Geçmiş ölmedi. Henüz geçmedi bile. -William Faulkner |
|
||||||||||
|
Ebruli bir yangın adını koymadığın uğultulu bir şiir bestelerdi devamlı, kıtaları hep eksik kalır adımla tamamlardın sonunu. Geceler gibi türkü yakardın utangaç yanaklarının zemheri soğuğunda. Barakalarda yaşayan çocuklar gibi kimsesizliğini içine yığar dumanlı ve çaresiz bir pencereden bakardın hayata. Devamlı fırtınalıydı sesin, bulutluydu birazda. Hüzün yüklüydü yüreğin. Gelecek kaygısı olmayan bir derviş gibi bağdaş kurmuş içine, oturmuş, endişeler solurdu derin derin. Sürekli eski hamur yapraklı kitapların sayfalarını karıştırırdı zihnin. Hep bir ışık bir aydınlık arar çok uzaklarda gördüğü sönük bir yıldıza bakarak sevinçten sokaklara fırlardı gençliğin. Ümit etmek senin en büyük azığın umutsuzluk açlığındı. Kaygılı kalbinin çarpıntılarını iyi duyardım, çünkü sen kalbini kalbime yaslayarak ağlardın. Hiç unutmadım ekin tarlaları gibi bir o yana bir bu yana dalgalanan saçlarının karanlık yanlarını. Soğuk düşüncelerinin kaygılı tarafına gizlediğin hançerlerinin parıltısını görüyordum susarken. Kanlı gömleğim astığın darğaçlarında yalnız kalsada anlardım bir gün ipimi senin çekeceğini. Ey dört büyük kapı gibi dört ayrı bilgi şehrinin dört harfli gizli bilmecesi. Ey gönlümün yengeç taraflarını besleyen dört harfli gizli cenneti. Nedir bu yaşadıklarımız? Bir rüyamıdır sabah kalktığımızda kendimize geleceğimiz, kısa zamanlı bir rüya? Bir kırlangıcın acı bekleyişimi ayrılığımız yoksa, yuvasına dönünce “acı” tebessüme dönecek ve sıcak tüylü ikizine sarılıp uyuyunca her şeyi unutacak? Sarsıntılarının ardı arkası bir türlü kesilmeyen şiddetli bir deprem mi yaşadığımız bu sene? Sabahı olmayacak geceye mi hapsoldu geleceğimiz, uyanamayacak mıyız, göremeyecek miyiz ışığı? Neden kristal gözlerinde büyüttüğümüz mavi düşlü yuvamızı ateşler sardı sevdiğim? Geçer demiştin korkma, buda geçer sevdiğim. Hani geçerdi acısı asit dökülünce gözlere, biterdi bir gün sancısı. Hani alışırdım yokluğuna, unuturdum her şeyi uğraşlar başlayınca? Hani kalkacaktı üzerime binen o dağ üstümden? Aylar oıldu neden görmüyor hala gözlerim sevdiğim? Neden hala o dağ üzerimde duruyor, neden yakıyor asit içimin organlarını? Neden içimin duvar diplerinde susturamadığım o çocuk hala ağlıyor, hala yalvarır gibi bakıyor ardından, neden? Yandım, Tek kelime ile yandım ey gökyüzü sakinlerinin gözlerinden dua çaldığı sevgili. Ey Mekke sokaklarında sevgiliye koşanların yüreğinden sevgi aldığı bereket evi. Ey kapısı açılmamış mahrem mabetlerin sevmelerinden bekaret dilendiği kutsal sevgili? Ayrılığın; felç geçirmek, ayrılığın bir küçük bedene denizler dolusu zehir içirmek, ayrılığın dağları taşları üzerine devirmek gibi bir şey. Kurumuş çöl gecelerinde günlerdir su içemeyen çaresiz bedevinin kum yığınlarına su diye saldırması gibi bilinci allak-bullak eden bir kasırga saldırısı üstüme. Sevgili, ah sevgilim. Varlığın bana yetmez iken sen yokluğunu bir gece gibi üstüme çekip boğmaya çalışıyorsun karanlığında. Seninle bir gün birlikte zaman geçirmeyi dünyanın hiçbir lezzetine değişmeyen bir canı harap ediyor aylardır cehhenmelerinde yakıp kavuruyorsun. Ruhumun kalelerini bir bir teslim etmişken sana, sen hala başka krallıklar mı arıyorsun sultanım vefasız şehirlerin küf kokan zamanlarında? Ordularımla isteyerek boyun eğip teslim olmuşken kudretine, görmüyorsun. Tüm hazinelerimi ayaklarına yığmış geçeceğin yollara şeffaf cam parçacıklarından kaldırımlar örmüşken bakmıyorsun önüne. Bak artık, ellerimi kafatasımın içine sokup senden başka her şeyi çıkarıp atalı kaç sene oldu. Can iste benden istemediğin kadar verip seni cana boğayım. Kan iste, göklerden yağmur yerine üzerine kan sağayım. “Güneş ol” de, güneşin olup her sabah sen uyanmadan üzerine doğayım. Yâda bir şiir iste benden, de ki “yazarsan gelirim.” “Harfleri bir cellâdın baltası kadar keskin, kelimeleri gözlerim kadar arbade, cümleleri sözlerim kadar yıkıcı bir darbe olsun” de. Hadi desene “Bir şiir yaz bana ki içinde sen ben ve ikimiz olmasın, ama baştan sona ‘biz’ olsun.” Hele bir iste… Bir şiir yazarım ki sana anlamında bilincini yitirir kelimelerinde bedeninii darağacına götürür noktalarıyla kendini öldürürsün. Seni bir yazarım ki sana kendini kıskanmayı unutur, tükenir ziyan olursun. Ben iyi yazarım seni. Çünkü dudaklarının gölgesinin bir akşam kızılı gibi kırlangıçların üzerine nasıl düştüğünü ben bilirim. Teninin beyazlığına sığınan sabah saatlerinin gölgelerle sobeleşmesini duydum ben. Ağlayan bir keman telinin titremesi gibi bakışının sarsıntılarıyla yırtılan topraklarıma sığınan güvercinler şahidim olsun ki gülüşünü gözlerime, konuşmanı sözlerime, ağlamanı göklerime çizdim ben. Sözlerimi Fuzuli’den Ferhat’tan almadım ben, bakışlarının deli deli akan tarafından getirdim. Kuyularda Yusuf’larla oturmadım bilmem güzelliğin rengini. Ben güzelliği yalın ayak yürüdüğüm kalbinin Arafat'larından topladım. Ne Antik Yunan’ın Hermes’ini bilirim nede Sokrates’ini. Ben bakışlarının Medresesinde cümleler biriktirdim toz-toprak ellerimle. Her gün içime dökülen kuyularımı melekliğinle yıkayıp kelimelerimi gülüşlerinin intiharından büyüttüm. Seni yazdım seni okudum seni ezberledim, seni hatmedim üç yüz yıl. Ekmeği aş’ı olsun diye kör kuyularda Yusuf’lara bıraktım sesini de öyle geldim ben sana. Onu karanlıklarından çekip çıkaran kervancı başı sendin kenan çölünde. Sendin Mısır’a gidip pazarda satın alan Züleyha tenli melek. Sendin zindanda Yusuf’Un omuzuna konan yeşil kanatlı kelebek. Leyla suretti sadece, sendin Kays’a çarpan o dalga. Şirin güzel değildi seni yüzüne çalana değin o sabah. Aslı’nın kapanan düğmelerine kilitledim adını. Açıldıkça kapanan, kapandıkça açılan ama hep eksik hep yarım, hep boğuk bir nefes gibi tamamlanmadan başlayan bir büyü gibi hayatını kaderime bağladım. Ey günahlarına ölmelerimi keffaret sayacak kadar tutku ile bağlandığım sevgili! Aç kapılarını, mescidine kilit vurma vakitsiz. Günahtır, bırakma beni namazsın ibadetsiz. Aç, bu kaçıncı ezan okunan, dışarlardayım. Secdelere susadım ben kıyamına durmaya geldim bu gece. Aç ben geldim. 16.Haziran 2012 - 03.30
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nail Varal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |