Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil |
|
||||||||||
|
Sokakta, kapımızın önünde tek başıma misketlerimle oynuyordum. O arada bir bohçacı kadın gelip acele ederek helâya girdi; kadıncağız çok sıkışmış olmalıydı. Helâ kapısına doğru yuvarlanan bir misketimi almak için eğildiğimde, gözlerim helâ kapısının altındaki aralıktan içeri doğru kaydı. Helâya giren kadının, aslında bir erkek olduğunu görerek, misketlerimi bile toparlayamadan, korkuyla evden içeri kaçtım. Görüleni, görme şeklinin suçluluğunda anneme bir şey söyleyemeyerek, hemen evin mutfağına koşturdum. Mutfak penceresinden helâ kapısını ve misketlerimi gözetlemeye başladım. Benim için misketlerim altın değerindeydi. Sokaktan geçen bir çocuğun, onları fark edip toplamasını istemiyordum. Ne çare ki, oradan geçmekte olan daha ilk çocuk, onları fark ederek, toplamak istedi. Hemen mutfak penceresini açtım, çocuğa, “hişt! Bırak len onları! Onlar benim!” diye seslendim. Çocuk bir anlık tereddütten sonra geçip gitti. Bohçacı adam heladan çıktıktan sonra gider gitmez aşağıya koşturup misketlerimi toplayacaktım. Ne var ki, helâdaki bir türlü çıkmak bilmemekteydi. Bekle babam bekle! Sokaktan geçen bir diğer çocuk daha misketlerimi toplamaya niyetlendi. Baktım, langırt salonundan tanıdığım birisiydi, adını da biliyordum. Hemen camı açıp seslendim: “Hişt, Nezih! Siktir ol git len, misketler benim!” Oğlan, sert tavrım karşısında, korkarak oradan uzaklaştı. Heladaki, nihayet dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz da çığırtkanlığa başladı. “Çarşafçı geldi, hanım!” Sesinde erkekliği çağrıştıran hiçbir tonlama yoktu; hatta benim diyen kadınlardan daha kadınımsıydı. Bizim dış kapıya yanaşıp tokatladı. “Bohçacı-ı!” Bohçacı bir an üzerine bastığı bir misketi hissederek yere bakınca, yerdeki cicili bicili misketlerimin üzerine eğile eğile toparladı onları, bir güzel çantasına sokuşturdu. Gıkım çıkmadı tabii ki! Başında beyaz bir yemeni iki yanağını kapattıktan sonra uçları omuzlardan sarkıtılmış, altında kahverengi tonlarda bluz ve şalvar suya hasret gibi kayışlaşmıştı adeta; kim örtü, çarşaf alırdı ki böyle pis bir satıcıdan. Benim annem alırdı. Annem onun seslenmesini işiterek mutfağa geldi, beni pencere önünden çekiştirip içeri doğru savurduktan sonra pencereyi açıp baktı. Hemen karşı hamleyle ben de sokuldum, maksadım bohçacıyı evin içine sokmasına engel olmak, ama bunun için de onun kadın olmadığını bir şekilde anneme söylemek gerek. Annemin soracağı kesin olan, nereden biliyorsun, sorusunun cevabı oluverse, hemen söyleyeceğim, ama… Bohçacı onun baktığını görerek, “bohçacı geldi, hanım! Bakmak ister misin?” diye sordu. Annemin belli ki, almak istediği bir şey vardı. Sordu: “İğne oyan var mı, iğne oyan?” Bohçacı kadın, şey, yani, adam, gelmiş olduğu istikameti göstererek, “az ötede, minibüste, envaye çeşidi var hanımcım. Alacaksan, şoföre edeyim bi işaret, getiriversin,” deyince; Annem, “Parasında anlaşırsak, beğenirsem alırım tabii, ayol! Almayacak olsam, var mı diye niye sorayım ki?” diye çıkıştı. “İyi madem,” diyerek, bohçacı, yakınlarda olduğu anlaşılan minibüsünün şoförüne yolun ortalarına kadar hareketlenerek işaret vermeye başladı. Eyvah ki, ne eyvah! Herif girecek eve… Çaresizce, hayal gücümü konuşturdum. “Anneciğim, sakın sokma onu eve!” “Nedenmiş o?” “Şey, valla, gastede okudum dün. Sapık erkekler varmış bi çok, bohçacı karı kılığına girerek, girdikleri evlerde, evdekileri bağlayıp, kadınların kollarından bileziklerini alıyorlarmış.” “Git len başımdan, palavracı!” “Vallaha palavra değil. İnanmazsan gasteyi bulup getireyim de, göstereyim sana da…” “Tamam, git, getir, göster!” Duvara tosladık. Öyle bir gazete nereden bulurum ben şimdi? Biraz daha abartarak ikna edebilir miydim ki annemi? “Ya, bi de benim sözümü dinlesen, ölür müsün? Hem, gastede yazan bişi da vardı. Bohçacı adamlar, girdikleri evde karıların ırzına da geçiyolarmış…” Annemin pek hoşuna gitti bu, tiz bir kahkaha savurdu. Tabii ki, olacak olan değil, benim abartmam; yanlış anlaşılmasın sakın! Sonra toparladı kendini, beni bir kez daha itekleyerek içeri doğru savurdu. “Hadi bakim, hadi; çık, git, ayak altında dolanma sen!” “İyi be! Ne halin varsa gör! Kolundaki bileziği aldıkları vakit görürsün,” diye söylenerek alt kata indim. Alt katta, arsanın önemli bir kısmını dışarıdaki dükkanlar işgal ettiğinden, geri kalan kullanım alanındaki evin hemen önünde üst kat merdivenlerinin olduğu bir hol vardı. Hemen merdiven altına dalıp, oradaki eski bir dolabın ardına gizlendim. Az sonra, bohçacının, anneme laf yetiştirerek evin üst katına çıktığını duydum; görmek için gizlendiğim yerden başımı çıkartmaya cesaret edemiyordum. Yok, çıkanların iki kişi olduğu belli oluyordu tahta merdivenlerin tıpırtısından; bohçacı, minibüsünün şoförünü de sokuyordu eve anlaşılan. Bir ihtimal, minibüsten indirttiği bohçaları taşıtıyordu adama. Üst kattaki oturma odasına doluştular. Gizlendiğim yerden ayaklanıp yukardan gelen seslere kulak verdim. “Kızıma çeyiz diye alacağım, ama söylediğiniz fiyata almam vallahi!” Bu annemin sesiydi. “Dört yüz ver madem!” Bu da, bohçacı kadının (pardon, adamın) sesiydi. “Yüze bırakın da alayım!” Sinirli bir erkek sesi, öfkeyle, “sen dalga mı geçiyorsun bizimle kadın!” diye bağırdı. O da minibüs şoförünün sesi olsa gerek. Bir tokat sesi. “Şırrak!” Bu da annemin yediği tokatın sesi; çünkü, “neden vuruyorsun hayvan herif! Ne yapıyorsunuz siz, bırakın beni, bırakın!” diyerek haykıran da annemdi. Annem mi? Eyvah, adamlar annemi dövüyorlar. Ben, ben ne yapabilirim ki! Az sonra beni de bulur, öldürürdü bunlar. Eyvah ki, eyvah! Merdiven altından sıyrıldım, sessizce sokağa çıktım. Minibüste ki direksiyonun başında kalın bıyıklı bir adam oturmaktaydı. Demek ki, eve giren minibüsün şoförü değilmiş… Adama görünmeden köşeden dönmeyi başardım. Dükkanlardan bir tek terzi açık, onun da sahibi dilsiz Sami amca. Çaresiz ona koşturdum, işaretlerle annemin başına gelenleri anlatmaya çalışıyordum, ama o annemin bir şey istediğini filan sanıyor olmalı ki, yok, yok, diyerek el kol hareketleri yapıyordu. Aklıma karakola gitmek düştü birden. Hemen üç, dört yüz metre mesafede ki karakola bir solukta ulaştım. Karşıma çıkan ilk resmi kılıklı memura, “Amca, çabuk, bohçacı adamlar annemi dövüyor, çabuk!” diye, bağıra bağıra olanları anlatmak için uğraştım ya, dinleyen kim. “Ne bohçacı adamıymış o evladım? Bohçacı dediğin karı olur!” “Yahu polis amca, vallahi adam!” “Otur, otur şöyle bakim de, doğru dürüst anlat şunu!” Çaresiz oturdum. Korku içinde, “annem bohçacıdan bişi alacaktı, eve çağırdı, geldiler, sonra bağırdılar, sonra dövmeye başladılar,” diye diye noktasız virgülsüz bir sürü şey anlattıktan sonra ikna ettim. Bu defa da evin adresini sorup, bir kağıda yazma merasimi gelip geçti. Onbeş Dakika… Buraya gelişimden itibaren geçen vakit. Annemi dayaktan öldürmedilerse bile, sıradan geçirmişlerdi her halde. “Haydisene polis amca kurtarın annemi!” Bu çığlığım vazifesini hatırlatmış oldu polis memuruna ya, yetkili birisi değilmiş ki! “Gel benimle!” diyerek, peşi sıra sürükleyerek baş komiserin odasına götürdü beni. Asker işi bir tekmil verdi. Elindeki adres yazılı kağıdı uzatıp, “Bu çocuk, şu adresteki evlerinde iki bohçacının annesine gasp ettiklerini bildirmiştir, amirim!” Baş komiser bilinçli adam çıktı. Telaşla ayaklanıp, polis memurunun elindeki adres yazılı kağıdı kapıp, minibüsü getirmelerini emretti. Bana da, “sen burada oturup bizim dönmemizi bekle evladım,” diye tembihte bulundu. O hızla polis minibüsüne doluşup harekete geçtiler. Karakolda kalan bir iki polis memuru tepeme yığılmışlar, baş komiser dönene kadar olanları anlattırıyorlardı. Nihayet minibüs içinden tutukladıkları üç bohçacı ile birlikte inerek geldiler. “Annem? Annem ne oldu komiser amca?” diyerek önlerine fırladım. Baş komiser, “Annen iyi,” dedi. “Merak etme, bir şeyi yok. Hastaneye yolladım, birazdan gelecekler.” Doğruca baş komiser odasına doluştular. Ben de daldım içeriye. Baş komiser, “Sen çık dışarı oğlum! Dışarıda bekle!” diye azarladı beni. Baş komisere, “Bu bohçacı adam benim misketlerimi aldıydı, çantasından alıp verebilir misiniz?” diye sordum. Baş komiser, bohçacı adama okkalı bir küfür savurduktan sonra, “ver ulan çocuğun misketlerini! Çabuk!” diye bağırdı. Adam çantasındaki misketlerimi eksiksiz, avucuma doldurmaya başladı. *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |