İnsanlığı tanımak insanları teker teker tanımaktan kolaydır. -La Rochefoucauld |
|
||||||||||
|
Tabii ki gezmeye, önce davet aldıklarımdan başlayacağım. Ben Tiyatroyu, Sinemayı, Operayı, Festivalleri, Dinletileri, Şiiri, Resmi çok severim. Yazın bana, çağırın beni geleyim. Şehrinizin, kasabanızın, köyünüzün bir etkinliğine konuk edin. Çay bahçenize gözleme yemeğe çağırın. Resim serginiz mi var? Heykel mi yaptınız ? Şiir mi okuyacaksınız? Dantellerinizi mi sergileyeceksiniz? Çağırın beni gelirim. Gelir bir kenarda oturur, yazarım sizi. Sonra çıkar, radyodan okurum. Bir de benim gözümle görün dünyanızı… Çağırın beni… Geçenlerde bir demet kır çiçeği çağırdı gittim de sizi mi kıracağım ?. Evet.. Geçenlerde beni, kırda yetişen, ortası mor desenli, karbeyazı bir çiçek çağırdı gittim. Nasıl mı? Dinleyin… Yazar dostum Mehmet Sağlam, ‘’Gel sana eski Çeşme yolunu, o yolun üzerindeki köyleri gezdireyim. Biraz fotoğraf çekeriz. Hem sen de oraları görmüş olursun’’ dedi. ‘’Heyyooo’’ diye sevindim. Fotoğraf makinamı kaptığım gibi evden çıktım. Bana ‘’Makinana film ve pil al’’ demedi diye kendisine biraz kızdım ama birşey söylemedim. Suçu başkalarının üstüne atmak ayıp demediler bana küçükken. Masaya, sehpaya biryerlerimi çarpıp, canım acıyarak ağladığımda ‘’Tüh kaka sehpa, al sana al sana’’ diye kabahatsiz sehpayı dövdüler de ondan böyle oldum. Neyse, erken saatte vapur iskelesinde buluşup yola koyulduk. Eski Çeşme yoluna, doğanın eline fırçayı alıp, yeşile, sarıya, kırmızıya, turuncuya boyadığı nefis bahçelerden geçtik. Doğanın, tükenmek bilmeyen zenginliği, lüksü ve bonkörlüğü içinde dolaştık. Çiçeklerin resimlerini çektik. Tabii ki Mehmet’in film ve pil koymayı unutmadığı makinasıyla. Çiçeğin dibine kadar girip; Çiçek net, arkasındaki yapraklar flu yani hayal meyal görünecek şekilde resimler çekmeyi öğrendim. Papatya, armut ağacı çiçeği hatta tarladaki enginarın bile resmini çektim. Benim tedbirli yol arkadaşım ne termosa kahve koymayı ne de arabadaki müzik setine kaset koymayı unutmamıştı. Hayatımda hiç dinlemediğim ezgiler, melodiler dinledim yol boyunca. Pakistanlı bir mevlevi marangozun şarkısını, bir Çin türküsünü, daha sonra da İsveç’li saksafoncuyla, Hintli bir udinin karşılıklı atışmasını dinledim. İnanmayacaksınız ama bu parçada saksafon; Kendini ağırdan satan nazlı bir kızı, ud da ona kur yapan bir erkeği anlatıyor. Saksafonun sesinden kızın cilveli cilveli yürüyüşünü, saçlarını savura savura gezindiğini ve hayır olmaz, annem izin vermez türü nazlanışını, udun sesinden de erkeğin; yapma etme, beni deli etme diye yalvarışını, hayranlığını anlatışını dinliyorsunuz. Adam sonunda kızı aşkına inandırıp sevdasına kavuştu. Defalarca çaldırdım bu parçayı, çok hoşuma gitti. Eski Çeşme yolu boyunca keçiler, inekleri koyunlar bize eşlik ettiler. Doğanın zenginliğinde kıvrıla kıvrıla yolumuz Ildır köyüne ulaştı. Köye ilk girdiğimizde tepede bir sokağın içinde, bir evin demirli bahçe kapısının üstünden, içeride beyaz çiçekli bir kır demeti gördüm. Papatyagillerden ama daha büyük, içinde mor desenler olan kar beyazı çiçekli bir kır demeti. ‘’Aman tanrım ne güzellik’’ deyip gösterdim arkadaşıma… Ama elalemin bahçesine giremezdik. Aşağı, köyün içine doğru devam ettik. Ildır köyünün güzelliğine, el değmeden korunmuş köy haline hayran kaldım. Sokaklarını dolaştık. Sahiline indik. Doğa, tarih ve yaşam içiçeydi köyde. Binlerce yıl öncesinin taşları, evlerin duvarlarına malzeme olmuştu. Bahçelerde ekmek tandırları, pervaneleri, tandırlara odun olmuş yıkık dökük değirmen. Çiçekler, sokak aralarında dolaşan tavuklar, tembel köpekler ve köyün onbin yıllık tarihini ezbere bilen çocuklar. Biri olmadan, diğeri olmayacak, ayrılmaz üç canlı, insani bitki ve hayvan birarada. Doğanın gereği. Doğrusu da bu. Doğada telaş, stres, kavga yok diye düşündüm. Köpek zamanında yavruluyor, kuş vakti gelince göçüyor, çiçek mevsiminde açıyor. Arabadan inip deniz kıyısında dolaştım. Denizin dibinde bile, tarih öncesi çağlardan kalma izler var. İkiyüz yıllık zeytin ezme makinası, bir kır kahvesinin yanında duruyor. Görmeye değer bir güzellik Ildır köyü… Ellenmemesi gereken, böyle kalması, hiç dokunulmaması gereken bir köy. Bozulmaması, binlarla yozlaşmaması, eviyle bahçesiyle, sokak aralarındaki tarihi eserleriyle, içindeki insanlarla, tavuklarla, köpeklerle sonsuza kadar böyle kalması gereken bir köy... Orda dursun ve orda bir köy var uzakta, o köy benim köyüm diyebileceğim bir köyüm olsun istedim, Ildırı köyü.. Ildırı köyünde gezerken vakit çabuk geçti. İstemeye istemeye çıktık yola. İçimde bir tuhaflık var. O eve, hani o kar beyazı kır çiçeklerini gördüğüm eve, bir daha gitmek istiyorum. Tutturdum gidelim nooolur diye. Kırmadı Mehmet, üç tur attık bulmak için. Bulduk sonunda, indim arabadan, çaldım kapıyı, gözüm kar beyazı, mor desenli demetde. Anlattım aşkımı. Bu çiçeği görmeye, fotoğrafını çekmeye geldim dedim. Buyurettiler konukseverlikle. Eğildim karbeyazı kümenin önünde. Burnumu yapraklarına sokup kokladım. -Hoşgeldin Dedi. -Seni biraz evvel de çağırmıştım, bekliyordum geleceğini. Sonra devam etti. - İyonlardan beri burdayım. Her bahar açarım çiçeklerimi. İnsanları severim. Burası Eritrayi’yidi önceleri. Neler yaşadım, Neler gördüm. Senelerdir bu evin bahçesindeyim. Çok mutluyduk. Ama bir kaç gündür beni sulayan kadının yüzü karardı. Sezerim ben. Ortalıkta; Sit alanı, yıkım kararı gibi anlamadığım, anlayamadığım sözler dolaşıyor. Kepçeler dozerler gelirse beni de söker atarlarmış, öyle diyorlar. Hoş ben yeniden sürgün verir, biryerlerden yeniden çıkarım. Ama gelmişken çek fotoğrafımı da hatıra kalsın bu halim sana dedi… Ben çiçekle konuşurken Zeynep Kadın da ağlayarak anlatıyordu. ‘’Atalarım Selanik’ten gelip, Kurtuluş harbinde canlarını vermiş, kanlarını dökmüşler. Atatürk de bu toprakları dedelerimize vermiş. Yerleşin diye. 80 yıldır buradayız biz. Salça ekmek, soğan ekmek, bulgur çorbası pişirip, artırdım. Çoluğun, çocuğumun boğazından kesip yaptık bu evi. Şimdi yıkacaklarmış.Senelerdir akılları neredeydi. Bu köyde gelin oldum. Oğlumu buradan askere yolladım’’ diye çırpınıyordu… Dönüp çiçeğe baktım. -Üzülme, bir çaresi bulunur. Doğanın dengesine güven Dedi. Teselli etmeye çalıştı beni. Doğanın dengesine inanıyordum da, doğayı bozan, kendi geleceğini yokeden türüme güvenim yok diyemedim… Ildırı’dan gözümde güzellikler, gönlümde hüzünle ayrıldım. Gün batımının kızıla boyadığı gökyüzünde kuşlar eşlik etti bir sure bize. Siz hiç kazlar niye V şeklinde uçar biliyormusunuz? Biryerlerde okumuştum. Göç eden yaban kazları havada süzülürken V şeklindeBir dorm oluşturular. V şeklinde bir formda uçulduğunda, uçan her kuş kanat çarparak, arkasındaki için bir hava akımı oluşturur. Bu hava akımı da kazların uçuş gücünü ve menzilini arttırarak tek başına gidecekleri yolu grup halinde ve V formunda uçmakla ikiye üçe katlar, daha az enerji harcar daha çok yol alırlarmış. V formunda çıkan kuş geride kalırmış. Çünkü hava akımının dışında gücü azalır ve yeniden oraya girmek için çabalarmış. En önde giden kaz hava akımından yararlanamadığı için bir süre sonra yerini arkadan gelen kazlardan birine bırakıp geriye geçermiş. Bu yer değişimi yolculuk boyunca sürer, her kaz sırası geldikçe hem sürü başında hem de sonunda yer alırmış. Gruptaki bir kaz hastalanır veya vurulursa, sürüdeki 2 kaz ona yardım için eşlik eder, o iyileşene veya ölene dek onunla kalır, sonar arkadan gelen başka bir sürüde yine V formu içinde yola devam ederlermiş. Birlikten nasıl bir kuvvet doğduğunu ve paylaşımcı, eşit, demokratik bir görev dağılımının, yaşamı nasıl kolaylaştırdığını daha iyi ne anlatabilir ki… Bunu okuduktan sonar bir daha kimseye Kaz Kafalı dememeye karar vermiştim. Doğadan öğreneceğimiz çok şey, doğadan alacağımız çok ders var. Gün boyu doğanın içinde gezdiğim günü akşamı Tiyatroda nefis bir oyun izledim. İsmet İnönü Sanat Merkezi tıklım tıklım doluydu. Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’ın oynadıkları, korkuların, panik atakların pençesindeki bir tiyatro yazarıyla, kas hastalığının pençesindeki bir tiyatro oyuncusu kızın ilişkisini anlatan enfes bir oyun izledim. Aslına tiyatroda insanlar kendilerini oynar, kendilerini seyrederler. Yaşamın bir aynasıdır ve o yüzden çok önemlidir tiyatro. Ildırı eskiden Eritrayi iken tiyatrosu varmış. Sahildeki restaurantın bekçisi söyledi. Şimdi yok. Belki olsaydı, acaba herşey daha mı farklı olurdu. Zeynep kadının, Gülten gelinin kaderi değişirmiydi. Tiatroda sahnelenen oyun ve oyuncular muhteşemdi. Etkilendim, güldüm, ağladım. Antrakta dönüp yanımda tesadüfen oturan ve sahnelenen oyundaki tiyatro oyuncusu rölündeki kızla aynı kaderi paylaşan dünya güzeliyle gözgöze geldim. Birbirimizden destek alıp, burnumuz kızarana dek ağladık. Kimselere aldırmadık. O gece yanımda da çiçek vardı. Adı Jale olan bir çiçek… Çiçekler çağırdı gittim de size mi gelmeyeceğim. Çağırın beni geleyim. Ben tiyatroyu, sinemayı, operayı, festivalleri, dinletileri, şiiri, resimi çok severim. Yazın bana, çağırın beni geleyim. Şehrinizin, kasabanızın, köyünüzün bir etkinliğine konuk edin. Çay bahçenize gözleme yemeğe çağırın. Resim serginiz mi var? Heykel mi yaptınız? Şiir mi okuyacaksınız ? Dantellerinizi mi sergileyeceksiniz ? Çağırın beni gelirim. Gelir, bir kenarda oturur, yazarım sizi. Sonra da çıkar radyodan okurum. Bir de benim gözümle görün dünyanızı. Çağırın beni, Geçenlerde bir demet Kır Çiçeği çağırdı gittim de sizi mi kıracağım ?… Fügen Yılmaz 18.03.2001
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İnci Fügen Yılmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |