Evrim teorisinin temeli, fosil kayıtlarında türler arasında görülen geçiş formlarına dayanmaktadır. Ancak, fosil kayıtları oldukça eksiktir ve bu geçiş formlarına dair yeterli kanıt sunulmamaktadır. Evrimci bilim insanları, fosil bulgularını türlerin evrimsel geçişlerini kanıtlamak için kullanmaya çalışırken, çoğu zaman bu fosillerin herhangi bir tür değişimini net bir şekilde gösteremediği anlaşılmaktadır. Örneğin, Australopithecus'un insanın atası olduğu öne sürülse de, son yıllarda yapılan araştırmalar bu görüşün geçerliliğini yitirdiğini ortaya koymuştur. Fosil kayıtlarında yer alan "ara formlar", evrimci anlayışın aksine genellikle türler arası belirgin farklar gösterir ve geçiş sürecinin daha karmaşık olduğu gösterilmektedir. Evrim teorisi, farklı türler arasındaki genetik benzerliklerin, bu türlerin ortak bir atadan türediğini gösterdiğini iddia eder. Ancak genetik bilimdeki yeni bulgular, türler arasında görülen benzerliklerin, tek bir atadan türemekle açıklanamayacak kadar karmaşık olabileceğini gösteriyor. Evrim teorisi, biyolojik çeşitliliğin doğal seleksiyon ve rastlantısal mutasyonlarla ortaya çıktığını öne sürer. Ancak, doğada gözlemlenen karmaşık biyolojik yapılar ve sistemler, tesadüfi süreçlerin bir sonucu olarak açıklanabilir mi? Örneğin, göz, kalp, beyin gibi organlar, son derece düzenli ve uyumlu çalışır. Bu tür yapıların evrimsel bir süreçle tesadüfen meydana gelmesi pek olası değildir. Tasarımcı bir zekâya ihtiyaç duyduğu düşünülen bu organlar, tesadüfi süreçlerin ve doğal seleksiyonun ötesinde bir amaca hizmet eder. Evrim teorisinin karmaşık biyolojik yapıları açıklamada yetersiz kaldığı açıktır. Evrim, biyolojik çeşitliliğin evrimsel süreçlerle arttığını savunur. Ancak bu süreçlerin çoğu zaman yeni ve işlevsel türler yaratmadığı, aksine zararlı mutasyonlarla türlerin varlıklarını sürdüremedikleri görülmektedir. Genetik mutasyonlar, çoğu zaman canlıların hayatta kalmasını zorlaştırır. Bu durumda, evrimsel süreçlerin biyolojik çeşitliliği yaratmak yerine, çoğu zaman zararlı etkiler yarattığı söylenebilir. Doğal seleksiyon, her zaman daha güçlü türleri ayırmakta başarılı olamayabilir. Bu, evrimci bir bakış açısının biyolojik çeşitliliği açıklamada eksik kaldığına dair bir kanıt olarak değerlendirilebilir. İnsanların maymunlardan türediği iddiası, evrim teorisinin merkezinde yer alır. Ancak, insanın kökeni üzerine yapılan araştırmalar, insanın kökeninin çok daha karmaşık ve benzersiz bir süreç olduğunu gösteriyor. İnsan, yalnızca biyolojik değil, kültürel, sosyal ve zihinsel anlamda da eşsizdir. Evrimci bakış açısı, insanın bu karmaşıklığını tam olarak açıklayamaz. Homo sapiens’in ortaya çıkışı, biyolojik ve genetik açıdan oldukça özgündür ve bu, evrimsel bir geçişin ötesinde bir tasarımın işareti olabilir. İnsanlığın gelişimi, yalnızca biyolojik değil, entelektüel ve ruhsal bir yükselişi de içerir. Evrim teorisi, bilimsel bir temele dayandığını iddia etse de, birçok açıdan eleştirilebilir. Fosil kayıtlarındaki eksiklikler, genetik benzerliklerin yanıltıcı olması, karmaşık biyolojik yapıların tesadüflerle açıklanması, evrim teorisinin güvenilirliğini sorgulayan önemli faktörlerdir. Evrim, biyolojik çeşitliliği ve insanın kökenini tam anlamıyla açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bunun yerine, karmaşık yapılar ve türlerin varlığı, bilinçli bir tasarımı işaret ediyor. Evrim karşıtı bir bakış açısı, bu eksiklikleri ve hataları vurgulayarak, insan ve doğa hakkında daha derin ve anlamlı bir anlayışa ulaşmayı amaçlar.
Sonuç olarak evrim bilimsel değil bir felsefi inançtır. Bir atomu parçalara ayırmaksa batıl bir fikri çürütmekten daha kolaydır.