Evrim teorisi, bilim dünyasında uzun yıllardır tartışılan bir konu olarak varlığını sürdürmektedir. Charles Darwin’in öne sürdüğü bu teori, türlerin doğal seçilim ve mutasyonlar yoluyla değişerek başka türlere dönüştüğünü iddia eder. Ancak, modern bilimsel araştırmalar ve bu teoriye yönelik eleştiriler, evrim teorisinin pek çok noktada eksiklik ve tutarsızlık içerdiğini ortaya koymaktadır. İnsan evrimi konusunda yapılan çalışmalar, bu alandaki belirsizliklerin ve çelişkilerin boyutunu gözler önüne sermektedir. Lord Solly Zuckerman, insan fosilleri üzerinde yıllarca çalışmış ve bu konuda önemli katkılar sağlamış bir bilim insanıdır. Evrimci bir bilim insanı olmasına rağmen, insanın evrimine dair fosil kayıtlarını inceledikten sonra gerçek bir soy ağacının bulunmadığı sonucuna varmıştır. Zuckerman, bilimsel bilginin nesnelliği üzerinde duran bir "bilim skalası" oluşturmuş ve insanın evrimi konusunu, bilimsellik açısından en düşük düzeyde değerlendirmiştir. Henry Gee de benzer bir noktaya dikkat çekmiş ve insan evrimiyle ilgili fosil kayıtlarının son derece sınırlı olduğunu ifade etmiştir. Ona göre, insan evrimi şeması, tamamen varsayımlara dayalı bir insan icadıdır. Bu şema, bilimsel bir hipotez olmaktan çok masalsı bir anlatıdır ve bilimsel açıdan test edilebilir bir temele sahip değildir. Evrim teorisinin en büyük sorunlarından biri, ara fosil kayıtlarının eksikliğidir. Eğer canlılar başka canlılara dönüşerek evrimleştiyse, doğada sayısız ara form bulunması gerekirdi. Ancak bugüne kadar keşfedilen yaklaşık 300 milyon fosilin tamamı, bilinen türlere aittir ve eksiksizdir. Bu durum, evrim teorisinin temel iddialarından biri olan ara formların varlığını destekleyecek kanıtların eksikliğini ortaya koymaktadır. Darwin’in kendisi de bu noktada evrim teorisinin karşı karşıya olduğu en büyük itirazlardan birinin fosil kayıtlarının bu tür ara formları göstermemesi olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca, eğer mutasyonlar yoluyla canlılar başka türlere dönüşüyorsa, fosil kayıtlarında "üç beyinli", "çift omurlu" ya da "altı parmaklı" gibi garip ara formlara rastlanması gerekirdi. Ancak, böyle bir bulguya hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Evrim teorisinin bilimsel tutarlılığına yönelik eleştiriler, bilim insanlarının bu konuda dogmatik bir yaklaşım sergilediği iddiasını da gündeme getirmektedir. Discovery Archaeology dergisinin editörü Robert Locke, insan atalarını aramanın çoğu zaman "ışık yerine ısı verdiğini" ifade etmiş ve bu alanda çalışan bilim insanlarının hayal kırıklığı yaşadığını belirtmiştir. Evrimci paleoantropolog Tim White da bu durumu itiraf etmiş ve insan evrimiyle ilgili sorulara cevap bulamamanın bir hayal kırıklığı kaynağı olduğunu dile getirmiştir. Bu durum, evrim teorisinin yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda felsefi ve ideolojik bir temele dayandığını göstermektedir. Evrimi savunan pek çok bilim insanı, teoriyi terk etmeleri durumunda karşılaşacakları "yaratılış gerçeğinden" korktukları için bu dogmayı sürdürmekte ısrar etmektedir. Elde edilen veriler, evrim teorisinin birçok açıdan yetersiz olduğunu ve insanın kökeniyle ilgili tatmin edici bir açıklama sunamadığını göstermektedir. Tüm fosil kayıtları, doğada bir düzenin var olduğunu ve canlıların eksiksiz bir şekilde yaratıldığını ortaya koymaktadır. İnsan, bilinçsiz bir evrim sürecinin ürünü değil, Yaratıcı’nın bir eseri olarak dünyada var olmuştur. Bu gerçek, insanı yalnızca doğaya karşı değil, Yaratıcı’ya karşı da sorumlu kılmaktadır. Evrim teorisinin propagandası ne kadar güçlü olursa olsun, bilimsel gerçekler ve fosil kayıtları bu teorinin büyük bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermektedir. İnsan, tesadüfi süreçlerin değil, bilinçli bir yaratılışın sonucudur.