""iyi günler","hoşça kalın" gibi bir sürü veda sözcüğü duymuştum. Bu defa ilk kez duyduğum bir veda sözcüğünü öğrenmiş oluyordum: "Selametle!" "Selametle!"
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |