Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine... |
|
||||||||||
|
BAYRAM AYAKKABISI Kara kışın, canlılara düşmanlığının doruklara çıktığı zamanlardı. Güneş kendini dahi ısıtamıyordu. Annesinin” geç kalıyorsun hadi artık” sesiyle uyandı. Duymazdan geldi. Biraz şekerleme yapmak istedi .Buna annesinin fırsat vermeyeceğini, burnuna gelen kızarmış ekmek kokusundan anladı. Suna sıcak yatağından istemeye istemeye kalktı. Buz gibi odanın soğukluğunu hissedince, yanan sobanın Yanına kendini attı. Soba ancak yanına yaklaşınca sıcaklığını hissetiriyordu . Hızlı hızlı giyindi. Annesinin hazırladığı kahvaltı olarak var olan buruşuk birkaç zeytinden bir tanesini ağzına atıp, soba üzerinde kızarmakta olan ekmek dilimlerinden ısırdı. Annesinin söylenmesine fırsat vermeden paltosunu aldı. Uyumakta olan kardeşine sevgi ile baktı.” Ne güzel, bu havada sıcak yatağından çıkmadan uyumak” diye düşündü. Çantasını kaptığı gibi dışarı çıktı. Soğuğu kemiklerinde hissetti. Hemen paltosunu giydi. Hasta olursam suçlanırım endişesiyle, başını atkı ile sardı. Bahçe kapısını kapatıp sokağa çıktığında; sanki tüm insanlar tavuklar gibi başlarını gövdelerinin içine çekmiş, yürüyorlardı. Suna bedeninden büyük olan eski paltosunun yakasını kaldırdı. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Okula zil çalmadan varmak istiyordu. Törenden önce ısınacak zaman bulabilirse iyi olacaktı. Okula vardığında tören başlamıştı. Arkada sıraya girdi , . Hareketsiz duruşu daha çok üşümesine yol açtı. Biraz kıpırdamak istediğinde öğretmenin sert bakışıyla karşılaştı. ,haz rol vaziyetine geçti. Tören bitinceye kadar dişleri takırdamaya başladı. . Sıra halinde içeri girerlerken hiçbir arkadaşının kendisi kadar üşümediğini fark etti. Sınıfın kapısında girerken kendilerini karşılayan sıcaklığı hissedince, içini bir sevinç kapladı. İyi ki okula gidiyordu. . . Sırasına geçip üzerindeki eski paltoyu çıkarıp ters çevirdi. Oturduğu sıranın arkasına acele yerleştirdi. Ödevini öğretmen söylemeden, çantadan çıkarıp sıranın üstüne hazırladı. Ellerinin morluğu pembeye dönmeye başlamıştı. Çantasından mendilini de çıkardı. Acaba tek mendile öğretmen kızarmaydı? Hep” iki mendil bulundurun yanınızda” derdi de! Az sonra işini bitirip, çevik bir hareketle masadan kalkan öğretmen”, ödevlerinizi açın “dedi. O sırada kapı vuruldu. Sınıfa hizmetli girdi. Elindeki yazılı kâğıdı öğretmene uzattı. Öğretmen okudu sonra üzerine bir şeyler yazıp imzalayarak geri verdi. Hizmetli beklemeye devam ederken, öğretmen; “Suna ve Aydın siz Müdür Yardımcısı Hasan Bey ‘in odasına gideceksiniz. Hüseyin Efendi ‘yi takip edin” dedi. Aydın hemen ayağa kalktı. Suna korka korka hizmetlinin yanına doğru yürüdü. Bir kabahat işlememişlerdi! Neden Müdür Yardımcısının odasına gideceklerdi, Aydın’ ın yüzüne” Neden gidiyoruz?” Anlamında baktı. Aydın “bende bilmiyorum” yanıtını bakışla verdi. Hizmetli önde Aydın ve Suna arkada Müdür Yardımcısının odasına vardılar. Odada kendilerinden önce gelmiş beş altı öğrenci vardı. ,Odadaki masanın önündeki koltukların sağ tarafında bir yabancı oturuyordu. Koltuğa sığmakta zorlandığı her halinden belli oluyordu. Göbeği dizlerinin üzerine yığılmış, boynunun altından bir boyun daha sarkıyordu. Saçının bir kısmını kelini kapatmak için kullanmıştı. Odada bulunan öğrencileri baştan aşağı süzüyordu. Suna odadaki yabancının kim olduğunu öğrenmek istercesine arkadaşlarının yüzünde tarama yaptı. Onlarda bir Müdür Yardımcısına, bir adama bakıyorlardı. Adam arkasına yaslanarak ,keyifle kahvesini içiyordu. Suna odanın içini meraklı gözlerle incelerken; masanın arkasındaki sol köşede birbirinin aynısı, siyah ayakkabı yığınını gördü. Bir kendi ayağındaki lastik ayakkabıya baktı, bir yığınla duran deri ayakkabılara. Sanki birkaç çuvaldan boşaltılmış gibi duran bu ayakkabılardan birini kendisine verseler ne iyi olurdu. Adam” Hasan Bey çocuklara birkaç soru sorabilir miyim?” Deyince Suna’ nın içini bir korku kapladı, ya sorulara doğru yanıt veremezsem! Diye endişesi daha da arttı. Adam tedirgin bekleyen öğrencilere döndü. Babalarının ne iş yaptığını, evlerinin kendilerinin olup olmadığını, kaç kardeş olduklarını soruyordu. Tam sıra Aydın’ a geldi. Adam babasının işini sorunca Aydın” babam yok” yanıtını verdi. Tek sıra halinde duvara doğru yan yana dizili öğrencilerin, çoğunun babası ya işsiz, ya da ölmüştü. Şişman adam” Yahu Hasan Bey bunların çoğunun babası yok” diye manalı manalı sırıttı. Aydın’a dönüp “madem baban yok, eve kim bakıyor öyleyse”? Dedi. Aydın “ annem evlere temizliğe gidiyor” diye yanıtladı. Müdür Yardımcısı Hasan Bey konuyu değiştirmek isteyen insanlara özgü çabuklukla, kalkıp ayakkabı yığınına doğru yöneldi. “.Çocuklar sırayla bana ayakkabı numaralarınızı söyleyin” dedi. Suna’ nın içini bir sevinç kapladı. Dileği gerçekleşi yordu. Demek bu deri ayakkabılardan birini kendine vereceklerdi! Artık lastik ayakkabıdan kurtulacak, ayaklarının yan tarafı yara olmayacaktı. Sonra babasının işsiz oluşunun sorumlusu kendisiymişçesine yaşadığı utancı belirtmek durumunda kalmayacaktı. Ağabeyinin sattığı gevreklerle geçinmeye çalıştıklarını söylemek zorunda değildi. .Birbirlerine arkalarından iple bağlı ayakkabıların altlarına bakıp çocukların söylediği numarayı bularak veren Müdür Yardımcısı Hasan Bey bir yandan da elindeki listeye de işaret koyuyordu. Sıra Suna’ ya gelmişti ama ayakkabı numarasının kaç olduğunu bilmiyordu. Her yıl okul açılmadan birkaç gün önce babası bir çift lastik ayakkabı getirir o da giyerdi. Hiç ayakkabı numarası diye bir şey duymamıştı. Odada yaşananlardan anlamaya çalışıyordu. Hasan Bey” söyle kızım sen kaç numara giyiyorsun” dediğinde” bilmiyorum” dedi. Hasan Bey” öyleyse ayağındaki ayakkabının altına bak” dedi. Suna duvardan tutunarak ayakkabısının altına bakmaya çalıştı. Bir şey göremedi çünkü ayakkabının altı aşınmış rakamlar gözükmüyordu. Hasan Bey kendisi bakmaya çalışırken, Suna dengesini kaybederek şişman adamın önüne doğru, omuz üzeri düştü. Adam gülerek” orayı sana vermezler bak” diye güldü. Hasan Bey Suna’ yı yerden kaldırdı. Omzunu, kolunu kontrol etti. Adamın karşısındaki boş koltuğa oturttu. Birkaç tane ayakkabı getirip denedi.” Bak otuz beş numara giyiyormuşsun, iyi öğren” dedi. İplerin ortasından tutarak eline ayakkabıları verirken” omuzun çok acıyor mu yavrum?” Diye de sormayı ihmal etmedi. Suna Aydın’la birlikte ayakkabılarını alıp odadan çıktı. Sınıfa yaklaşınca ellerindeki ayakkabılarla içeri girmenin nasıl onur kırıcı olduğunu düşündü. Yüzünün kızardığını hissediyordu. Elinden gelse ayakkabıları bir yere saklar, kimse görmeden alır giderdi. Nereye bırakabilirdi? Çaresiz ellerinde ayakkabılar, sınıfın kapısını vurdular. Öğretmenin” GEL” sesiyle içeri girdiler. Tüm sınıf meraklı gözlerle ellerindeki ayakkabılara bakıyordu. Öğretmen” yerlerinize geçin” dedi ve derse devam etti. Aydın’ ın ayakkabısını sıranın içine koyduğunu görünce, kendisi de saklarcasına ayakkabıyı sıranın için soktu. Son zil çaldı. Eve gitme vakti geldi. Toplanmayı çok yavaştan aldı. Arkadaşlarının çıkmasını bekliyordu. Sınıfın büyük çoğunluğu çıkınca ayakkabıları çantasına sokmaya çalıştı. Çantanın kapağı bir türlü kapanmıyordu. Çaresiz ayakkabıyı eline aldı. Sanki yolda herkes onun fakir olduğunu anlayacaktı. Başını yerden kaldırmadan, kimseyle göz göze gelmeden hızlı hızlı yürüdü. Eve geldi. Annesi şaşkın! O elindeki ayakkabı kimin? Dedi. Suna olanları bir bir anlattı. Annesi” iyi ama kızım bu erkek ayakkabısı “deyince. Suna’ nın yaşadığı sevinç ve utanç duygularının yerini hayal kırıklığı aldı. Annesi durumu fark ederek” yine de ayağındaki lastikten iyidir. Ramazan Bayramına bir hafta var, bayramda giyersin” diyerek ayakkabıyı alıp, gardorabın üzerine koydu.” Baban bayramdan önce iş bulur çalışırsa, sana kız ayakkabısı alır, bunu da kardeşin giyer” dedi. Suna’da annesine yanıt verecek moral kalmamıştı. Suna akşam yatarken” Allahlım ne olur yarın amele pazarından babama iş çıksın” diye dua ederek uykuya daldı. Annesi üzerini deki yorganı düzeltmek için odaya girip , yatağa eğildiğinde Suna’nın o upuzun siyah kirpiklerinin ıslaklığını görünce, içini acı kapladı. Bir şeyler yapmak isteyip de, elinden hiç bir şey gelemeyen insanların çaresizliği içinde, elektrik düğmesini kapatıp ,odadan yavaşça çıktı. MEDİNE
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Medine Yıldırım, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |