Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Bilimsel olarak insanın dine inanması ya da diğer ifadeyle tapınması, baştan itibaren psikolojiktir. Bunun açıklaması, insan karşılaştığı ya da çok etkilendiği doğa vb. olaylardan korktuğu içindir. Veya bir anlam veremeyişinden kaynaklanan doğal ruhsal bir durumdur. İnanışla ilgili bilimsel temel bu doğrultuda olduğuna göre, ilk aşamada basit ve doğal bir tapınmayla başlayan ruhsal yapı, on binlerce yıl evrimsel aşamayı tamamladıktan sonra, tamamen ekonomik ve siyasal çıkarlara dayanan derin soyutsal dini tapınmacılığa dönüştüğü rahatlıkla anlaşılmaktadır. Buna neden olan en büyük kaynaksa, insanın zamanla bilinç ve düşünce yapısının gelişmiş olması kendini, doğayı ve çıkarlarını daha iyi kavraması sonucunda gerçekleşmiştir. Siyasallaşmış dini tapınma her seferinde kendisini dayattıkça, buna karşı olanlarda o doğrultuda dinden uzaklaşmışlardır. Şimdi insanın ilk doğal ruhsal yapısındaki inançla, siyasal din inanışının değişim aşamalarını tek tek incelemeye çalışalım. Tam tapınma şeklinde anlaşılmasa da buna yakın ilk iz ve işaretlerin, M.Ö.65 bin yıllarında Avcılık (Paleolitik) Çağın sonu, Mezolitik ara dönemle başlamıştır. Bu tapınmalar yağmur, su, güneş, toprak şimşek vb. Paganist inanışlar olduğu görülmektedir. Söz konusu tarihsel aşamada mevcut inanışları eleştirecek durumda değiliz. Çünkü insanın beyin gelişim kapasitesi ve bilinç yapısı bazı şeyleri daha yeni yeni kavramaya başlamıştır. Söz konusu çağda insanlar küçük gruplar şeklinde orman içlerinde ve taş kovuklarda çıplak şekilde yaşarken, Adem ve Havva başta olmak üzere kutsal dini peygamberlerle ilgili en ufak bir işaret bulunmamaktadır. Metafizik İdealist felsefenin iddia ettiği gibi, insan her yönüyle dört başı mahmur bir şekilde hiçbir zaman var olmamıştır dünyada. Hatta yüceltilen tek tanrılı dinlerin her şeye hakim olduğu dönemlerde dahi, insanlığın büyük çoğunluğu insanlığa yakışmayan şartlarda yaşamını sürdürmüştür. Örneğin Adem ve Havva'nın cennetten basit bir suçla dünya yüzüne sürülmesi; Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden var olduğu hikayesi dahi, insanın beyin, bilinç., düşünce ve akıl noktasının ne kadar gelişmemiş geri olduğunu göstermeye yetiyor. Burada şu soru akla gelmektedir. Tanrı insanı ilk andan itibaren kadın ve erkeği ayrı, her şeyi tamam şekilde neden yaratmadı? Homo Erektus'un 12 milyon yıl önceki yaşamına gitmeden, M.Ö.35 bin yıllarından itibaren insanın bilinç ve ruhsal yapısı ele alındığında, bırakalım tanrı ve dinlere inanmayı, kendi varlığının dahi farkında değildi. İnsanın bu aşamasına, tek tanrılı dinler acaba nasıl bakmaktadır? İdealistler nasıl düşünürse düşünsün, ifade edilen dönemde insanın bazı şeylere bağlanması tamamen içgüdüsel, bilinç dışı doğal bir tepkime sonucudur. Şu tarihsel yaşananlar bu düşünceyi net bir şekilde kanıtlamaktadır. Ateşi en az 500 bin yıl önce tanımış insan, yiyeceğini pişirmeyi ve temizlenmeyi bilmediği halde, tanrı insanların temizlik vb. anlayacak kadar neden akıllı ve bilinçli insan yaratmadı? Mezolotik ara dönemle birlikte yavaş yavaş güneşin, yağmurun, suyun, toprağın bir şeyleri var ettiğini gören Pirimat ve Neandertaller, bu şaşkınlık içerisinde korku, mutluluk ve üzüntülerini ifade eden hareketlerle, inanış denilemeyecek kadar içgüdüsel doğal bir bağlılık göstermişlerdir. Korku, sevinç ve şaşkınlıklık sonucunda oluşan çok tanrılı inanışlardan Totem ve Animist dinler, 10 binlerce yıl aradan geçtikten sonra ancak manevi bir tapınmaya dönüşmüştür. M.Ö.15 bin yıllarından itibaren Tarımcı (Neolitik) Çağla birlikte, ekim ve hayvancılığa dayanan yaşamın sağladığı fayda, doğal varlıklara bağlanmayı biraz daha ilerletilmiş oldu. Ve böylece oluşturulan küçük baraka köylerin ortasında yakılan ateşin etrafında dans edip dönerek, doğa güçleri içerisinde en büyük değeri ateş ve güneşe vermiştir insan. Sürdürülen tarımsal üretim ve insan gücünün yaratmış olduğu değişim, insanın bilinç ve düşüncesini de aynı şekilde geliştirdiği için, Polotesit dini inanışlar evrilerek ikili bir tanrı inancı olan (Dualizm'e) inanılmaya başlanmış oldu. İfade edilen dönemle tanrı adı geçmeye başladığı halde, yine Adem ve Havva'nın hikayesine rastlanmamaktadır. Burada sormak gerekiyor. Tanrı bu aşamaya kadar neden bir peygamber ve kutsal kitap göndermedi? Dualist inanışla birlikte kadının doğurganlığı, aile ve topluma verdiği düzen, temizlik, çocukların eğitimi, sıcak yemeği icat etmesi ve güzelliğinin karşılığını, dönemin insanlığı Kadını Tanrıçalaştırarak onurlandırmıştır. M.Ö.5 bin yıllarına kadar devam eden Tanrıça inanç şekli, gelişen sosyal hayatın hepsine yetişemediğinden, Sümer Uygarlığı'yla birlikte Erkek Krallara da tanrı olma hakkı verilmiş olundu. Bu tarih aynı zamanda erkek egemenliğinin başlangıcıdır da. Böylece Mısır, Babil, Kassid, Nemrud, Hitit, Asur, ve Helen Krallıklarında kadınlar yavaş yavaş geri plana atılarak, Ataerkil toplumsal yaşam iyice kendisini dayatmıştır. Erkek bu egemenlikle bazı başarılar göstermesine rağmen, yolsuzluk ve haksızlıkları aynı derecede büyütmesi, Kral Tanrı inancının değişmesine neden olmuştur. M.Ö.1500 yıllarından itibaren Hz. İbrahim ortaya çıkıp insanın tanrı olamayacağını, tanrının insanlara asla haksızlık ve ceza vermeyeceğini ileri sürerek, Gök Tanrıcı inanç yaşamını başlatmış oldu. Tekrar aradan bin yıl geçtikten sonra Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in kendilerini tanrının temsilcisi (Peygamber) olarak görüp, bunu kanıtlamak için kendi düşünce yazıları olan kutsal kitapları göstererek toplumu ikna etmeyi başarmışlardır. Ancak toplum artık tarih öncesi insan olmadığı, bilinç ve düşünce yapısının gelişmesiyle, insanın tanrı temsilcisi olamayacağını, kutsal kitapların uydurma yazılar olduğu itirazları felsefi tartışmaları başlatmıştır. Aynı zamanda din adına çeşitli haksızlık ve katliamların yapılması, toplumda din ve tanrıya karşı büyük bir inançsızlığın gelişmesini tetiklediği de unutulmamalıdır. Semavi dinler, toplumsal yönetimleri ele geçirdiklerinde insanlara sürekli tanrının iyilik ve bolluk vereceği, kötülerin Allah tarafından cezalandırılacağı, Allah'a yalvaranların dileklerinin kabul edileceği düşünceleri gerçekleşmeyince, bu defa toplumda ikinci bir hayal kırıklığı yaşatılmış oldu. İfade edilen olaylar üzerine, en çok Helenistik çağda Yunanlı felsefeciler tarafından yürütülen tartışmalarla, “Metafizik, Teizm, Deizm, İdealizm, Ateizm ve Materyalizm gibi terimlerle, inanan ve inanmayanların düşünce yapıları netleştirilmiştir. Ancak Orta Çağdan günümüze kadar dünya devletlerinin büyük bir çoğunluğu, toplumları en kolay şekilde kendisine bağlayıp kontrol etmenin yolunu, tanrı ve dinlere inanışı yüceltmekte görmüşlerdir. Böylece dinler hak etmedikleri desteğe sahip oldular. Aslında insanların çoğunluğu din, inanç, devlet ve ticaretin aynı şeyler olmadığını bildikleri halde, devlet ve toplum tarafından tecrit, dışlanma ve ekonomik çıkar korkusu yüzünden inanıyor görünmektedirler. Bu tür toplumsal yapılarda insanlar deşifre olmamak için din ve Allah'a gerçek inananlardan daha çok zikrederler. Bilinç ve düşünce gelişimini tamamlamış toplumlar ve bireyler, artık teknolojik bilgi çağında dini inançlara sarılarak bir yere varılamayacağını bilmelerine rağmen, buna karşı koyacak gücü kendilerinde bulamayınca, sürekli inanıyormuş görünmek tek seçenekleri olmuştur. Çünkü devlet sistemleri, toplumları en kolay şekilde Allah ve dinle korkutup, egemen güçlerin çıkarlarını daha iyi korurken, sistemin de ömrünü uzatmış oluyorlar. Diğer taraftan gerçekten saf bir duyguyla dine inananlar, devletin dine neden bu kadar önem veriğini bir türlü anlamadan göçüp giderler. Özetlenerek ifade edilen tarihçeden de anlaşılacağı gibi, insanın dinlere inanışı ve aynı şekilde dinlerden uzaklaşması, bilimsel açıdan kısaca bu diyalektik evrimsel gerçeklikler doğrultusunda sürüp gelmiştir. Onun için ister doğal şekilde olsun ister de bilinç çerçevesinde, her tapınma ve bağlılığın ucunda maddi çıkarlar vardır. Devlet vb. oluşumlar bunun için dine inanmayı zorlamaktadır.. Maddi çıkar gözetmeden inanan insanlar her toplumda parmakla sayılacak kadar azdır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |