İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
Cok karamsar oldu sanirim ama durun; yani korkmayin, bi yandan umut verenleriniz, destekleyenleriniz de var hem bir yandan kendinize kattiklarinizla diretiyorsunuz eksilmeye, hem emeklerinizin karsiligini aldiginiz da olmuyor degil. Kapilmayin karamsarliga; hayat devam ediyor. Sadece diyebilecegim su ki; izin vermeyin icinizdeki cocugun yokolmasina.. 'Cam kenarinda ben oturabilir miyim?' dedim. Ruhumu cepecevre kusatmisti sadece gezmek icin geldigim bu sehrin dokusu. Cikip gezmek istiyordu ruhum ama sanırım ağırlaşmıştı, öylece oturuyordu bedenimde, eli kolu varmış ve bağlanmışcasına hareket edemiyordu. Belki cam kenarinda oturarak kandirabilirdim onu, ozgur hissedebilirdi kendini. Sadece karanligi, yolu ve uzaktaki isiklari izlerken, hissettigi kendisi, kurtarabilirdi onu bu kasvetten. Zavallı ruhum... Farklı bir şehir, başka hissettirebilirdi ümidiyle çıkmıştım yola, küçük dünyamdan sıyrılmak için yani bir bakıma. Şimdiyse rahatsızlık hissi veriyordu üzerime sinen bu şehir; kültürü, inancı, yaşayış biçimiyle insanlar. Hickimseye maruz kalmadan yapilan bir yolculuk sonrasi, kendi evimde yapacagim sıcak bir banyo ve odamdaki kucuk dunyam siyirabilirdi beni bu gerceklikten. Aklımdan çıkaramıyordım, olmuyordu bir türlü kabullenemiyordum. Söyleyemiyordum bile, yani sanki dile getirsem kabullenmiş gibi hissedecektim bu ezilmişiği, misafir olarak gittiğim evde, biz 'kadın'ların, 'erkek'lerin sofrasını kurduktan sonra mutfağa çekilip küçük bir masada ikinci bir sofra kurduğumuzu söylemeyeceğim size. Misafirdim ben de, evet ama bilememiştim yemek masasında yer edinmek için 'erkek' olmak gerektiğini. Paylaşmayacağım sizinle nasıl üzüldüğümü, ne konuşabildiğimi ne susabildiğimi; ne kabullenebildiğimi ne de reddedebildiğimi, çünkü yaşadğım 'onların gerçekliği'ydi. Konuşarak değiştiremezdim. Hani yadırgarcasına değil sorgulatmaya çalışırcasına sordum nasıl böyle kabullendiklerini. 'Daha rahat işte kendi kendimize beraberce yemek yiyoruz. Ne güzel' dedi evin annesi. Alışkanlıktı çünkü onun için, 'normal'i, 'doğal'ı buydu, anlamıştım onu, ama aklımdan atamadığım değersizlik hissiyle hiçbir şeyin tadına bakamıyordum, sadece evime dönmek istiyordum. Söylesem neyi değiştirebileceğim ki, dolmuşa bindiğimizde muavinin en öncelikli işinin, ücret almak değil, kadınları yan yana, erkekleri yan yana oturtmak olduğunu. Bir kadın bir erkekle yan yana mı oturdu? Heyhat! Nasıl olur? 'Sen ordaki, ha in bakalım bir aşağıya. Teyze sen çocuğu kucağına al, şu ablanın yanına geç. Ha sen de bin şimdi otur şöyle. Şimdi oldu. Haydi yola.' Sakın 'Bizim toplumumuz ve bizim gerçeğimiz bu zaten, bilmiyor musun?' deme olur mu bana çünkü bilmek başka, yaşayıp hissetmek başka... Hem ben hiç bilememiştim, duymamıştım ki, cinsiyeti olduğunu misafirin! Gitme vaktiydi, oturdum koltuğuma, ve gezdiğim şehirleri işaretlediğim haritama bir tik daha attım. Hayalim; şehir şehir ülke ülke gezip, fotoğraflamaktı karanlıkta ışıkları. Sorduğum soruyu unutmuştum, ne dediğini algılamam bir süre aldı. 'Tüm yol boyunca oturabilirsin cam kenarında, zaten uyayacağım ben yorgunum.' dedi. Hatırladım, cam kenarına oturma izni istemiştim. Kulağıma kulaklığımı taktım, bir parça öfke bir parça çaresizlik, bir yanda kendimizi sınırladığımız küçük dünyalarımız, bir yanda dış dünyada olan bitenler, bir yandan kendi 'gerçek'liğimiz diğer yanda ayakları yere basan dünya gerçekliği... Ortak olmak istemediğim; bunalımı ve depresyonu toplumun... Ya beni de içine çekerese korkusu, kendi düşlerimden saptırırsa, ya kendi 'gerçek' liğine inandırırsa beni... Sus artık! Ben vardım sadece, karanlıkta yol alıyorduk, ışıklar uzaklarda -yaşama sevincim-! İcimde bir yerlerde bir çocugu öldüreceklerdi, beynimde yeniden beliren, ayaklari yere basan dünya gercekleri. Ne zaman zihnime yerlesmislerdi ki? Belki de birlikte dogdugmuz gerceklerdi onlar, belki cok kucukken bana dogru diye ogretilenler, belki de bazen dogrulardi kabul etmek istemedigim. Ya da ait degillerdi bana, ben sadece gormekle duymakla kalmayip, fazlasiyla hissettim. Suc sadece bu sehre ait degildi, uzun suredir kendme ait evimde, biraz farkindasiz yasiyordum belki de. Bunyeme uyumsuz bir doku, bir organdi 'dış gerçeklilk ve ben farkinda degildim, daha once de birkac kez karsilasmis olmaliydim ki, ruhum bu kez şiddetle reddediyordu bunu, kabul etmiyordu dokusunu dunyanin, evet iste olan biten bundan ibaretti belki de. Bir yerlerden tanimadigim da dogru degil bu gercekligi. Diyorum belki dogdugumda islenmemis bir bilgiydi ve duruyordu beynimin bir kosesinde, ya da bu gerceklik travmaydi benim icin, beynim bununla yasamayi tercih etmedigi icin unutmayi secmisti. Uzun suredir yoklardi, belki baska insanlarin hayatlarini sarsmakla mesgullerdi, belki yorulmuslardi ve dinlenmektelerdi uzaklarda çok uzaklardaki magaralarinda, simdi uyanmislardi yeniden, uyanip sokaklara dokulmuslerdi, bastirmakla yukumlulerdi ayaklari yere, akillari havadan toplamakti vazifeleri, mumkun degildi hissetmemeniz varliklarini... Yeryuzunu sarsan adimlari vardi onlarin; uykudan uyandirmakla kalsa iyi, ölüleri mezarlarindan cikartan adimlardi onlar. Uyandirdin beni guzel uykumdan, nefessiz kaldigim icin uyandim, icimdeki cocugun cigligina uyandim belki de hatirlamiyorum. Simdi sira bende, icimdeki cocugun intikamini aliyorum; bogmaya calisiyorum seni, evet sen, ayaklari yere basan gerceklik, ya da kendini gerçeklik sanan toplum, ofkem nefretim sana, cunku hayallerimi elimden aliyor, beni buyumeye zorluyorsun, anlamiyorsun degil mi ben bunu istemiyorum. Birak beni, vazgec aynilastirmaya calismaktan, kabul edilir olmaya zorlama, gosterme bana gercekligini dunyanin. Ne kadar farkli olabiliriz ki, bu kadar icine girmisken toplumun, bu kadar cok kaygisina dusmusken gelecegimizin, bu kadar onemserken sayginligimizi, yani iste bu kadar dunya gerceklerinden biri olmusken biz, ne kadar baska olabiliriz ki? İste bu yuzden ugrasma benimle, alma hayallerimi elimden, birak kendi gercekligimde yasayayim, senin dogrun senin olsun, izin ver kendi dogrularimi yasatayim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © sirin aydin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |