Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Eski fotoğraflara bakmayı seversiniz değil mi? Bir başkasının bakmanız için uzattığı albümünden söz etmiyorum, elbette. Bahsettiğim, sizinkiler. Çocukluğunuzun siyah beyaz fotoğraflarından size bakan tanıdık yüzler… Elimde bir fotoğraf var şimdi. Yirmi beş yıl öncesine ait . Annem, babam, babaannem, dedem (rahmetli), halam, eniştem ve ben. Beş yaşındayım. Halamın nişan günü evde çekilmiş fotoğraf.. Halam nasıl da güzel, masal prensesleri gibi. Açık, elma yeşili , organze kumaştan nişan tuvaleti nasıl yakışmış… Boğazını aynı renk ve kumaştan bir gül süslüyor. Filmlerin Filiz Akın`ı mı desem, Emel Sayın`ı mı? Hayır, ikisinden de daha güzel benim halam! Resmin arkasını çeviriyorum. Çünkü okuma yazma öğrendikten sonra bütün resimlerin arkasına, o resimle ilgili bir şeyler yazmıştım, sanırım sekiz yaşlarında filandım. Fotoğraflar kadar arkalarına düştüğüm bu çocukça notlar da gülümsetiyor beni. Bir tanecik, dünya güzeli, canım halamla Atilla`nın nişanı.. (Annem, babam, ben…) diye resimdekileri sıralamışım sonra. Halamı tanımladığım sözcükler ne kadar çoksa, enişteme ‘enişte’ bile demeyişim güldürüyor beni: Atilla! Atilla tabii. Fazla söze ne gerek var? O beni sevgili halamdan ayırmadı mı? Zavallı eniştem, ne hediyeler almış ama bir türlü kendini bana sevdirememişti o günlerde. O benim halamı almıştı işte, gerisi boş! „Çocukluğunun en önemli kahramanı kim?“, deseler: „Halam!“ diye atılıveririm hiç düşünmeden. Upuzun, düz, sarı sacları, sütun gibi düzgün bacakları, o zamanın modası mini etekler ve apartman topuk terliklerle; şimdinin Barbie bebeklerine benzerdi halam. Beni çocuğu gibi severdi., hiç ayrılmazdık. Çocukken babaannemlerle beraber oturduğumuzdan, halam evlenene dek hiç ayrılmadık birbirimizden. Hiç üzmezdim onu. Yaşıtı gibi olgun davranırdım, o da arkadaşıymışım gibi davranırdı bana. Oysa on altı yaş büyüktü halam benden. En büyük zevkimiz camın önündeki tek kişilik koltuğun üzerine çıkıp kollarına karşılıklı oturarak dışarıdan gelen geçenleri izlemekti. Bir de erik mevsimiyse, mutlaka bir tabak yeşil erik ve çay tabağına koyulmuş tuz olurdu yanımızda.. Halam erikleri tuza batırıp yemeye bayılırdı.. Ben de ona bayılırdım. Her ne kadar tadını sevmesem de erikleri ben de halam gibi tuza batırır, yüzümün ne şekillere girdiğinden habersiz, tuzlu erikleri yemeye çalışırken halamla bir sırrı paylaşıyormuşçasına gizli bir mutluluk duyardım. Sonra Atilla çıktı ortaya! Kırmızı kurdeleye bağlanmış yüzüklerini dedem takmıştı, o fotoğrafın çekilmiş olduğu gün. O günden sonra sık sık gelir olmuştu Atilla bize. Babaannem, beni hep halamla nişanlısının oturduğu odaya yollar,“ git yanlarında otur“ diye tembihlerdi.Ama ben zaten halamı ona bırakma niyetinde hiç değildim. Gider, ortalarına kurulurdum büyük bir zevkle… Evde telaşlı günler yaşanıyordu aylar sonra. Annemin benim için aldığı gelinliğe benzeyen elbiseyi giydirdiği gün, halamın nikahı olduğunu öğrenmiştim. Onunla aynı arabada, tabii Atilla`yla ikisinin ortasında gitmiştim nikah salonuna. Zavallı eniştemi düşünüyorum da şimdi.. Sanırım kabusuydum o günler de.. Ama o da benim! Ne çok insan gelmişti salona. Halamı bir masaya oturttular. Annem beni belimden kavramış vaziyette, bütün davetlilerle beraber oturuyorduk halamın karşısında. Ben çaresiz bir şekilde halama bakıyor, bir şeyler yapmasını bekliyordum. Halam bana gülümsedi ve beyaz eldivenli elini hafifçe kaldırıp “gel” işareti yaptı. O anda annemin beni sımsıkı kavramış ellerini bütün gücümü kullanıp açmamla…kendimi şahitler için ayrılmış olan sandalyede buldum. Herkes gülmeye başlamıştı. Derken sandalyenin asıl sahibi geldi. O ne? Çocukluğumun korkulu rüyası: Şeref dayım! Beni görünce, azarlayacak mutlaka bir şey bulur, ağlatırdı. O zamanlar „ ağlamam“ hoşuna gittiği için bana takıldığından habersizdim tabii ve onu görünce ilk işim „her zaman kontrol ettiği „ ojeli tırnaklarımı, görmemesi için avuçlarımın içine gömmek olurdu. Ve ne olursa olsun, ellerimi ve gözlerimi sımsıkı kapalı tutar, göz yaşlarımı salıverirdim. Şeref dayım, her zamanki çatık kaşlarıyla sandalyeden kaldırıp annemin kucağına verdi beni. Nikahta neler olduğunu anlayamamış sadece deliler gibi ağlamıştım ve halam giderken-Atilla´yla beraber- „halaaa!“ diye umutsuz bir çığlık koparıp peşlerinden koşmuştum. Beni zar zor zaptedenler arasında ağlayanlar vardı. Ve söylendiğine göre o gün o salondaki herkesi ağlatmış halama olan bağlılığım. En kötüsü halamın bir arabaya binip uzaklaşmasıydı. Bense başka bir arabadaydım..yanımda annem vardı.. o da ağlıyordu. Arka cama ellerimi vurup „halaaaa“ diye ağladığımı hatırlıyorum. Halamın bindiği araba ayrı yöne gidiyordu, bizimkisi ayrı yöne. Arabaya ilk bindiğinde dönüp arka camından bana bakmıştı halam. Ağlamıştı o da.. Halam başka bir arabada ağlayarak giderken, beni ne annem teselli edebilirdi ne de bir başkası… Zorla götürdüklerini düşünüp koşup kurtarmak istemiştim halamı.. kurtaramamıştım.. Sonrasında çok hasta olmuşum. Kırk derece ateşle yattığımı söyler annem birkaç gün boyunca. Halamın çok sevdiği hiçbir yemeği -özellikle köfteyi- ağzıma koymamışım günlerce „Bunu halam çok severdi, benim boğazımdan geçmez şimdi“ deyip ağlarmışım yemek sofrasında. Ama halam beni hiç ihmal etmedi balayından döndükten sonra. Sık sık gelirdi. Beni de sık sık yanına alırdı kalmaya. Aradan bir sene geçmeden karnı kocaman şişti halamın..elleri ayakları da.. Ayaklarını koltuğa uzattırır, küçük ellerimle ovalardım şişkinlikleri.. O da ellerimin çok iyi geldiğini söyler, sarılıp öperdi beni.. Halamı doğuma götürdüler sonra.. Babaannem ve ben halamın evindeydik. Aradan saatler geçmişti; ben bir yandan bebeklerimle oynuyor, bir yandan da babaannemin ellerini açıp sürekli dualar etmesine bir anlam vermeye çalışıyordum. Derken kapı çaldı. İkimiz de koştuk: Halamın kayınvalidesi Safiye Teyze kapıdaydı, elinde bir poşet… „kızının elbisesi“ deyip poşeti babaanneme uzattı.Babaannem şaşkın bir şekilde poşetten çıkarttı elbiseyi.. Kan lekeli değil…tamamen kanla kaplı bir elbise… Eflatun kol ve yaka biyelerinden anımsadım elbiseyi.. bu, halamın doğuma giderken üzerinde olan elbiseydi! Babaannem olduğu yere yığıldı. Ben eğilip babaannemin elinden aldım elbiseyi.. O an ne düşündüğümü, ne hissettiğimi hatırlamıyorum ama tek hatırladığım, elbiseyi sıkı sıkı tuttuğumdu. Kadın telaşla babaannemin üzerine eğildi. Bir iki sarstı.“Seher Hanım, Seher Hanım!“ „Koş su getir, kolonya yok mu?“ Elimdeki elbiseyi hiçbir yere bırakmadan gidip istenenleri getirdim. Babaannemin yüzüne, boynuna kolonya sürdük, koklattık.Yavaş yavaş gözünü açtı…suyunu içti. Safiye Teyze çok telaşlıydı: “Seher Hanım“ dedi tekrar, „Kendine gel..Kızın iyi..bir kızımız oldu..çok zor oldu doğum ama şimdi iyi, korkma!“ Babaannem çabucak toparlandı. Kadının ellerine sarıldı:“ Doğru mu söylüyorsun, ölmedi değil mi yavrum?“ Babaannem sonunda ikna olmuştu. Halamın „çatılarının“ çok dar olması nedeniyle bir türlü çıkmayan bebeği, vakumla almak istemişti ebe ama vakum yaralamıştı halamı ve çok kan kaybetmişti. Kan kaybından ölecek duruma gelmiş ama tanrı bağışlamıştı onu bize ve tabii bebeğine! Babaannem kendine geldikten sonra elbiseyi elimden alıp banyoya koymuştu. Safiye Teyze, elbisenin artık iflah olmayacağını söyleyip poşete geri koydu ve balkondaki çöp kovasının içine bıraktı. İçim cız etti. Gece herkes yatınca ilk iş gidip çöpten poşeti aldım. Kanlı elbiseyi çıkartıp katladım… Yatağıma dönüp halamın elbisesini göğsüme bastırdım. Ağlarken uyumuşum. Sabah koynumda elbiseyi gören babaannem, beni uyandırmadan yavaşça çekip almış.. Yıkamış, kaynatmış..lekelerinden tamamen arındırmış. Ertesi gün balkondan kuruyan elbiseyi alıp ütüledi ve halamın dolabına astı. İçim rahattı artık… Eflatun, kolları ve yakası minik dantel biyeli, şirin hamile elbisesini, halam ikinci bebeğine hamileyken de giydiğinde ben dokuz yaşındaydım ve halamın kızıyla evcilik oynuyordum. Ona duyduğum o tarifsiz sevginin bir hediyesi belki, halama inanılmaz derecede benziyorum ve “aynı halasının gençliği “ dediklerinde de gizli bir gurur duyuyorum. Ona sevgim bugün de değişmedi. O, hala benim çocukluğumun sarı saçlı, sütun bacaklı, mini etekli Barbie bebeği! Nilay Aksu Not: Bu yazi yazildiktan bes ay sonra Canim Halam'in Atilla'sini kaybettik :(
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilay Aksu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |