Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Dede’m Korkut’un eşsiz hoşgörüsüne sığınıyorum. * Deli Dumrul’un başlangıçtaki adı Dumrul’muş. Daha doğrusu, göbek bağı, sapı işlemeli hançerle “hart” diye kesilirken verilen adı buymuş. Bostancı Korkut’un Dumrul diye biliniyor daha çok. Bunlar benim atmalı kurgulamam. İşini iyi bilen ve iş bitiren bir adam bu Dumrul. Büyük eniştesiyle birlikte sal taşımacılığı yapmanın yanında babasının bostanlarını satıyor. Bir de, çok yaman zeybek oynarmış. -Hadi bu da benden olsun- Ayrıca, hediyelik olarak her sene ülkenin beyine deve kervanıyla en nefis kokulu kavun, tadına doyum olmayan karpuz ve mor üzüm yolladığı için haliyle, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyen biri olarak da biliniyor. İşte bu Dumrul’un köyü ile komşu köyler arasında azgın mı azgın akan, haritaya göre ırmak, ahaliye göre bir çay bulunuyor. Adı da Deli Çay. Sal ve kayıklarla karşıya geçiş ve geriye dönüşlerde çaya sık sık kurban veriliyor. Yıkanırken de taharetlenirken de işte bu Deli Çay, sanki büyülü bir çekim gücüne sahipmişçesine suyunu kirletenleri akarına çekip, kolay kolay da canlı olarak geriye vermiyor. * Taze gelin Sümbül hanımla kocası Âzat, bir yaz günü havanın kavurucu sıcaklığından bunaldıkları için Deli Çay’ın soğuk suyunda serinlemek istiyorlar. Çayın kenarındaki, sazlık, kuytuluk ve tenhalık bir yerine geldiklerinde üstlerindeki esvapları gönül çelen bir ahenkle çıkarırlarken utangaçça bakışıyorlar. İki etek, üç esvap daha derken aşka gelerek arzularını aheste bir hazla gideriyorlar. Taze gelin Sümbül hanım, haşemasıyla değil de zaten o dönemlerde öyle denizlik-çaylık esvap da yokmuş, gelinlik iç donuyla giriyor çaya. Soğuk suda hay huylar çekerek işveli ve o denli de cilveli hareketlerle üstüne su serperek yıkanıyor. Sarıya çalan uzun saçlarını burarak bir güzel sıkıyor. Sonrasında da, gösteriş yaparcasına boy abdesti-gusül-alıyor. Sıra ayaklarını yıkamaya geldiğinde ise, -ayakları sanki akan çayda yunmamış gibi- bir ayağını kaldırıp eliyle yıkarken… çayın yukarı kıyısından sallapati gelen bir illik görüyor. İşte bu illik de, suyunun suyu akrabaları Dumrul. Ona az azdan örtülü, yani cıbıldak görünmenin ürküntüsüyle irkilen ve azcık da tombul olan taze gelin Sümbül hanım, sırtüstü çaya düşüveriyor… Deli Çay da, kenardan ortaya doğru çekiyor bu güzel az tombul taze gelini. Debelenip çırpınsa da onu iyicene kucaklayıp olanca akıntısıyla kaçırmaya kalkıyor. O sırada Deli Çay’ın az yukarı kenarında cıscıbıldak güneşlenen kocası Âzat, taze gelin Sümbül’ün, Deli Çay’ın dik yamaçlarında yankılanan feryadı figanıyla sırtından hançer yemişçesine birden dineliyor. Karısının çayda hırıltılar çıkararak debelendiğini görürken. kulaklarına da yukarıdan bir ses geliyor. Nedense, fişek gibi fırlayıp karısına kurtarmaya koşacakken duyduğu sese öncelik veriyor. Dumrul’un deli gibi koşarak gelmekte olduğunu görünce cıbıldaklığını daha çok önemsiyor. Dumrul’un; “Taze karını kurtarsana saksağan!” seslenişiyle giyinemeden seğirtip Sümbül geline yaklaşsa da cesaret gösterip Deli Çay’a, cumburlop atlayamıyor. “Giden Sümbül olsun, gelen Nergiz olur” diye fikir yürütüyor. Oysa ki evlenmeden önce; gönlüme düşmüşsen yar gönlüme… vermem seni, seni ellere… Ecel olsa da bedeli… -alıntı- diye serenat yapmışken… Hatta ve hatta; Ay; geceyi, benim seni sevdiğim değerde sevseydi eğer Güneş; yeryüzüne pek hasret kalırdı… -alıntı- diyerek sevgisini sözel olarak çok güzel bir örnekle dillendirmişken ne yazık ki Deli Çay’a balıklama dalmaya yüreği yetmiyor. Güle güle dercesine el sallıyor. Dumrul’un yaklaştığını fark edince dizlerini döverek ve feryat ederek acınıyor. Âzat’ın yalancıktan “ah vah” ederek dövünüp acındığını anlayan Dumrul, birkaç tokat aşk ediyor ona. Bununla yetinmeyip Deli Çay’a atmak istiyor. Cıbıldaklığı sayesinde Dumrul’un kollarından kurtulan Âzat, kurtuluşu, deli gibi seğirtmede bulurken azgın Deli Çay, da, taze gelin Sümbül hanımı delice akıntısıyla daha hızlı kaçırıyor. İşini bitirdikten sonra yani, boğmuş ve anadan üryan bir halde kurulansın ve kar beyaz bedeni iyicene güneşlensin diye kumsal bir kıyıya sere serpe bırakıveriyor. Bu olay, çok geçmeden türkü yakıcılara meze oluyor. Önce şu türkü sakız oluyor dillerde. Çayda abdest alınmaz Dalda namaz kılınmaz Tombulacık Sümbül geline Yunmasa da günah yazılmaz oyy… Bu türkü zamanla oyun havası oluyor. Öteki türkü de şöyle. Gün ışıyınca yıldızlar göz kapar. Sümbül’ün feryadı yürek yakar. Ey çay, Sümbül’ün adını çağla, Her gözyaşında bir sevda ara. Uzun hava bu türkünün sözlerini yapay zeka verdi. -Ver konuyu al şarkı-türkü sözünü-şiiri. Kafa yorma- Bunların Dumrul’la ne ilgisi mi var? -Elbette var ki yazıya dökülüyor- Deli Çay’a kurban giden taze gelin Sümbül’ün çaya düşmesinde kendisinin de başrolü olduğunu düşünmesi ve tabii akrabalığı… Ayrıca, ahdi vardı. Dumrul’un karısı, Deli Çay’ın epey ötesindeki bir köydendi. Gelin gelirken çaydan geçişlerinde gelin alayı kökten suya kapılacak gibi oluyor. Salcı eniştenin üstün becerisiyle üstleri az azdan ıslanmayla bu sahile ulaşıyorlar. İşte o olayla Dumrul, bu çayın üzerinde bir köprü yapmayı kafasına koyuyor. Sümbül gelin de çaya kurban gidince Dumrul, “Gayri bu Deli Çay da çok oluyor be ya. -Trakya ağzı oluversin be ya- Onu dizginlemeliyim ve üzerinde dillere destan bir köprü yaptırarak çok güvenli geçiş sağlamalıyım. Ayrıca, köprüden geçişin geliri salın gelirini sollamak bir yana arşıalayı bulur, ” deyip, kara sevdaya tutulurcasına düşünmeye başlıyor. Akla yatkın olarak para istemeye ilk önce kime gidilir? Babaya gidilir tabii. Dumrul da öyle yapıyor. Her zaman olduğu gibi babasını yine bostan tarlasından kuş, kendinden de sinek kovalarken buluyor. Bostan tarlasının satılıp kendine sermaye olması için yalvarıp yakarıyor. Nefes darlığı çeken ihtiyar adam, her soluk verişi sırasında gırtlaktan çıkan sesle; “A ahh…” diyor. “Burası huzurlu yaşam dünyam.” diyerek içini dökmeye başlıyor. “Benim bostanlarım gibi bostan olmaz bu diyarda. Sevgimle büyür onlar. Sizleri de burada ektim ananıza. Siz evlatlarımı çocukken nasıl sevdiysem, bostanlarımı da aynı derecede severdim. Hâlâ severim. Sevgiyle büyüyen her varlık güzeldir ve değerlidir. Bostan tarlamı satarsam, hem ben ölürüm hem de bostanlarım ölür…” Babasının duygusal açılımdan etkilen Dumrul; “Sen kirli çıkısındır. Bari para ver ki, köprü yapımında paranla faydan olsun,” diyerek ikinci bir istekte bulunuyor. Buna da “A ah!” diyor ihtiyar. “Yandaki tarlayı, sahibi satacakmış. Onu alacağım. O tarlaya, kurt kuş yesin diye her türlü meyve ağacı dikeceğim. Hayırlı iş yapacağım. Hayırlı iş yapanlar sorgusuz sualsiz cennete gider, yetmiş iki Huri’yle yatıp kalkarmış,” diyerek para koklatmadığı gibi sinir küpü yapıyor oğlunu. Oğlu; “Evinde var ya Huriye,” deyince “Anan, eski Huriye değil galik. Dili de pabuç gibi,” diye cevap veriyor. Devam edecek.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Veysel Başer, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |