..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Güzellik her yerde karşılaşılan bir konuktur. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Özcan Nevres




15 Nisan 2004
Aşk Bu Mudur  
Özcan Nevres
Genç kız aynada tüm hatlarını inceledi. Ne bir yüz güzelliği vardı ne de vücut güzelliği. Üstelik birazda boy fakiriydi. Oysa tüm bedeni alev alev yanıyordu. Onu kucaklayacak, doyasıya sevecek, hatta canını


:DJDA:

Aşk Bu mudur
Genç kız aynada tüm hatlarını inceledi. Ne bir yüz güzelliği vardı ne de vücut güzelliği. Üstelik birazda boy fakiriydi. Oysa tüm bedeni alev alev yanıyordu. Onu kucaklayacak, doyasıya sevecek, hatta canını yakacak bir erkeğe o an canını bile vermeye hazırdı. Ama erkekler onun gibi bir çirkini ne yapsınlar dı. Komşu kızları bir bir geçtiler gözlerinin önünden. Komşu kızı Melehat’da takıldı kaldı. Mankenleri, film artistlerini bile kıskandıracak bir güzelliğe sahipti. Boy desen onda, güzellik desen fazlasıyla ondaydı. O bile gönlünün erkeğini bulamamıştı. Ama belki de o ablası yüzünden evlenemiyordu. Zira adettir. Büyük kız dururken küçüğünü evlendirmezler. Bu düşünce umutlar yarattı gönlünde. Kim bilir belki de günün birinde onu da sevecek biri bulunurdu. Saçlarını taradıktan sonra hafif bir makyaj yaptı. Aslında geleneklerine göre genç kızların evlenmeden önce makyaj yapmaları çok ayıptı. Bu nedenle makyajını çok hafif yapmıştı. Evin temizlik işi bitmişti. Her zamanki gibi pencerenin önündeki divana oturdu. Perdeyi aralayarak sokağı seyre daldı. Kim bilir belki de bu sayede gönlünün prensini bulabilirdi.
Günleri çoğunlukla pencerede geçiyordu. İlk defa tanımadığı, hatta hiç görmediği biri penceresinin önünden geçiyordu. Üstelik gözü onun üzerindeydi. Bir başka geçişinde kendisini daha iyi görmesini sağlamak için camı açıp sokağa sarkıldı. Komşu çocuğuna seslendi.
Ali, Ali…. Hadi şuradan bana bir Fotoroman al gel. Çocuk dönüp bakmadı bile. Çağrısını yineledi. Çocuk,
Bana ne be senin Fotoromanından dedi. Genç adam gülümseyerek baktı kendisine. Yüreğinden ılık ılık bir şeyler aktığını hissetti. Aşk dedikleri bu muydu? Yoksa o genç adama aşık mı oluyordu?
Kimdi bu genç adam? Sarışın, orta boylu, sıska mı sıska biriydi. Sanki üfürsen yıkılacak biriydi. Kendisinin tam tersiydi. Yine de genç adamı çekici buluyordu. Kimdi? Ne iş yapıyordu? Yoksa işsizin biri miydi? İşsiz biri olamazdı. Zira evinin önünden düzenli geçiyordu. Olur olmaz zamanlarda geçtiği yoktu.
Gece yatağa girdiğinde bir türlü uyku tutmadı. O genç adam gözünün önünden gitmiyordu. İncecik, çöp gibi bir oğlan. Neydi onu böylesine cezbeden. Hani biraz kilo alsa yakışıklı biri olurdu. O neden her gün penceresinin önünden geçiyordu? Yolu olduğundan mı? Yoksa kendi için mi geçiyordu? İçine bir burukluk çöktü. Senin gibi çirkin birini ne yapsın o diye mırıldandı. Olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi onun düşündükleri. Belki de o adam bir memurdu. İyi bir işi de olabilirdi. Öylesi ne yapacaktı onu. En iyisi kafasından silip atmaktı onu.
                              ***
Uykusuz geçen bir gecenin ardından sabah uykusu ne tatlı olurdu. Uykusunun en tatlı yerinde annesinin dürtüklemeleriyle uyandı.
Kalk kız, nerdeyse öğlen olacak. Ne uykusu bu böyle. Komşu kızları erkenden kalkıp evlerinin önünü bile süpürdüler. Sen halen miskin miskin yatıyorsun. Bu gidişle evde kalacaksın. Zira adettir. Evlenecek kız olan evin önü her sabah süpürülüp temizlenir. İsteksizce yataktan çıktı. Onca güzel komşu kızı varken kendisine kim bakardı? Evinin önünü süpürse de süpürmese de ne değişirdi? Gerçi o da ahım şahım bir delikanlı değildi. Komşu kızlarının tümü o elektrikçiye yanıp tutuşmuyor mu? Kendilerini elektrikçiye layık görenler bu kırk kiloluk erkeğe bakarlar mıydı? Üstelik bu gencin kim olduğunu, ne iş yaptığını, evli yada bekar olduğunu bilen de yoktu. Eğer memursa ve de bekarsa mahallenin azgın ve şımarık kızları üstüne atlarlardı.
Evinin önünü süpürüp temizlerken hep onu düşündü. Yine geçeceğini ümit ettiğinden temizliği çok daha özenle yaptı. Temizliği bitirip eve girdiğinde öğlen vakti iyice yaklaşmıştı. Onun geçme saati yaklaşıyordu. Eline bir örgü işi alıp pencere kenarına oturdu. Az sonra tahmin ettiği gibi sokağın başında o göründü. İyice yaklaştığında bakışları sanki evinin penceresine, daha doğrusu üstüne kilitlendiğini hissetti. Perdeyi çekip camı açtı. Göz göze geldiler. Genç adam çok mu utangaçtı ki bakışlarını önüne eğdi. Ayakları dolaşarak uzaklaştı.
                         ***
Hasta annesini hastaneye götürmüştü. Yaşamı boyunca hastane yüzü görmediğinden ne yapacağını bilemiyordu. Yanı başında bir belirdi.
Hanım efendi size yardımcı olabilir miyim? Sesin geldiği yöne döndüğünde az daha düşüp bayılacaktı. Bu oydu. Her gün evinin penceresinden yolunu gözlediği delikanlıydı. Güçlükle
Çok memnun olurum diyebildi.
Ben bu hastanede idari bölümde çalışıyorum. Annenizi hangi doktora göstermek istiyorsanız size yardımcı olayım.
Hastalığının ne olduğunu bilmiyoruz ama, sanırım dahiliye doktoruna görünmesi gerekiyor.
Haklısınız. Buyurun gidelim. Hasta annesinin muayenesi bitinceye kadar yanlarından ayrılmadı. Muayene sonunda,
Size evinize kadar yardımcı olabilirim dedi. Annesi, Yok oğlum, ne gereği var? Evimiz aha şuracıkta. Size zahmet olmasın dedi.
Yok teyzecim niye zahmet olsun ki? Hadi bakalım gir koluma. Ne olur ne olmaz hastalık hali bu. Ola ki yolda düşersiniz. Biz işi garantiye alalım. Evlerinin kapısına ulaştıklarında delikanlıyı eve kahve içmeye davet ettiler.
Çok isterdim ama, mesai saatinden işimden fazla ayrılamam. Sağlığınızı merak ettiğim iin ilk fırsatta kahvenizi içmeye geleceğim.
Her zaman bekleriz oğlum. İçeri girdiklerinde hasta kadın kendini divanın üzerine zor attı. Zira hastalığı elinde, ayağında derman bırakmamıştı.
Kızım bana biraz su getir. Ilık olsun.
Tamam anneciğim. Mutfaktan bardağa su koydu. Bardakta sıcak su için biraz pay bıraktı. Cezvede ısıttığı suyla üstünü tamamladı.
Buyur anne.
Sağ ol kızım. Sen de olmasaydın halim ne olurdu bilemem. Baban el işinde çalışıyor. Elin oğlu her istediğinde izin verir mi? Sen evimizin tek çocuğusun. Keşke sana iç güveyliğini kabul edecek bir kısmet çıksa. Böylece ölünceye kadar senden ayrı kalmazdım. Ha aklıma gelmişken sorayım. Bize hastanede yardımcı olan genç kimdi?
Bilmiyorum anne. Her gün bizim evinden önünden geçiyor. İlk defa bu gün hastanede çalıştığını öğrendim.
Ne zamandan beri kısmet, kısmet diyoruz. İster misin kısmetin bu delikanlı olsun?
Yok be anne. Nerede bende o şans. O delikanlı devlet memuru. Elini sallasa ellisi. Kala kala bana mı kalmış?
Neden olmasın kızım? Kısmet bu. Belli mi olur?
Aman anne, çevremizde bunca güzel kız varken benim gibi güzellik fakiri birine mi kalmış?
Senin neyin eksik kızım? Kör değil, topal değilsin. Önemli olan ruh güzelliği. Çok şükür sende fazlasıyla var.
Hadi anne, hayal kurmaktan vazgeçelim. Zaten yeterince yoruldun. Hadi bakalım, yatağına uzan artık. Yaşlı kadın yatağa uzandığında aklı o delikanlıydı. Aklından geçen olsun diye uzun uzun dualar etti.
                              ***
Öğlen üzeri kapı çaldı. Gidip kapıyı açtı. Karşısında o vardı. Ne yapacağını bilemediğinden kapının arkasında dikilip kaldı. Heyecandan konuşamıyordu.
İçeri girebilir miyim? Bir rüyadaydı sanki. Güçlükle
Tabi, buyurun dedi. İçeri girdiklerinde hemen hasta kadının yatağının yanına gidip elini öptü. Elindeki paketi yanı başına bıraktı. Yakınındaki bir sandalyeye oturdu.
Annenize doktorun yazdığı reçetenin ilaçlarını doktorlara tanıtım için verilen ilaçlardan tamamladım. İnşallah henüz ilaçları almamışsınızdır. Daha önce getirecektim ama hastaneden ayrılamadım.
Babam evde olmadığından henüz alamamıştık.
İsabet olmuş. Koltuğunun altında tuttuğu çantayı açıp içinden ilaçları ve enjektör kutusunu çıkardı.
İzin verirseniz hemen iğnesini de yapıvereyim.
Oğlum niye bu kadar zahmete girdin.
Niye zahmet olsun teyzeciğim. Gurbet elde yapayalnızım. Daha önce ablam ve eniştemle kalıyordum. Eniştemin tayini çıkıp taşınmaları sonucunda yapayalnız kaldım. Sizi ilk gördüğümde kendi annemmişsiniz gibi size ısındım.
Annen var mı?
On yılı geçti onu yitireli. Babam ise ondan çok önce gitmişti. Babamın ölümünü bile anımsamıyorum. Annem büyütmüştü bizi. Bu arada enjektörü hazırlamıştı. Hasta kadına sırt üstü dönmesini söyledi. Kadın sırt üstü döndü. Enjektördeki ilacı kaba etine zerk etti. İğneyi çıkardığında iğne kutusundan aldığı pamuğu kadına verdi.
Lütfen pamuğu iğne yaptığım yerde tutunuz ki şişme yapmasın. Kadın pamuğu iğne yapılan yere bastırdı.
Hadi teyzecim geçmiş olsun. Yarın yine bu saatte gelir iğnenizi yaparım.
Çok sağ ol oğlum, borcumuz ne? Söyle ki ödeyelim.
Ne borcu teyzecim. Ben sizi öz annem gibi belledim. Ne olur bundan böyle borç diye bir şey sormayın.
Sağ ol oğlum. Hemen gidecek misin?
Evet teyzecim. Öğlen paydosundan yararlanarak geldim. Görevimin başında olmam gerekir.
Kızım kahve yapsın. Hep beraber içelim bari.
Bu gün ilaçları ararken zaman kaybettim. O nedenle vaktim daraldı. Yarın öyle bir sorunum olmadığı için rahatça kahvemi içerim.
Peki oğlum, seni işinden alıkoymayalım.
Hoşça kalın. Teyzecim, size tekrar geçmiş olsun. Sağlığınıza bir an önce kavuşmanızı dilerim.
Çok sağ ol oğlum.
                              ***
Saffet evden ayrıldıktan sonra yaşlı kadın kızına,
Ne kadar iyi bir çocuk bu? Hiç tanımadığı insanlara bu denli yakınlık göstermesi beni çok şaşırttı dedi. Kızım benden habersiz bir şeyler mi çeviriyorsunuz?
Yok be anne. Onu her gün evimizin önünden geçerken görüyorum. Ne zaman göz göze gelsek hep utanarak başını önüne eğiyor. Göz göze gelmekten kaçıyor. İlk defa bugün bize yardım etmek istediğini söylediğinde kendisiyle konuşmuş oldum.
Anlaşılan bu delikanlı sana aşık olmuş.
Aman anne, hastanede o kadar güzel ebe ve hemşire varken, bana mı bakacak? Üstelik devlet memuru olduğu için sokağımızda onun boynuna atlayacak nice güzel kızlar var.
Güzellik tabağa konulup yenmez be kızım. Gönül bu. Üstelik kendini bu kadar küçümsemene akıl erdiremiyorum. Kör değilsin, topal değilsin. Maşallahın var. Etin butun da yerinde. Neden sana aşık olmasın? Üstelik ille de güzeller evlenir diye bir kural mı var? Erkekler genelde çok güzel kızlarla gezip tozmayı, hava atmayı severler ama, iş evlenmeye kaldı mı başka türlü düşünürler. Öyle olmasaydı, çirkin kızlar tümüyle evde kalırlardı. Onların bahtı daha bile açık oluyor. Üstelik sen çirkin sayılmazsın. Bir erkeğin sana aşık olması için bir çok neden var. Hamaratsın, terbiyelisin. Elinden her türlü iş gelir. Unutma erkeğin aşkı boğazından geçer.
Ne söyleyeceğimi bilemiyorum anne.
İnşallah diyelim kızım. Sezgilerim bu delikanlının seni istedeteceği yönünde. Yakında göreceksin.
                              ***
Delikanlı ertesi gün aynı saatte geldi. Selma, Hoş geldiniz dedikten sonra,
Kahvenizi nasıl içersiniz diye sordu?
Zahmet etmeyin.
Zahmet mi olur? Zaten bizim de canımız kahve içmek istiyordu.
Mademki siz de içeceksiniz. Siz nasıl içiyorsanız öyle olsun.
Biz orta şekerli içiyoruz.
Benimki de öyle olsun. İğneyi yaptıktan sonra geçip divana oturdu. Az sonra Selma kahve tepsisiyle odaya girdi. Tepsiyi kahveyi alması için uzattığında kahve fincanları tabakların içinde kıpır kıpırdı. Uzanıp fincanı alırken göz göze geldiler. İkisi de boğulacak gibi oldular. Heyecandan göğüsleri demirci körüğü gibi inip kalkıyordu. Kahveler içildikten sonra kalkıp izin istedi.
İğneler tamamlandığında Selma gönlünü kaptırdığı erkeğini kapıya kadar uğurladı. Delikanlı,
Hoşça kal diyerek elini uzattı. İlk kez bu hareketi yapıyordu. Selma elini uzattı. Delikanlı avucunun içinde sakladığı kağıdı kızın eline sıkıştırdı. Tepkisinin ne olacağını beklemeden hızla uzaklaştı. Selma Kağıdı koynuna koyup annesinin yattığı odaya girdi. Boş fincanları alıp mutfağa gitti. Koynundan çıkardığı kağıdı okumaya başladı. Okurken yüreği yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. “güzel kız, szi ilk gördüğüm günden beri deliler gibi seviyorum. Size sırılsıklam aşığım. En büyük emelim sizinle bir yuva kurmak. Bu konuda çok ciddiyim. Çok utangaç bir yapıya sahip olduğum için size sözlü olarak açılamadım. Zaten buna fırsat ta yoktu. Eğer sizde evlenmeyi düşünüyorsanız ne olur büroma gelin. Orada rahatça konuşuruz. Beni reddetmemeniz dileğiyle en derin sevgilerimi sunarım. Sizi canından çok seven. Saffet” Mektubu defalarca okudu. Gözlerine inanamıyordu. Evde kalmayı umut ederken bu kısmet ayağına nasıl gelmişti. İçeriden annesi seslendi.
Kızım ne yapıyorsun mutfakta? Hadi gelsene buraya.
Fincanları yıkayıp hemen geleceğim anne.
Allah, Allah daha yıkamadın mı? Bu kadar zamandır mutfakta ne yapıyorsun?
Tamam anne hemen geliyorum. Fincanları hızla yıkayıp tepsinin üzerine kapattı. Annesinin yattığı odaya gitti.
Bizim delikanlı giderken sana hiçbir şey söylemedi mi?
Hayır anne, o kadar utangaç ki.
Kızım sen de ona biraz cesaret ver. Delikanlı açık açık söylüyor. Hiç kimsem yok. Yapa yalnız yaşıyorum diyor.
Anne senden saklamayacağım. Bana hiçbir şey söylemedi ama elime bir mektup tutuşturdu. Doğrusu beni çok şaşırttı. Deminden beri mutfakta o mektubu defalarca okudum. Zira mektubunda bana evlenme teklif ediyor. Büroma gelirsen her şeyi açık açık konuşuruz diyor.
Ne duruyorsun öyleyse? Git konuş.
Hemen mi?
Demir tavında dövülür kızım. Başkasına kaptırmamak için elini çabuk tut.
Ama anne, bu biraz tuhaf kaçmaz mı? Belki de benim için iyi şeyler düşünmeye bilir.
Sen bilirsin kızım ama ben olsaydım hemen giderdim.
En iyisi ben yarın senin hastalığın ile bir şey sorma bahanesiyle giderim.
Tamam kızım sen nasıl istersen öyle yap.
                              ***
Saffet iş yerine döndüğünde kabına sığamıyordu. Büyük bir sevinç içerisindeydi Madem ki cesaret edip o mektubu vermişti ve o da almayı reddetmemişti, bu iş oldu demekti. Şimdi sıra onun gelişini beklemeye kalmıştı. Neyse ki önceden hazırlığını yapmıştı. Ne olur ne olmaz diye çekmecesini kontrol etti. Kolonya şişesi de, çukulata kutusu da yerindeydi. Arkadaş azizliğine uğramamıştı. Umudu gönlünü kaptırdığı kızın hemen geleceğindeydi. Akşam saatinin yaklaşması, umudunu yavaş yavaş yitirmeye başlamasına neden olmuştu.
Mesai bitiminde evine giden yolu yine uzattı. Adımları onu gönlünü kaptırdığı kızın evinin bulunduğu yola sürüklüyordu. Eve iyice yaklaştığında yüreği yerinden fırlayacak gibi oldu. Heyecandan boğulacaktı sanki. Zira o penceredeydi yine. Cesaretini toplayıp pencereye baktı. Göz göze geldiler. Başını hafifçe eğerek selamladı. Kız da aynı şekilde hareket edince Saffet’in duyduğu karamsarlık yerini yine umuda bıraktı. Demek ki gelmemesinin nedeni kendisine ilgi duymaması değildi. Belki de gelmemesi için önemli bir nedeni vardı. Gece hızla gelişen durumu düşündü uzun uzun. Henüz memuriyet hayatına yeni atılmıştı. Ne elde avuçta bir şeyler vardı, ne de dayalı döşeli bir evi. Kızı hemen isteyecekti ama, verdik dediklerinde ne yapacaktı. Taksitle bir şeyler almaya kalksa kimseden bir şey alamazdı. Zira eniştesi kentten ayrılmadan önce iyi bir isim yapmamıştı. Tayini çıkıp gittiğinde geride bir çok borç bırakmıştı. Eniştesinin kentten ayrıldığı günlerde nereye gitse karşısına bir alacaklısı çıkıyordu. Kimi eniştesinin borcuna kefil olmadığı için ödeme yapamayacağını söylemesini anlayışla karşılıyordu. Kimileri ise ileri geri konuşarak canını sıkıyorlardı. Neyse ki zaman geçtikçe eniştesini soranlar azalıyordu. Zira soranların hepsine eniştesinin adresini vermişti. Sabah ola hayrola diyerek uyumaya çalıştı ama o yokluk denilen sıkıntı sanki boğazını sıkıyordu. Sabaha karşı uykuya daldı. Çalar saatin sesini duyduğunda gözlerini açamayacak kadar halsizdi. Dayak yemişten beter ağrımayan yeri yoktu. Kalkıp elini yüzünü yıkadı. Sabahları kahvaltı yapma alışkanlığı yoktu. Yapmasına da gerek yoktu. Zira kentin lokantaları çok lezzetli çorbalar yapıyorlardı. Üstelik ucuzdu da. Bu saba h çorbacıya gidemeyecekti. Zira mesai saati neredeyse başlayacaktı. Evden çıktı. Hastanenin karşısındaki simitçiden iki simit aldı. Biri kendi içindi. Diğeri ise otlakçılar için.
Odasına gitmeden çay ocağına duble çay söyledi. Odasına girip masanın üzerine temiz bir gazete kağıdı serdi. Simitleri gazetenin üzerine koyup çaycının çayını getirmesini bekledi. Simitten kopardığı parçayı ağzına atıp çiğnerken Şenay ebe,
Saffet bey hayrola ne yiyorsun diye sordu?
Susamlı tavuk diye yanıtladı.
O da nesi? Sabah sabah nereden buldun susamlı tavuğu. Susamlı tavuk nasıl bir şey? Hiç duymadım da, görmedim de.
Gel sana da ikram edeyim. Çok da lezzetliymiş.
Şenay ebe merakla yanına geldiğinde, masanın üzerinde simitleri görünce kahkahalarla gülmeye başladı.
İlahi Saffet, gülerken öldüreceksin beni. Bildiğimiz simidin adı ne zaman susamlı tavuk oldu?
Sen niyete bak. Tavuk niyetine yiyince oluyor. Şenay ebe gelip yanındaki sandalyeye eteklerinin yukarıya sıyrılmasına aldırmadan oturdu. Tam o sırada çaycı çayı getirdi. Çaycıya,
Bir duble çay daha getir dedi. Yeni yetme delikanlının gözü ebenin bacaklarına takılmış aval aval bakıyordu. Belki de Saffet beyin ne söylediğini duymamıştı bile.
Kardeşim aval aval ne bakıyorsun öyle? Gitsene çayı getirmeye. Derin bir uykudan uyanır gibi oldu.
Tamam ağabey hemen getiririm dedi. Çay ocağına giderken köyünün kızları geldi gözlerinin önüne. Köyünün kızları hep uzun şalvarlar giyerlerdi. Köyünün kızlarının bacaklarını hiç görmemişti. Onların da bacakları bu ebeninkiler gibi dolgun ve kar beyaz mı idi. Kim bilir belki de onların bacakları da ebenin bacakları kadar güzeldi. Aklına annesinin kapkara ve çatlamış topukları geldi. Olamazdı, köyünün kızları bu ebe kadar güzel olamazdı. Kararını verdi. Askerliğini bitirir bitirmez bu ebe gibi şehirli bir kızla evlenecekti. Çayı alıp geri döndüğünde ebenin bacakları biraz daha açılmıştı. Çayı bırakıp çıkarken mırıldandı. Ne şanslı adam şu Saffet ağabey. Almış karşısına fıstık gibi ebeyi. Oh ne ala, göz banyosu yapıyor.
Simidi yedikten ve çayı içtikten sonra ebe kalktı. Eteğini düzeltirken,
Sağ ol Saffet bey, sayende nefis bir susamlı tavuk yedim. Yarın susamlı tavuklar benden olacak, unutma diyerek odadan ayrıldı. Saffet ebenin arkasından gözden kayboluncaya kadar baktı. Ne harika bacakları var bu kızın. Aslında kusursuz güzel. Güzel ama benim gibi birini sulu dereye götürür. Su içirmeden geri getirir. Koca diye delirdiği belli. He desem boynuma atlayacak. Bu kızla evlenmeye kalkışmak mayına basmaktan beter olur. En iyisi ona umut vermemek diye düşündü. Kaydedeceği belgeleri çıkarıp masanın üzerine koydu. Kayıtları tamamlananları dosyaya yerleştirdi.
Öğlen vakti geldiğinde hemen yemekhaneye giderek herkesten önce yemeğini aldı. Yemeğini oldukça acele yedi. Hemen gönül verdiği kızın evinin yoluna düştü. Nasıl bir duyguydu bu? Etrafında onca güzel ebeler hemşireler varken neden onlar değil de bu? Oysa güzellikten yana o ebelerin, hemşirelerin eline su dökemezdi. Kızın utangaçlığı mı onu böylesine cezp ediyordu? Atalarımız boşuna söylememişlerdir. Güzellik tabağa konulup yenmez diye. Bu kızla gerçekleştireceği evlilikte gözü hiçbir zaman arkada kalmazdı. Eve iyice yaklaşmıştı. Heyecanla pencereye baktı. Penceredeydi. Belki de beni gözlüyor diye düşündü. Pencerenin önünden geçerken seni bekliyorum diye işaret etti. Kız da geleceğim anlamda başını eğdi.
Geri dönüm masasına oturduğunda aklına içini burkan bir şüphe geldi. Bu kız beni değil de ya başkasını bekliyorsa? Şimdi anlarım diye hemen kalkıp kızın evinin yolunu tuttu. Kız yine penceredeyse, demek ki bu işte bir iş vardı. Belki de onun için konuşmaya gelmiyordu. Eve iyice yaklaştığında kızın pencerede olmadığını gördüğünde iyice rahatladı. Kızın günahını almışım dedi.
Hasta bakıcı,
Saffet bey, bak bir hanım seni arıyor deyince başını kaldırıp baktı. Hastabakıcı sevdiği kızdan söz ediyordu. Hemen ayağa kalkıp karşıladı. Tokalaştıktan sonra,
Şöyle buyurun deyip sandalyeyi gösterdi. Kız oturunca, ne olduğunu merak ettiğinden beklemekte olan hasta bakıcıya,
Bize iki çay söyler misiniz dedi? Hasta bakıcı,
Baş üstüne deyip gitti. Hal ahtır sorarken çaycı çayları getirdi. Çay içmek ikisinin de heyecanlarını az da olsa yatıştırmıştı.
Hanım efendi, kusura bakmayın henüz adınızı bile bilmiyorum. Adınızı bağışlar mısınız? Kız çok utangaç bir tavırla,
Selma dedi. Ya sizin?
Benim de Saffet. Selma hanım konuya nasıl gireceğimi bilemiyorum. Siz yıldırım aşka inanır mısınız?
Bilmem, hiç düşünmedim ama inanmak gerekir.
Ben sayenizde yıldırım aşkı denilen aşkı tattım. Sizi ilk gördüğümden beri deliler gibi aşığım. Sakın beni gönül eğlendirmek isteyen bir çapkınmışım gibi algılama. Çok ciddiyim ve sizinle bir yuva kurmanın özlemiyle yanıp tutuşuyorum. Ne olur beni reddetme.
………….
Niye konuşmuyorsunuz?
Beni öyle şaşırttınız ki, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Anneniz ve babanız yok ama, ablanız ne der bu işe?
Ablamın hiçbir şekilde karışması mümkün değil. Her zaman söyler. Gönlün kime el veriyorsa onunla evlen diye. Bu nedenle her şey benim isteğim doğrultusunda gelişecek.
Evliliğe karar vermek kolay bir şey değil. Ben ailemin tek çocuğuyum. Bu nedenle ailem beni dışarıya vermek istemiyor. Ben de onlardan ayrılmak istemiyorum. Annemin halini gördünüz. Onu bırakıp gitmeye içim elvermez. Eğer benim gerçek bir anneye ve babaya ihtiyacım var diyebiliyorsan, annem de, babam da seni öz evlat gibi bağırlarına basarlar. Gerçi ülkemizde iç güveyliği pek hoş karşılanmaz ama, bizim durumumuz bunu gerektiriyor.
Eğer annen ve baban gerçekten beni bir evlat gibi kabul edeceklerse benim için sorun yok. Babanızı tanımıyorum ama anneniz çok can bir kadın. Ben de onun annem olmasını isterim.
Madem kabul ediyorsun. Ben de evet derim. Adettendir. Beni ailemden istetmen gerekir. Burada kimin kimsen olmadığından aracıya gerek yok. Gelip kendin istersin. Yeni memur olduğunu tahmin ediyorum. Sakın masrafa boğulayım deme. Çok şükür evimizde hiçbir şey eksik değil.
Ne zaman istemeye geleyim?
Bu akşam babamla annem konuşsun. Onun da onayını alsın. Ben gelir söylerim. Ha bir de şunu söyleyeyim. Evimizin önünden çok sık geçmekten vazgeç. Zira sokağımız çok dedikoducu. Seni ve beni doğru dürüst tanımayanlar bile en akla gelmeyecek dedikodular üretirler. Sabret. Bir iki gün içinde ben seni ararım. Söyleyeceğimi söyledim. İzin verirsen ben gideyim.
Birer çay daha alsaydık.
Ne gereği var? Birkaç gün sonra serbestçe evimize gelir çaylarımızı içeriz.
Peki öyleyse izin sizin. Beni verdiğiniz kararla ne kadar mutlu ettiğinizi anlatamam.
Ben de çok mutluyum. Dileğim Allah tamamına erdirsin.
Amin.
                         ***
O gece sevdiği kızın evlenme teklifini kabul ettiği için olacak yatar yatmaz uyudu. Erken yatmanın en iyi yanı erken kalkmaya neden olmasıydı. Kalkıp giyindi. Yüzünü yıkadıktan sonra her sabah gittiği çorbacıya doğru yürüdü. İçinden haykırmak geliyordu. Ey!! Bana hep yabancı gözüyle bakanlar, hatta yabancıyım diye hor bakanlar, sıkı durun. Yakında enişteniz olacağım. Bakalım o zaman bana yine yabancı gözüyle bakacak mısınız? Diye haykırmak geliyordu içinden. Aslında bu kenti çok sevmişti. Hele sevdiği kız ile bir de evlendi mi? Bir daha onu bu kentten ölüm bile ayıramazdı. Bunları düşünürken çorbacı dükkanına varmıştı bile. Hemen boş bir masaya oturdu. Aşçı,
Saffet bey, çorbanız her zaman ki gibi işkembe mi? Olsun diye sordu.
Yok dedi bu kez kelle paça olsun.
Hayrola siz işkembe çorbasını çok seviyorsunuz, niye vazgeçtiniz.
Bu günlerde çok sık konuklarım oluyor. Ne de olsa yemeyen için sarımsak kokusu çekilmiyor. Çorbasına bolca limon sıktıktan sonra kaşıklayıp yedi. İşe gitmeden önce yolunu uzatıp sevdiği kızın evinin yoluna yöneldi. Sevdiği kız ayağına bol bir şalvar geçirmiş evinin önünü süpürüyordu. Yanından geçerken,
Kolay gelsin diye seslendi. Kız başını bile kaldırmadan,
Kolaysa başına gelsin dedi. Başını kaldırıp kendisine seslenenin Saffet olduğunu fark etti. Hemen işini bırakıp doğruldu.
Benim işim zaten kolay. Oysa senin işin zor. Bu gün akşamüzeri yanına geleceğim, haberin olsun dedi. Saffet durup döndü.
Hayrola hayırlı haberi mi getireceksin?
Daha başka ne olabilir ki?
Şimdi söyle de içim rahat etsin.
Kolay avın eti değersiz olur. Akşamı b ekle ki avının eti lezzetli olsun. Hem oyalanma yoluna devam et. Dedikoduculara malzeme olmayalım.
Nasıl olsa kararımızı verdik. Neyin dedikodusunu yapacaklar?
Akşam üstü neler söylenebileceğini konuşuruz.
Tamam bekliyorum.
Odasına giderken çaycıya çay getirmesini söyledi. Çaycı,
Abi duble mi olsun?
Yok normal olsun.
Çayını yudumlarken Şenay ebe elinde beyaz bir paketle geldi. Paketi hemen masanın üzerine koyup açtı.
Sen dün bana susamlı tavuk yedirdin ama ben sana bu gün börek yedireceğim. Ümit pastanesinin böreği iyi diye ta oradan alıp geldim.
İyi ama ben kahvaltımı yaptım.
Ben anlamam arkadaş. Sana dün söylemedim mi? Çayları da söyledim. Korkma miden patlamaz. Bir kenarında boşluk kalmıştır. Çaycı duble çayları getirip masanın üzerine koydu.
Abi başka bir şey istiyor musunuz?
Tabi istiyoruz. Marketten biraz davul tozuyla minare gölgesi al. Çocuk istenilenin ne olduğunu bilmiyordu. Üstelik ne kadar alacağını da söylememişlerdi.
Hadi oğlum ne bekliyorsun?
Söylediklerini almam için para vermedin.
Hadi be oğlum sen gitsene işine. Ne safmışsın sen be. Çocuk söylene söylene çıkıp gitti. Şenay ebe sandalyeyi Saffet’in yanına çekti. Böreği yediler.
Saffet bey, ne olacak bizim halimiz böyle? Sap gibi tek başımıza yaşıyoruz. Ocağımız bile tütmüyor. Tek başıma canım yemek yapmak bile istemiyor. Ne yalan söyleyeyim, bu yalnızlık çekilecek gibi değil.
Sen de bul birini evlen.
Kadın, kız için he dediği zaman kolay mı evlenmek? Kızların erkeklere evlenme teklif etme hakkı yoktur. Bu hak erkeklere verilmiştir. Erkek olsaydım, gözüme kestirdiğimi tutardım kolundan yallah. Doğruca nikah memurunun karşısına.
Hadi canım sen de. Kızlar yollara dizilmişler, dileyen kolundan tutup nikah memurunun önüne getirsinler diye bekliyorlar. Olacak iş mi bu?
Niye olmasın? Şöyle çevrene bir bak. Evine ekmek getirebilecek, senin gibi iş güç sahibi kaç erkek görebilirsin? Nice kızlar evde kalma korkusuyla yana yakıla koca bekliyorlar. Elimde mesleğim ve işim olduğu halde o korku beni bile sardı. Sen ne düşünüyorsun evlilik konusunda?
Benim de korkum çalışan bir kızla evlenmek.
Nedenmiş o?
Çalışan kadınların biraz dili uzun oluyor da.
O bir kültür meselesidir. Haddini bilen bir kadın için çalışmak hiçbir zaman sorun olmaz.
Olur, olur. Cicim ayı geçtikten hemen olur. Benim param, senin paran kavgası başlar. Bu nedenle çalışan kadınlar benden uzak dursunlar.
Ne yani çalışan kızların evlenme hakları yok mu?
Var ama bana göre değil. Ablam ile eniştemin para kavgaları halen kulaklarımda çınlıyor.
Desene senden bana fayda yok. Ne umutlarla dolanıyordum peşinde.
Ne sana, ne de başka bir çalışan kadına yar olamam ben. Beni unut gitsin.
Tamam arkadaşım unuturum. Sen de evinde tek başına kokuş işte.
Korkma kokmam. Evin her tarafını tuzlarım. Şenay ebe çok kırgın olarak yanından ayrıldı.
                              ***
Zaman sanki durmuştu. Akşamın vakti sanki hiç gelmeyecekti. Saat on altı sıralarında sevgilisi Selma kapıda görününce sevinci görülmeye değerdi. Hemen kakıp kapıda karşıladı. Tokalaştıktan sonra
Buyur geç otur. İnşallah iyi haberlerle geldin.
Hayırlı olmayan haberle gelmem olası mı? Elbette hayırlı haberle geldim. Aman Saffet, bu saatten sonra kötü haber mi olur. Hemen söyleyeyim de meraktan çatlama. Annem babamla konuşmuş. Babam olumlu karşılamış.. Ne zaman isterse gelsin istesin demiş.
Aman ne güzel.
Güzelde annemin bir isteği var. Annem usulden dayılarımla ve teyzemle konuyu konuşmak istiyor. Gerçi onların hayır diyecekleri, daha doğrusu karışacakları yok ama, ileride bir kırgınlığa neden olmaması için öyle davranması gerekiyor. Bu iş de en geç bir haftada halledilir.
Ne diyorsun Selma? Bir hafta daha mı kafam acabalarla karışacak?
Niye karışsın canım? Ben kararımı vermişim. Dünya karşıma çıksa kararımdan dönmem. Değil ki dayılarım yüzünden döneceğim.
Ne diye bilirim ki, emir kılıçtan keskindir. Emir de yüksek yerden geliyor. Boyun eğmekten başka umar var mı?
Aman Saffet, bir haftanın lafı mı olur? Sık sık sana uğrar hasret gideririz. Bazen benim de içimi bir kuşku kemiriyor. Bu hastanede onca güzel ebeler, hemşireler varken neden ben diye soruyorum. İçimi seni kaybederim korkusu kemiriyor.
Geç onları. Sen benim gönlümde dünyanın en güzelisin. Fiziki güzellik geçicidir. Önemli olan ruh güzelliğidir. Sende ikisi de var. Gönlün rahat olsun. Ben de kesin kararımı verdim. Senden başkası asla olmaz. Bizim birlikteliğimiz mezara kadar sürecektir.
İnşallah.
Bak yahu seni ne zaman karşımda görsem şaşırıyorum. Ne içeceğini bile sormak aklıma gelmedi.
Hiçbir şey içmeyeceğim. İştahını bir hafta sonraya saka. Hele söz kesip yüzüklerimizi takalım. Elimle hazırladığım çayları içeriz. Tabi demlediğim çayları beğenirsen.
O ne demek öyle. Senin elinden zehir olsa içerim.
Sana kim kıyar da zehir içirmeye kalkar? Sen şimdi bana izin ver de gideyim. Annem merak eder.
Peki izin senin. Arayı fazla soğutma. Selma ayağa kalkıp elini uzattı. Tokalaştılar.
                              ***
Selma kaç günden beri eskisi gibi kendisini penceresinde beklemiyordu. Nedense yanına geldiği de yoktu. Ne oluyordu böyle? İş bir tek dayılarıyla görüşmeye kalmıştı. En geç bir hafta içinde birliktelikleri için hiçbir sorun kalmayacaktı. Yoksa? Yoksa dayıları bu evlilik kararına karşı mı çıkmışlardı. Mesai bitiminde yine umutla Selma’nın evinin önünden geçti. Pencerenin arkası yine boştu. Oysa onu orada görmek, onu selamlamak için canını bile verebilirdi. Akşam yemeğinden sonra kahvehaneye çıktı. Oyun oynanan bir masanın yanına gitti.
Oynadığınız oyunu merak ettim. Yanınıza oturup seyredebilir miyim? Diye sordu. Oyunculardan biri,
Tabi ki seyredebilirsiniz. Gelin benim yanıma oturun. Bazılarının uğurlu ya da uğursuz geldin gibi saçma saplantıları var. Benim öyle bir saplantım olmadığı için rahatım dedi ve ne içersiniz diye sordu?
Size zahmet olmasın.
Bana ne zahmet olacak be arkadaşım. Çayı yapan ocakçı, taşıyan ayakçı. Bize sadece içmek düşüyor.
Çok sağ ol. Bir çay alayım. Ayakçıya bir çay diye işaret etti. Çayını yudumlarken çayı ikram eden,
Sizi ilk defa görüyorum. Anladığım kadarıyla yabancısınız. Konukluğunuz geçici mi? Yoksa kalıcı mı?
Kalıcıyım. Devlet Hastanesinde memurum.
Göreviniz?
İdare bölümündeyim.
Adınız?
Saffet efendim.
Memnun oldum. Benimde Gürcan.
Ben de memnun oldum.
Çok güzel. Benim az ileride dükkanım var. Boş zamanlarınız olursa dükkanıma da gelin. İnsanın yabancısı olduğu bir kentte yaşamasının ne olduğunu çok iyi bilirim. Benim de altı ay kadar süren bir gurbet hayatım olmuştu. Gurbette arkadaş bulmak çok zor. Yabancı diye hep kuşkuyla bakarlar.
Maalesef öyle efendim. Bir kaç parti oyundan sonra oyunu bıraktılar. Çaycıya hesabı almasını söylediler. Gürcan,
Benim hesabımı masadaki hesapla karıştırma. Bir keyif kahvem ve arkadaşa söylediğim iki çayı ayrı tut dedi. Masadakiler itiraz ettiler.
Bırak da hesabı yenilenler ödesin dediler. Gürcan, Olmaz öyle şey dedi. Yaralı ava kurşun atılmaz. Çaycı,
Tamam tamam dedi. Zaten senin huyundur. Oldum olası hampayı sevmezsin.
Benim için önemli olan kimsenin hakkının geçmemesidir. Gürcan hesabı ödedikten sonra,
Bana müsaade arkadaş. Biz her gece bu kahvehanede takılırız. Çekinme her akşam gel. Oyunu da dikkatli takip et. Kısa zamanda öğren ki kareyi tamamlamamıza yardımcı olursun.
Tamam efendim her akşam olmasa da sık sık gelmeye çalışırım. Tokalaşıp ayrıldılar.
                                   ***
Kahvehaneden çıktığında ayakları onu sevdiği kızın evine doğru sürükledi. Eve yaklaştığında tüm umutları söndü. Zira evde ışık yoktu. Ağır adımlarla az ilerideki sulama kanalına doğru yürüdü. Kanal ve çevresine zifiri bir karanlık hakimdi. Sokak lambaları tepelerindeki koruyucu yüzünden ışığını aşağıya veriyordu. Işık koruyucusu yüzünden yayılmıyordu. Karanlığa aldırmadan ağaran bir yere çöktü. Varlığını hisseden kurbağalar vraklayarak suya atladılar. Yıldızların sudaki akisleri kıpır kıpır oldular. Bu şekilde çömelmeye alışık değildi. Pantolonunun kirlenebileceğine aldırmadan yere oturdu. Sudaki kıpırtı durunca eline geçirdiği minik taş parçalarını suya atmaya başladı. Bu kıpırtılardan küçük bir çocuk gibi zevk alıyordu.
Gecenin bir hayli ilerlemiş bir saatinde kanalın öbür yakasındaki bir evin açık penceresinden hüzün dolu nağmeleri kulaklarına dalga dalga geliyordu. Gecenin matemini aşkıma örtü sarsam. Tüm dikkatini şarkıya verdi. İçine acı bir hüzün çöktü. Şarkıyla bir bütün olmuştu sanki. Kendisi de gecenin karanlığını hüznüne örtü yapmıştı. Ardından gelen şarkı yüreğindeki acıyı çok derinden deşti. Senin sesini gözlerinin rengini unutabilsem. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Unutmak mı? Onu bana ölüm bile unutturamaz diye mırıldandı. Artık şarkıları duymaz olmuştu. Zira tüm benliğini sevgilisinin hayali kaplamıştı. Kulaklarında iki kelimelik bir cümle çın çın ötüyordu. Unut beni… Unut beni…. Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle kurulamaya çalışırken sesin geldiği penceredeki ışığın kapatılmış olduğunu fark etti. Sanki o ışık bir güvence kaynağıydı. İçini müthiş bir korku sardı. Zifiri karanlık içinde boğulacakmış gibi oldu. Oturduğu yerden hızla kalkıp kentin ışıklarına döndü. Hızla yürümeye çalışarak ilk sokağa girdi. Elektrik direğinin altına vardığında biraz rahatlamıştı. Sevdiği kızın karanlık penceresine umutla defalarca baktı. Evde hiçbir hayat belirtisi yoktu. Bu geç saatte evine gitmekten başka umarı yoktu.
                              ***
Günlerinin nasıl geçtiğini bilmiyordu. Yüreğini kaplayan karamsarlıktan bir türlü kurtulamıyordu. Bazen aklına çivi çiviyi söker cümlesi takılıyordu. Belli ki ondan kendisine bir hayır yoktu. Çağırsa mıydı Şenay hemşireyi? Cömertçe sergilediği güzel bacaklarında göz banyosu yapmak acılarını unutturur muydu? Ya da yıkılan dünyasının yerine onunla yeni bir dünya kurabilir miydi? Nedense ona güvenemiyordu. Çok güzel bir kız olmasından bile etkilenmiyordu. Daha doğrusu onun cıvıl cıvıl yaşantısına ayak uyduramamaktan korkuyordu. Ondan uzak durmanın daha iyi olacağına karar verdi. İşini büyük bir dikkatle yapmaya devam etti. Tanıdık bir sesle irkildi.
Kolay gelsin. Başını kaldırıp baktı. Karşısındaki Şenay hemşireydi.
Saffet bey ne oldu sana böyle. Gelip geçtikçe dikkat ettim inek gibi durmadan çalışıyorsun. Dünyanın işini sen mi bitireceksin? Bu söze çok bozulmuştu. Şenay hemşirenin gözlerinin içine bakarak yanıtladı.
Evet ben bir öküzüm tıpkı senin inek oluşun gibi.
Kızma be Saffetçiğim. Senin böyle çevrende ne olup bittiğine bıkmadan çok yoğun çalışmana acıyorum. Bak arkadaşın ne getirdi? Elindeki paketi masanın üzerine koyup açtı. Odanın içini mis gibi börek kokusu sardı.
Hadi bakalım, elindeki işi bırak da şunu sıcak sıcak yiyelim.
Bu bonkörlük ne böyle Şenay hanım? Sen böyle devam edersen gerçekten öküz gibi olacağım. Ne kadar da çok seviyorsun börek yemeyi? Dikkat et bir tombullaşırsan geriye çok zor dönersin.
Bundan sana ne? Bırak da beni alacak olan düşünsün. Dilinin ucuna geldi. Neredeyse ya ben seni almayı düşünüyorsam diyecekti, dememek için kendini zorladı. B reği yiyip bitirdikten sonra Şenay hemşire kağıdı topladı. Odadan çıkarken,
Bana bir şey demeyecek misin?
Teşekkür ettik.
Yalnızca teşekkür mü?
Yetmez mi?
Yeter yeter çok bile diyerek uzaklaştı.
                              ***
Sevdiği kız neden ortada görünmüyordu? Yoksa onu başkasına vermeyi düşündükleri için başka bir yere mi göndermişlerdi. Bazen o kızdan ümidini kesiyordu. Aklına Şenay hemşirenin dolgun bacakları takılıyordu. Onunla evlense mutlu olabilir miydi? Onun cömert oturuşları aklına takılıyor ve yok diyordu. Benim aldığım aile kültüründe bu tür oturuşların yeri yoktu. O şalvarlı bir aileden geliyordu. Evleneceği kızın şalvar giymesini isteyecek değildi ama en az yavaş yavaş umudunu kestiği kız gibi giyinmeliydi. Etekleri diz altında olmalı ve oturuş ve kalkışlarında çok dikkatli olmalıydı. Bu düşünceleriyle Şenay hemşire hiç mi hiç bağdaşmıyordu.
Yine umutlarını tüketen saat gelmişti. Mesaisi biter bitmez yine sevdiği kızın evine doğru yürüdü. Yine pencere boştu. Neden? Bir veda ziyareti yapamaz mıydı? Kusura bakma arkadaş, ailemin isteğine boyun eğmek zorundayım. Ne yapalım kısmet değilmiş diyemez miydi? Kim bilir belki de kendisiyle gönül eğlendirmişti.
Akşam yemeğinden sonra kahvehaneye çıktı. Tanıştığı arkadaşlarıyla geç saatlere kadar pişti oynadı.. Dağıldıklarında yine ayakları onu sevdiği kızın evine doğru sürükledi. Eve yaklaştığında evde ışık gördüğünde delirecek gibi oldu. Pencerede yine kimse yoktu. Ertesi gün sabah erkenden kalktı. Çorbacıya gidip çorbasını içtikten sonra sevdiği kızın evine doğru yürüdü. Selma evinin önünü süpürüyordu. Yanına iyice yaklaştığında heyecandan boğulacak gibiydi. Güçlükle,
Kolay gelsin diyebildi. Selma başını kaldırıp baktı.
Çok sağ ol. Öğleden sonra yanına geleceğim. Uzatma yürü. Geldiğimde konuşuruz. Bu tarz bir konuşma çok ters gelmişti ona. Veda etmek için mi? gelecek yoksa diye düşündü. O an yapabileceği hiçbir şey yoktu. Çaresiz yürümesini sürdürdü. Hiç adeti olmadığı halde yolunu gazete bayisine kadar uzattı. Yeni Asır gazetesini aldıktan sonra iş yerine gitti. Yeni Asır gazetesi almasının nedeni en bol sayfalı oluşu idi. Boş vakti olursa okuyabilirdi.
Öğlen yemeğinden sonra ayakları onu yine Selma’nın evine doğru sürüklüyordu ama ayaklarına uymadı. Ne olursa olsun gelip konuşmadıkça bir daha onu aramamaya karar verdi. Saat on altıyı geçmişti ama o görünürde yoktu. Umutsuzluğun burukluğu çöktü içine. Şu mesai bitse de kahvehaneye gideyim. Yeni arkadaşlar bulup bol bol pişti oynayayım. Belki bu şekilde onu daha kolay unuturum diye düşündü. Yıkılan bir dünyanın yerine bir yenisini kurmak gerekir ama nasıl? Kim ile olacak bu? Kimi tanıyorsun ki? Aklına gazetesi geldi. Açıp resimlere bakmaya başladı. Öylesine dalmıştı ki onun geldiğini fark etmedi bile.
Kolay gelsin. Bakıyorum yokluğumun acısını gazetedeki resimlerden çıkarmaya çalışıyorsun. Duyduğuna inanamadı. Gazeteyi hemen masanın üzerine bırakıp elini uzattı.
Hoş geldiniz.
Hoş bulduk. Anlat bakalım yokluğumda neler yaptın?
Önce sen anlat bakalım, bunca zaman nerelerdeydin. Hiç haber vermeden gidişini anlayamadım.
Sorma, apar topar köydeki dayıma gittik. Yengem rahatsızlanmış. Biliyorsun tarhana zamanı. Kadıncağız her şey hazırlamış ama tamamlayamamış. Köye gitmişken kendimize de kışlık yapalım diyerek köyde çakılıp kaldık. Seni merak etmekten çatlayacaktım. İşler uzadıkça uzadı.
İnsan güvendiği biriyle bir haber göndermez mi?
Hadi oradan bu zamanda bu konularda kime güvenirsin. Artık insanlar yuva yapmak için değil, yuva yıkmak için çalışıyorlar. Neden ilişkimizi sır gibi saklamaya çalışıyorum. Bir duyulsa gör o zaman laf taşıyıcılarını. Senin için bana söylemedikleri kalmaz. Benim için de sana.
Allah, Allah bu ne biçim memleket böyle dedikodu yapmaktan başka işleri yok mu?
Sen öyle san. Nereye gidersen git aynı. Artık insanlar yardımlaşmaktansa birbirlerinin kovuğunu yapmaktan zevk alıyorlar.
Deme yahu. O zaman acele edip işi bir an önce bitirelim.
Dayımlarım da onaylarını aldık. İş gelip beni istemeye kalıyor.
İyi de nasıl istemeye geleceğim. Tek başıma gelemem. Tanıdığım kimse de yok. Bir tek ablam var. O da Türkiye’nin öbür ucunda.
Gidersin, bir yerlerden bir demet çiçek bulur ve gelip kapıyı çalarsın. Bunu da ben mi? Öğreteceğim sana.
Olu mu?
Neden olmasın. Bir insanın kimsesiz olması evlenmesine engel mi?
Ailen bu durumu nasıl karşılar. İnan ki korkuyorum.
Korkmana gerek yok. Senin arkanda ben varım.
Bu gün geçti. Dilersen yarın istemeye gelebilirsin. Dayımlara haber göndeririz.söz kesiminde onlar da bulunurlar.
Kapının önüne geldiğimde düşüp bayılırsam beni içeriye alırsın her halde.
Deliye bak. Niye düşüp bayılacaksın? Ailem kararını vermiş durumda. Gerisi sadece formalite. Yüreğini serin tut yeter.
Tama öyleyse yarın gece istemeye geleceğim. Şayet kalp sektesinden ölmezsem.
Korkma, korkma sana hiçbir şey olmaz. Şimdi sen bana izin ver gideyim. Yarın akşam konuşulacak çok şey buluruz.
Müsaade sizin diyerek ayağa kalktı. Tokalaştılar.
Müstakbel nişanlısı gider gitmez Şenay hemşire yanına geldi.
Saffet kim bu kız ikide bir yanına geliyor böyle.
Seni ilgilendirir mi?
İlgilendirmez ama merak ettim.
Müstakbel nişanlım.
Neeee inanayım mı?
İnanmaman için bir neden mi var?
Allah aşkına ciddi misin? Gerçekten bu çirkin kızla nişanlanacak mısın?
Onun dış görünüşüne niye aldanıyorsun. Önemli olan ruh güzelliği.
Ne yani? Onun ruhu güzelde başkalarınınki balçıkla mı sıvalı?
Beni başkaları ilgilendirmez. Bu kıza benim gönlüm yattı. Bunun hesabını kimseye vermek zorunda değilim. Güzel ya da çirkin olması yalnızca beni ilgilendirir. Üstelik de senin dediğin gibi o kıza çirkin denilemez. Kör mü, topal mı?
Aslanım senin gözünü kör etmişler. Açıldığında neler olacağını göreceğiz.
Şenay hanım lütfen kabağı kırmayalım. Bu güne kadar iyi bir arkadaşlığımız vardı. Bu arkadaşlığı kardeşçe sürdürelim.
Tamam kusura bakma. Tüm söylediklerimi geri aldım.
Memnun oldum.
                         ***
Mesai bitiminde doğruca pastaneye gitti. Yarın akşam için bir tepsi baklava sipariş etti. Sokağı ve evi tarif edip yirmi birde evde olacak şekilde gönderilmesini rica etti. Pastacı,
Merak etmeyin. Ben de o sokağa komşuyum. Biz buranın yerlisi olduğumuz için birbirimizi tanırız. Hayırlı bir iş galiba.
Öyle gibi.
Şimdiden tebrik ederim. Kız da ailesi de çok temiz insanlar.
Çok sağ ol. Sevindirdiniz beni.
Borcumu ödeyeyim.
Kaba taslak hesap etmeyelim. Sizi biz tanıyoruz. Hastanemizde çalışıyorsunuz. Acelesi yok. Uygun gördüğünüz bir zamanda ödersiniz.
Çok teşekkür ederim.
Hiç çekinmeyin. Her zaman bekleriz. Pastaneden çıktıktan sonra aklına bu adamlar nereden beni tanıyorlar sorusu takıldı. Neden sonra anımsayabildi. Kahvehanede bir gece pişti oyununa o da katılmıştı ve orada tanışmışlardı. Baklava işini halletmişti ama en zor olan çiçek işiydi. Çiçek satan bir yer olsaydı gidip alırdı. Yok ki. Gece yatağa girdiğinde kafasında hep bu sorun vardı. Gezdiği sokakların hiç birinde çiçekleri olan bahçeli bir ev yoktu. Hastanenin bakımsız bahçesinde bile tek bir çiçek yoktu. Aklına DSİ nin bahçesindeki güller geldi. Tamam dedi. Eğer vermezlerse çalarım yine de bir demet gülü Selma’ma götürürüm. Bu kararı verdikten sonra rahatladı. Derin bir uykuya daldı.
Sabah erken kalktı. Çorbacı da çorbasını içtikten sonra iş yerine gitti. Deftere imzasını attıktan sonra hastaneye yakın mağazalardan birine gitti. Yeni bir gömlek ve kravat satın aldı. Takım elbisesi yeni olmasa da idare ederdi. Döndüğünde hastane personeli sözleşmiş gibi odasına doluştular. Kimi hadi çayları söyle de ıslatalım diyordu. Kimi yaman adamsın doğrusu, mahallemizin kızını kapıverdin. Ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Belli ki Şenay hemşire öğrendiklerini herkese yaymıştı.
Durun bakalım arkadaşlar.. Henüz ortada fol yok yumurta yok. Neyi kutlayacaksınız anlayamadım?
Hadi hadi inkar etme. Biz her şeyi öğrendik. Boşuna inkar etme. İki elini uzatarak,
Bakın bakalım parmaklarımda nişan veya söz yüzüğü var mı?
Yok ama nasıl olsa olacak.
Siz de olduğunda gelin. Hadi bakalım herkes işinin başına. Lütfen beni rahat bırakın. İş olduğunda sizlere yalnızca çay değil, susamlı tavuk bile ısmarlayacağım.
Hadi bakalım. Allah inşallah o günleri de gösterir. Oda boşaldığında almış olduğu gömleğin paketini açtı. Güvendiği bir kişi yoktu ki gösterip danışsın. Ne zordu bu işlerde tek başına karar vermek. Belki de danışacak kimsenin olmaması daha iyiydi. Danışacağı kişilerden kimi armutta sap üzümde çöp bahane ederlerdi. İyi veya kötü, alınmış alınmıştır diyerek paketi özenle tekrar sardı. Göze batmayacak bir yere kaldırdı.
Öğlen tatilinde yemeğe gitmedi. DSİ binası bir hayli uzaktaydı. Havanın sıcağına aldırmadan yola çıktı. DSİ ye vardığında ağaca sırtını dayamış gülleri seyreden birini gördü. Kıyafeti memur olmadığını gösteriyordu. Yanına gitti.
Bu bahçenin bahçıvanı kim? diye sordu. Adam,
Ben dedi
Sizden bir ricam olacak. Ben Devlet Hastanesinde çalışıyorum. Bu kentin yabancısıyım. Bu gece kız istemeye gideceğim. Giderken bir demet çiçek götürmenin iyi olacağı düşüncesiyle çiçek aramadığım yer kalmadı. Aklıma burası geldi. Lütfederseniz bir demet çiçek rica edeceğim.
Memnuniyetle diyeceğim ama şimdi olmaz. Müdürümün kesin emri var. Kimseye çiçek vermeyeceksin diye. Ama senin işin hayırlı bir iş. Yuva kurmak isteyen biri boş çevrilmez. Mesai sonrası seni nerede bulacağımı söyle. Oraya getireyim.
Size zahmet olacak efendim.
Ne zahmeti kardeşim. Bana sevap kazandıracaksın. Evlenecek olanlara yardım etmek en büyük sevaptır.
Sizi hastanenin karşısındaki kahvehanede beklesem?
İsabet olur. Orası zaten yolumun üstü.
Çok sağ ol. Şimdiden teşekkürler.
Sen de çok sağ ol kardeşim.
İş yerine döndüğünde çok rahatlamıştı. İşlerim yolunda gidiyor. İnşallah evliliğim de aynı şekilde olur diye düşünüyordu. Mesai bitiminde kahvehaneye gidip kapının yanına oturdu. Gözü yoldaydı. Aklına ya gelmezse sorusu takıldığında çıldıracak gibi oluyordu. Adam çok samimi davrandı. Gelmezlik etmez diye yüreğine su serpmeye çalışıyordu. Bahçıvanın geldiğini gördüğünde çıkıp karşıladı. Elindeki paketi alıp kahve içmeye davet etti. Bahçıvan,
Şimdi olmaz dedi. Hele Allah tamamına erdirsin. Kahve de içeriz çay da. Belli mi olur? Bir gün de benim işim sana düşer.
Çok sağ olun. Beni çok mutlu ettiniz. Her zaman beklerim. Hastanede Saffet diye kime sorsanız yanıma gelmen için yardımcı olurlar.
Tamam. Uygun bir zamanda ziyaretine geleceğim.
Tekrar tekrar teşekkürler efendim.
Konuşmayı bırak da çiçekleri suya koy solmasınlar.
Tamam efendim. İyi ki uyardınız. Bekar odasına gidip çiçekleri koyacak bir kap aradı. Bulamayınca ne fark eder diyerek içine az su koyduğu tencereye koydu. Çiçekleri emniyete aldıktan sonra berbere gitti. Saç sakal tıraşı olduktan sonra evine dönüp banyo yaptı. Yeni gömleğini giyip kravatını taktıktan sonra takım elbisesini giyerek giyimini tamamladı. Nasıl durduğuna bakacak bir boy aynası bile yoktu. Banyodaki aynada gömleğinin yakasını ve kravatını iyice düzelttikten sonra çiçekleri tencereden aldı. Çiçekleri görünmesin diye tekrara sardı. Dualar mırıldanarak evden çıktı. Çok mu erken diye düşündü. Gerçi hava kararamaya başlamıştı ama, erken giderse adama yemeğe mi geldin diye sormazlar mı? Ağır adımlarla yolu uzatarak karanlığın iyice çökmesini bekledi. Karar bu diyerek adımlarını hızlandırdı. Sevdiği kızın kapısını çalarken yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Kapı hemen açıldı. Sevdiği kızla karşı karşıya geldiler. Hemen elindeki paketi açıp gülleri çıkarıp sevgilisine uzattı. Kağıdı buruşturup sokağa attı.
Ay ne kadar güzel bu güller. Niye zahmet ettin. Nereden buldun bunları.
Senin için aradım ve buldum güzelim.
Hadi geç içeri. Her kes seni bekliyor.
Çok mu kalabalık?
Yok canım. Yalnızca dayımlar, yengelerim, bir de karşı komşumuzun kızı. Seni çok merak etmiş de. Hadi gir içeri daha fazla bekletmeyelim.
Tamam sevgilim girelim. İçeri girdiklerinde ilk kayınpeder ile kayınvalide adaylarının ellerini öptü. Ardından diğerleri ile tokalaştı. Zira dayılar ve yengeler neredeyse kendisi ile yaşıttılar. Hoş beşten sonra kahveler içilirken pastacının çırağı kapıyı çaldı. Küçük yenge çevik bir hareketle gidip kapıyı açtı. Pastacı çırağının uzattığı tepsiyi aldı. Götürüp mutfağa oydu. Görümcesine işaret ederek gel dedi. Kayınvalide adayı kalkıp mutfağa gitti
Hayrola niye çağırdın beni?
Baksana damadımız ne ısmarlamış.
Baklava mı? Niye zahmet etmiş? Koyun tabaklara. İsteme işi bitsin dağıtırız. Tatlı ye tatlı bitsin derler. Hayırlı olur inşallah. Beraberce odaya döndüler. Saffet ne söyleyeceğini bilememenin ezikliği içinde suskundu. Bir şey sorulmadıkça konuşmuyordu. Kayınpeder adayı sonunda dayanamadı.
E delikanlı, hadi konuş artık. Bu ziyaretinin sebebi nedir. Söyle ki bilelim. Saffet heyecanını yenmek için derin derin nefes aldı. Heyecanını ancak bu şekilde yenebilirdi.
Allahın izniyle kızınızı istemeye geldim.
Peki senin kimin kimsen yok mu?
Bir tek ablam var. O da eşinin görevi nedeniyle Erzurum’da. Bu nedenle yalnız geldim efendim.
Annen baban öldüler mi?
Evet efendim. Daha çocuktum onları yitirdiğimizde.
Hayat bu. Sonunda hepimizin gideceği yer orası. Allah geçinden versin.
Amin.
Bak oğlum bizim tek bir evladımız var. Kızımız da oğlumuz da o. Bu yüzden onu dışarıya vermek istemiyoruz. Eğer kabul edersen bu ev senin de evin olur. Yok kabul etmiyorum dersen bizde sana verilecek kız yok.
Kabul ediyorum efendim.
Tamam ben de verdim gitti. Sen ne diyorsun hanım?
Sen ne diyorsan ben de onu diyorum.
Tamam evlat. Artık sen de bu evin evladısın. Fazla uzatmadan düğün hazırlıklarına başlayalım. Tantanaya gerek yok. Nikah öncesi evimizin avlusunda bir kına gecesi yaparız. Nikah sonrası bir de eşe dosta yemek veririz, olur biter.
Siz bilirsiniz efendim.
Hadi gelinler ne duruyorsunuz? Çay mı getireceksiniz? Bu iş oldu kutlayalım bari.
Çaya gerek yok içeride koca bir tepsi baklava var.
Aman ne güzel. Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım. Gelinler hemen mutfağa gittiler. Az sonra tabaklar ve çatallarla geri döndüler. Baklavalar yenildikten sonra, kayınpeder,
Baklava nefismiş. İnşallah evliliğinizde böyle güzel olur. Hep birlikte
Aminnn dediler. Sohbet koyulaştıkça koyulaştı. Vakit gecenin yarısını geçtikten sonra, kayınpeder,
Hadi bakalım, sohbete doyum olmaz. Her kes kendi evine. Vedalaşıp ayrıldılar.
                              ***
Şenay hemşire Saffet’in nişanlanmasına çok bozulmuştu. Yaşadığım sürece onlara rahat vermeyeceğine ant içti. Ne biçim bir insandı bu? Etrafında bunca güzel kızlar varken o kaba saba ve üstelik de çirkin sayılacak kızı nerden bulmuştu. Biri bunun saflığından yararlanıp da bu kızı ona sokuşturmaya çalışıyor? Oysa onun üzerinde ne kadar güzel hesapları vardı. İkisinin maaşları bir araya geldiğinde neler yapabilirlerdi. O tek maaşla nasıl geçineceğini bilemiyorum. Hani kız zengin bir ailenin kızı olsa anlarım. Kayınpeder desteğiyle idare ederlerdi. Öyle bir durum da yok. Bu adamı çalışan bir kızla evlenmekten korkutan ne idi? Neden korkuyordu? Yoksa başından çalışan bir kadınla evlilik mi geçmişti? Çok da genç. Bu yaşta evlenip boşanmış olabilir miydi? Böyle bir şeyin olup olmadığını mutlaka öğrenecekti.
Eğer öyle bir şey varsa elinden çekeceği vardı. Ne yapıp edecek ve boşandığı kadının resmini götürüp kızın kapısına yapıştıracaktı Gece nöbetinde can arkadaşı Sanem ebeyle birlikte olacaklardı. Gönlündekileri güvenle açabileceği en iyi arkadaşıydı o. Geceyi hoşça geçirmek için sık sık çay demlemeleri gerekiyordu. Dolabına baktı. Çayı da, şekeri de yok denilecek kadar az kalmıştı. Hastanenin karşısındaki bakkala gidip bir paket çay, bir paket de kesme şeker aldı. Hasta gelmeyen gecelerde sabah olmak bilmiyordu. Belki de hareketsizlikten olacak böyle gecelerde çok acıkıyordu. Ne yapsam diye düşündü. Aklına fırıncının peksimetleri geldi. Geri dönüp fırına gitti. Yarım kilo peksimet aldı. Gece hazırlığı böylece tamamlanmış oldu.
Gece nöbetini devraldıktan sonra bir süre hastalarla ilgilendi. Hemşire odasına döndüğünde Sanem ebe çay demlemekle meşguldü.
Kolay gelsin.
Kolaysa başına gelsin. Nerede kaldın ayol? Neredeyse gelip arayacaktım.
Senin işin kolay. Arada bir doğum gelecek de sana iş çıkacak. Benim durumum öyle mi? Saymadım ama ilgilenmem gereken en az on hasta var.
Çok haklısın. O konuda biz ebeler daha şanslıyız. Sanem ebe bardaklara çay doldurdu.
Nöbetçi hekime de getirelim mi?
Bırak şu adamı yahu. O kadar gıcık oluyorum ki o adama. Adam yakışıklı. Üstelik iyi bir meslek sahibi. Bir de eşine bak. O kadınla evlenirken gözlerin yanında değil miydi diye adama sorasım geliyor.
Hakikaten de öyle. Kadın açısından işte şans buna derler derim.
Şans değil. Milli Piyango büyük ikramiyesi.
Aklıma gelmişken sorayım. Ne oldu senin saftrik Saffet’in?
Ne olacak? Kuşu elden kaçırdık. Biriyle sözlenmiş. Görsen ne kız. Ona da soracaksın. O kızla sözlenirken gözlerin neredeydi diye.
Ne buluyorsun onda? anlayamıyorum. Delikanlı dediğin bastığı yeri titretmeli. O zavallı üfürsen yıkılacak.
Bal kaymak ne güne duruyor. Yedir yedir şişsin. Ne şans be. Elin oğlu ne bulursa yiyor, gram et bağlamıyor. Biz her şeyden kendimizi mahrum ediyoruz. Maşallahımız var. İkimiz de yediğimizi inkar etmiyoruz.
Vallahi hiç dert etmiyorum. Ne demişler? Bir gram et bin ayıp örter. Beğenmeyen büyük oğluna almasın. Küçük oğluna alsın.
Kısmetimiz kurudu be arkadaşım. Ne büyüğü, ne küçüğü, köklerine kıran girmiş sanki tümünün. Yaş yirmi beşi aştı. Daha kapımızı açan olmadı. Biz mi çok beceriksiziz, yoksa kısmetimiz mi kapalı anlayamıyorum.
Ne bileyim ben. Dediğin gibi kısmetimiz kapalıdır.
Şu Saffet’e öyle bozuluyorum ki. Neymiş efendim çalışan bir kızla evlenmezmiş. Çoluk çocuğa karışsın hele açlıktan geberecek haberi yok. Kolay mı tek maaşla ev geçindirmek? Ev kira boğaz satın. O zaman ben ne yaptım diye dövünecek ama iş işten geçmiş olacak.
Bize ne yahu. Geberirse gebersin. Kendi düşen ağlamaz. Gece yarılandığında yeni çay demlediler. Bu kez peksimetler de ortaya çıkardılar. Gece sakin geçti. Konu ise hep Saffet’ti.
                              ***
Düğün hazırlıkları tez bitti. Bir günlüğüne masraf etmeye değmez diyerek gelinlik diktirmektense emanet bir gelinlik buldular. Konukların oturmaları için yüz sandalye kiraladılar. Avluyu iyice temizledikten sonra, kiralık sandalyeleri yerleştirdiler. Bir elektrikçi gelip avluya seyyar kablo çekip on tane yüzlük lamba astı. Karanlık basmadan ışıkları yaktılar. Konuklar da gelmeye başladılar. Teypte kıvrak oyun havaları çalıyordu. Genç kızlar gelin yerini almadan kıvrak oyunlarıyla hünerlerini göstermeye başladılar. Gelin avluya girdiğinde alkış sesi ortalığı inletmeye başladı. Gelin yerine oturuncaya kadar alkışlar arlıksız sürdü. Gelinin oturduğu sandalyeyi ısıtmasına bile fırsat vermediler. Hemen onu da oyun alanına aldılar. Bütün gece doyasıya eğlendiler.
Sabah onca yorgunluğa rağmen erken kalktılar. Kahvaltıdan henüz kalkmışlardı. Komşu kızları geldiler. Komşu kızlarıyla birlikte kuaföre gelin başı yaptırmaya gittiler. Gelin başı uzun uğraş isteyen bir iştir. Komşu kızlarının saçları o sırada diğer elemanlarca günün modasına uygun şekle getirildiler. Gelin başı bittiğinde saat on dördü bulmuştu. Nikah on beş otuzdaydı. Eve döndüler. Selma’ya hemen gelinliğini giydirdiler. Meraklı komşular meraklarını yenmek için gelin ziyaretine geldiler. Komşu Mevharet hanım,
Aman gelinlik kızıma ne kadar yakışmış. Kelebekler gibi olmuşsun kızım. Zaten güzele ne yakışmış dedi. Bir başka komşu,
Şu güzelliğe bak. Damat ne kadar şanslıymış. Kaç erkeğe böylesine güzel bir gelin kısmet olur. Allah nazar deydirmesin dedi. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Komşuların hepsi aynı şeyleri söylüyorlardı. Komşu kızlarına gelinlik ne de çok yakışmazdı. Selma meraktan çatlıyordu. Gerçekten komşuların dediği gibi gelinlik kendisine çok mu yakışmıştı? Gidip aynada kendisine bakmasa çatlayacaktı. Korna sesi duyan komşular gelin arabasını görmek için pencereye yığıldılar. Selma fırsattan yaralanarak aynanın karşısına geçti. Gerçekten gelinlik kendisine çok yakışmıştı. Boşuna mı bunca yıl, bu çirkinliğimle evde kalacağım diye korku yaşamıştı. Demek ki bakımlı her kadın güzel olabiliyordu. Bundan böyle memur eşi olduğunu unutmayacak ve eşinin şanına uygun giyinecek ve bol bol süslenecekti. Annesi,
Hadi kızım, aynanın karşısında ne süzülüp duruyorsun öyle. Nikaha geç kalacaksınız.
Tamam anneciğim ben hazırım. Hadi öyleyse ne duruyorsun. Gidip arabaya binsene. Damat adayı arabanın kapısını açmış gelin adayını bekliyordu. Selma arabanın yanına geldiğinde Saffet elinden tutarak arabaya binmesine yardım etti. Komşularda arkadaki üç arabaya doluştular. Genç bir kız arabaların aynalarına birer havlu bağladı. Genç kız arabaya bindikten sonra arabalar şehir içinde bir tor attıktan sonra belediyenin önünde durdular. İnenler doğruca nikah salonuna gittiler. Saffet, Selma’yı elinden tutarak arabadan inmesine yardımcı olduktan sonra koluna girerek nikah salonuna yürüdüler. Salona genç kızların oluşturdukları tünelin içinden geçerek girdiler. Doğruca nikah masasına gidip oturdular. Nikah memuru ve şahitler yerlerini aldılar. Formaliteler tamamlandıktan sonra küçük bir takı töreni yapıldı. Tören bittikten sonra tekrar arabalara binerek evlerine döndüler. Geceyi evde geçirip ertesi gün balayına çıkacaklardı.
                              ***
Sabah çok geç uyandılar. Saffet,
Selmacım, hadi kalk artık. Daha balayı seyahati yapmak için hazırlık yapacağız.
Ne seyahati be Saffet’çiğim. Biz balayı seyahati yapacak kadar zengin miyiz? Evimizin suyu mu çıktı. Annem ve babam bir haftalığına dayımlara gittiler. Biz de balayımızı evimizde geçiririz. Evimizin neyi eksik dedi. Zaten Saffet balayı masrafına parasının yetmeyeceği korkusuyla huzursuzdu. Eşinin bu önerisi canına minnetti. Tekrar yatağa girerek eşine sarıldı. Evlilik için almış olduğu izin göz açıp kapayıncaya kadar bitti. İzinli günlerinde evlerinin karşısındaki sebze bahçesine giderlerdi. Su yolunda akan suyla oynamak en büyük zevkleri olmuştu. Eve döndüklerinde sırılsıklam ıslanmış olurlardı. Hemen giysilerini değiştirirlerdi. Eşinde ilk günlerde fark etmediği bir şeyi fark etti. Eşi soyunduğunda bidondan farksız olan hantal vücudu hiç de iç acıcı değildi. Öyle bir kemik yapısı vardı ki zayıflasa bile incelmesi mümkün değildi. Zaman geçtikçe eşinden soğumaya başladı. Eşiyle yatağa girdiğinde Şenay ebenin düzgün bacakları, yuvarlak kalçaları ve incecik beli gözlerinin önüne geliyordu. Kalçalarına kadar inen saçlar ise olağan üstü çekiciydi. Evlenmiş olmasına rağmen Şenay ebe halen kendisine ilgi gösteriyordu. Zaman zaman eşini terk edip Şenay ebeye dönmeyi bile düşünüyordu.
Son zamanlarda eşiyle arasında sorunlar yaşamaya başlamışlardı. İlk çocukları doğduğunda ise birbirlerinden tamamen kopmuşlardı. Eşi Selma için varsa yoksa her şey çocuğu içindi. Bir gün eşi, Bak Saffet demişti. Artık çocuk sahibi olduk. Senin maaşın kendimize bile yetmiyor. Bu çocuğun büyüdükçe masrafları artacak. O zaman masraflarını hiç karşılayamayacağız. Almanya’ya işçi alıyorlar. Seninle evlenmeden başvuruda bulunmuştum. İşe alınma sıram gelmiş. Düşündüm. Bu çağrıyı kabul eder Almanya’ya gidersem geçim sıkıntımız kalmaz. Gerekli yasal süreyi doldurduğumda senin için istek yaparım. Orada beraber çalışırız. Saffet’in canına minnetti bu öneri.
Tamam karıcığım. Gereken işlemleri hemen yaptıralım. Ben de Almanya’ya gitmeyi çok arzulamıştım ama olmadı. Demek ki kısmetim açılmış. Hemen pasaport işlemlerini ve gerekli sağlık kontrollerini yaptırdılar. Saffet güle oynaya eşini Almanya’ya uğurladı.
                              ***
İşine giderken iki simit aldı. İki de duble çay söyledi. Temizlik işçisine Şenay hemşireyi çağırmasını söyledi. Şenay hemşire geldi.
Hayrola Saffet. Hangi dağda kurt öldü de beni hatırladın.
Bak duble çaylarımız geldi. Çekmecesine koyduğu simitleri çıkardı.
Senin için de susamlı tavuk aldım. Biraz da peynir. Seninle birlikte kahvaltı yapmayalı çok oldu.
Hayrola? Sendeki bu değişiklik ne böyle?
Artık özgürüm. Hanımı Almanya’ya postaladım. Gitmesi oldu, dönmesi olmaz inşallah.
Öyle deme. Ne de olsa çocuğumuzun annesi.
Evlenmeden önce tencerede pişirir, kapağında yeriz diyordu. Çocuğumuz olduktan sonra benden tamamen koptu. Yetmedi. Maaşımın azlığından şikayet etmeye başladı. Ayrıca evlenmeden önce Almanya’ya işçi olarak gitmek için baş vuruda bulunduğunu da gizledi. Güya yasal süreyi doldurduktan sonra istek yapıp beni de götürecekmiş. Ben devlet memuruyum. Emeklilik hakkım var. Bu da geleceğimin garantisi demektir. Diyelim ki istifa edip Almanya’ya gittim. Benim katiplikten başka elimden hiçbir iş gelmez. Dilini bilmediğim bir ülkede bana kim iş verir? Hadi bir ayak işi buldum. İşin garantisi olacak mı? Orada yapamayıp geri dönecek olsam memuriyetime aynı yerden başlatırlar mı?
Sen de o kadar karamsar olma. Belki orada işin daha iyi olur. Çok para kazanır zengin olursun.
Sabah sabah kafa buluyorsun galiba. Mesleği olmayan bir insan iş veren olmaz diyorum. İşi olmayan zengin olmaz, sefil olur.
Peki ne olacak şimdi?
Biraz bekleyeceğim. Sonra da geri gel diyeceğim. Geri gelmeyi kabul etmediğinde de boşanma davası açacağım.
Çok iyiydiniz. Ne oldu da böyle çok sevdiğin eşinden bu kadar çok soğudun. Üstelik maşallahı var. Harikulade güzel bir kadın.
Bırak Allah aşkına sen de. Biliyorum dalganı geçiyorsun. Ben onunla güzel olmadığını göre göre evlendim. İçi çok temizdir diye düşünmüştüm. Başlangıçta öyleydi ama, dediğim gibi çocuk doğduktan sonra çok değişti. Üstelik hamileliğinde öylesine çirkinleşti ki, kendisinden iğrenir oldum. Üstelik senin gibi güzeller güzeli kızları gördükçe çıldıracak gibi oluyorum. Öfkemden kafamı yumrukluyorum.
Hadi canım, ben mi güzelim?
Evet, ne sandın. Şenay hemşire başındaki kepi çıkarıp masanın üzerine koydu.
Sen bu anlattıklarını kepime anlat. Eşin olan o kızı ilk gördüğünde ayakların yere basmıyordu. Havandan yanına varılmıyordu. Neymiş efendim? Çalışan bir kızla evlenemezmiş. Şimdi ne olacak? Çalışmıyor diye evlendiğin hanım yaban ellerinde çalışacak. Eğer başına şapka alacaksan bir numara büyük al. Bir süre sonra boynuzların yüzünden küçük gelmesin. Saffet bu sözler karşısında delirecek gibi oldu. Gözünün önüne eşi geldi. Yabancı birinin koluna girmiş mutluluktan uçuyordu.
Çık dışarı diye bağırdı. Seni bir daha bu odada görmeyeceğim. Şenay hemşire,
Çok da meraklıyım diyerek odadan çıktı.
Konuşmaya daldıklarından çaya ve simitlere el sürmemişlerdi. Midesi taş gibi olmuştu. Simitleri kağıda sarıp çekmeceye koydu. Çayları götürüp lavobaya döktü. Yerine oturduğunda yapması gereken işleri önüne koydu. Eli işine bir türlü varmıyordu. İçinden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. Bir gelen olur korkusuyla ağlama isteğini yenmeye çalıştı.
                              ***
Bekarlığında etrafında pervane olmuş bir çok kız vardı. Oysa şimdilerde hepsi kendisine alaycı gözlerle bakıyorlardı. Sanki söz birliği etmişçesine oh olsun diyorlardı. Geceleri gözüne uyku girmez olmuştu. Ne yapsa eşinin bir başkasının koluna girmiş halindeki hayali gözlerinin önünden gitmiyordu. Nasıl olsa onu boşamaya karar verdim diye düşünmek de o hayalden kurtulmasına yetmiyordu. Neden onu böylesine çok kıskanıyordu? Yoksa onu hala ilk günlerdeki gibi seviyor muydu? Çocuğu geliyordu gözlerinin önüne. Minicik ellerini uzatmış baba, baba diyordu. Daktiloyu önüne çekip uzun bir mektup yazdı. Mektubunda karısına kendisini çok sevdiğini ve onsuz yaşamasının mümkün olmadığını, evlat hasretinin dayanılmaz olduğunu anlatmıştı. Ve eşinin bir an önce ülkesine geri dönmesini istedi.
Yazıp gönderdiği mektubun üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen eşinden yanıt gelmemişti. Çıldıracak gibiydi. Bir türlü gözüne uyku girmiyordu. Kalkıp ocağa çaydanlığı koydu. Demliğe çay koyduktan sonra çaydanlığın üzerine yerleştirdi. Çay bardağını ve şekerliği masanın üzerine koyduktan sonra yazmaya başladı.
Canımdan çok sevdiğim biricik eşim. Çocuğumun annesi, annelerin en güzeli karıcığım benim. Seni nasıl özlediğimi anlatacak kelime bulamıyorum. İnan bana, gittiğinden beri gözüme uyku girmedi. Biricik kızımız Özlem’in minik kollarını açarak boynuma sarılışı gözlerimin önüne her geldiğinde çıldırmaktan korkuyorum. Onu yine kollarımın arasına almak, havalara fırlatmak, onun gülücüklerine yeniden kavuşmak için canımı bile veririm. Ne olur dön artık geriye. İnan bana sevgilim, sensiz yaşamaktansa ölmek milyonlarca kez yeğdir. Ölüm bir kez olur. Oysa ben her gün onarca, hatta yüzlerce kez ölüp ölüp diriliyorum. Eğer çıldırmamı istemiyorsan ne olur hemen dön sevgilim. Çevresinde olup bitenleri de mektubuna ekledikten sonra zarfa koyup zarfı kapattı. Gözü çay fincanına ilişti. Eyvah dedi. Çayımı unutmuşum. Demliği kaldırıp baktı. Çaydanlıkta çok az su kaldığını gördü. Su ekledikten sonra masasına döndü. Önündeki kağıda rast gele çizgiler çizmeye başladı. Çaydanlıktan çıkan dumanı fark ettiğinde gidip demliğe su döktü. Ocağın altını kıstı. Bir süre daha çizgi çizmeyi sürdürdü. Kalkıp bardağına çay doldurdu. Çayını içerken çizmeye devam etti. Peş peşe içtiği çaylardan sonra bilinçsizce çizdiği kağıda baktı. Kağıt üzerine sanki içinin karasını çizmişti. Kağıdı parçalayıp attı. Uyuyabilme umuduyla yatağına döndü.
Yazdığı mektuplara eşinin yanıt yazmaması yüzünden yemeğe karşı oldukça duyarsız olmuştu. Sanki hiç acıkmıyordu ve yemek yemeyi gereksinmiyordu. Üzerine bir de uykusuzluk eklenince zaten zayıf olan bünyesi iyiden iyiye çökmüştü. Arkadaşları ve komşuları sıkıntısını bildikleri için nedenini sormuyorlardı.
                              ***
Eşinin dayısının İzmir’e gideceğini öğrendiğinde aklına çok parlak bir fikir geldi. Dayısının ardından o da İzmir’e gitti. Çiçekçiden bir demet çiçek alıp dayısının döneceği yolda beklemeye başladı. Dayısı fazla bekletmemişti. Damatlarının bir demet çiçekle ne yapmak istediğini merak eden dayı,
Hayrola Saffet? Bu elindeki çiçekler ne böyle?
Kararımı verdim. Selma’yı boşayacağım. Çok güzel bir kızla anlaştım. Onu bekliyorum.
Oğlum sen manyaksın. Güle oynaya gönderdiğin karını, olacak işmiş gibi üç gün sonra geri çağırmaya başladın. Senden zaten bir kadına koca olmaz. Boşarsan çok memnun olurum. Yalnız ben değil, tüm ailemiz memnun olur. Yeğenime yazayım. Mümkün olduğunca erken izin almaya çalışsın. Gelsin ve bu evliliği bitirsin. Saffet donup kalmıştı. Giden dayısının arkasından bakakaldı. Peki şimdi ne olacaktı? Bu plan tutmadığı gibi ters de tepecekti. Dayısıyla aynı otobüse binmiş olmamak için biraz dolaştıktan sonra çiçekleri bir çöp bidonuna attı. Otobüse bindiğinde dışarıyı seyrederek aklındaki kötü düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştı ama olmadı. Aklından küçük kızı çıkmıyordu. Dayısı gerçekten olanları eşine yazacak mıydı. Yazarsa şüphesiz boşanmaktan başka bir umar kalmayacaktı. Küçük kızı ne olacaktı? Çocuğu alsa nasıl bakacaktı? Hemen birini bulup evlenmeye kalkışamazdı. Zira kıyıda köşede tek bir kuruşu bile yoktu. Bu durumda kızını annesinde bırakmak zorunda kalacaktı. Ya annesi kızını göstermezse? Eğer eşi gerçekten izin alıp boşanmak için gelirse tek bir umarı vardı. Eşine gerçeği söyleyecekti. Hasretine dayanamadığım ve seni çok kıskandığım için, geri dönmeni sağlar diye o numarayı yaptım diyecekti. Pişman olduğunu söyleyip özür dileyecekti.
Evine döndüğünde kapıyı açıp içeri girerken üzerine bastığı mektubu son anda fark etti. Eğilip aldı. Sevincinden uçacak gibi oldu. Mektup eşindendi. Mektubu açıp bir nefeste okudu. Eşi kendisini çok sevdiğini, fakat bu aşamada geri dönmesinin mümkün olmadığını, çocuklarımızın geleceği için buna katlanmak zorunda olduğunu yazmıştı. Mektubu defalarca öptü. Sokağa çıkıp, eşimden mektup geldi diye bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Divanın üzerine uzanıp mektubu defalarca okudu. Mektubu defalarca öptü. Kalkıp kağıt kalem alıp masaya oturdu. Eşine yazdığı mektup için ne kadar sevindiğini anlattı. Mektubu ne olur daha sık mektup gönder diye yazarak bitirdi. Aklına yine dayısı geldi. Olanları belki yazmaz diye teselli olmaya çalıştı.
                         ***
Eşinin Almanya’ya gidişinin üzerinden tam sekiz ay geçmişti. Eşinden aldığı mektup yüzünden sevinçten deli olacaktı. Eşi doğum yapmış ve doğumdan sonra doğum iznini Türkiye’de geçirecekmiş. Ardından bir mektup daha geldi. Eşi bir erkek çocuk sahibi olduğunu bildiriyordu.
Sabırsızlıkla eşinin yolunu bekliyordu. Bir mektup daha geldi. Eşi mektubunda çocuğun sağlığı için gelemeyeceğini bildiriyordu. Mektubu tekrar tekrar okudu. Okuduklarına inanamıyordu. Neden diyordu. Neden bebeğin sağlığını gelmemek için bahane ediyordu. Neydi bu işin aslı? Orada kendisine bir sevgili mi bulmuştu? Biriyle beraber mi yaşamaya başlamıştı? Yoksa o beraber yaşadığı kişi mi onun gelmesini engelliyordu. Hayır, hayır bu iş yürümeyecekti. Ne demişti Şenay hemşire? Başına şapka alacaksan bir numara büyük olsun. Yani boynuzlarım içine sığsın. Asla boynuzlanmaya razı olamazdı. Elini kana da bulayamazdı. Uygar bir insana uygun olanı yapacaktı ve eşinden boşanacaktı. Bunu açık bir dille eşine bildirecek ve boşanmak için bir an önce gelmesini isteyecekti. Kağıdı kalemi alıp masaya oturdu ve yazmaya başladı.
Selma, sana yine eskisi gibi sevgili karıcığım diye hitap ederek yazmayı ne kadarda isterdim. Gelmekten vaz geçmiş olmandan çıkardığım sonuç aile bağlarımızın gevşemekten de öte tamamen koptuğunu göstermektedir. Davranışlarından burnuma ihanetinin pis kokusu gelmektedir. Hele hele Almanya’ya gidişinin üzerinden sekiz ay sonra doğum yapmış olman aklıma prematüre bir doğumunu getiriyor. İçimi belki de çocuk benden değildir diye bir kuşku kemiriyor. Eğer içinde bana karşı bir damla sevgi kalmış olsaydı ne yapar eder gelirdin. Gelmediğine göre evliliğimiz bitmiştir. İkimiz için en uygun olanı kendimize yeni bir yol seçmektir. Bundan böyle sen yoluna ben yoluma. Her şeyin gönlünce olması dileğiyle. İmzasını attıktan sonra kağıdı katlayıp zarfa koydu. Ertesi günü postaya vermeyi unutmamak için mektubu göz önünde olacak bir yere koydu.
                              ***
Selma mektubu okuduğunda okuduklarına inanmak istemedi. İstemese de yazılanlar açık ve seçik olarak kendisini çok ağır bir ithamın altında bırakıyordu. Bu adam biraz kaçıktı ama bu kadar da deli olamazdı. O çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak için çırpınırken bu delinin aklından neler geçiyordu. Aslında inceldiği yerden kopsun diye mektuba yanıt bile vermemesi gerektiğini düşündü ama yapamadı. Kısa bir mektup yazıp postaladı. Mektubunda “ben burada çocuklarımızın istikbali için vatan hasretini içime gömerekten çalışıyorum. Sen ise oralarda nelerle uğraşıyorsun? İlle de boşanacağım diyorsan seni tutan mı var? Mahkemenin yolunu bilmiyorsan tarif edeyim. Çocuklarımızın geleceği için buradayım. Daha uzun süre de burada kalacağım. Bir daha da beni bu saçmalıklarınla rahatsız etme dedi.
Selma demlediği çayı bardağına doldurup içerken aklı son günlerde yaşadıklarına takılmıştı. Ne umutlarla evlenmişti bu adamla. Memur karısı oluyorum diye az sevinmemişti. Neydi o günler öyle? Sanki etekleri zil çalıyordu. Sonuç ne oldu? Koca bir hiç. Bari bundan böyle çocukları için yararlı bir şeyler yapabilseydi. Yuvayı yıkmamak için geri dönse ne olacak? Bu çocukların geleceği onun buradaki kazancına göre komik sayılacak maaşıyla nasıl garanti altına alınacaktı? Hiçbir şekilde geri dönmeyi içine sindiremiyordu. Artık kendi yuvasını düşünmek bile istemiyordu. Yaşamının bundan sonrasını yalnızca çocuklarına adayacaktı. Peş peşe içtiği çaylardan mı? yoksa kafasını tokmaklayan düşüncelerden mi? yatıp uyumaya gerek duymuyordu. Oysa sabah erken saatlerde yollara düşüp işine gitmek zorundaydı. Bu ülke kendi ülkesi değildi. Burada işi asmak, bu gün işe gitmesem de olur demesi olası değildi. Yatağına girdiğinde neredeyse sabah olacaktı.
                         ***
Saffet mektubu aldığında şok olmuştu. Biliyorum, mutlaka orada birini buldu ki bana bu şekilde rest çekebiliyor. Hemen boşanma davası için işlemleri başlatacaktı. Tanıdığı bir avukat vardı. Ona gitti. Eşini Almanya’ya gittiği için boşanma davası açmak istediğini söyledi. Avukat,
Eşiniz Almanya’ya gitmek için sizden izin almadı mı?
Aldı tabi.
O zaman onun Almanya’ya gitmiş olması boşanma nedeni sayılamaz. Davayı boşuna açmış oluruz. Bence ille de boşanmak istiyorsanız izinli geldiğinde bir avukata boşanma davası açmak için vekalet versin. Böylece kolayca boşanırsınız.
Peki başka bir neden olamaz mı?
Ne gibi?
Eşimin beni orada aldattığından şüpheleniyorum.
Bu işler şüphelenmekle olmaz. Kanıt ve tanık gerekir. Tanığın ve kanıtın var mı?
Yok efendim.
O zaman yine başa döneceğiz. Beklemekten başka hiçbir çözüm yok.
Çok sağ olun. Verdiğiniz bilgilere teşekkür ederim.
Teşekküre değmez. Sohbet etmeye de beklerim. Avukatın bürosundan çıktıktan sonra oyalanmadan işinin başına döndü. Bu günlerde işten çok kaytarır olmuştu. Baş hekim fark ederse çok kötü olurdu.
Kaç günden beri toplamadığı masasının üzerindekilerinin tümünü yerlerine kaldırdı. Çekmeceden çıkardığı bezle üzerini güzelce sildi. Kayda geçirilmesi gereken evrakları ve defteri tekrar masasının üzerine koyarak çalışmaya başladı. İşine öylesine dalmıştı ki odasına gireni fark etmemişti.
Kolay gelsin.
………………
Kolay gelsin. Başını kaldırıp baktı. Uzun boylu bir bayandı seslenen.
Sağ olun, bir emriniz mi var efendim?
Estağfurullah. Ben köy ebesiyim. Şehir ebeliği kursu için geldim. Bu belgeleri size vermem gerekiyormuş.
Alayım efendim. Buyurun şöyle oturun. Eksik bir şey var mı? diye bir bakayım.
Rahatsız etmeyeyim.
Aman efendim, aynı camianın insanlarıyız. Neden rahatsız olayım. Bu arada kadını dikkatle inceledi. İçinden ne kadın be dedi. Dalyan gibi kadın dedikleri bu kadın için söylenilmiş olması gerekir diye düşündü.
Çok af edersiniz. Ne emredersiniz? Ne ikram edebilirim size? Çay mı? kahve mi?
Zahmet etmeyin. İçmiş kadar oldum.
Ne zahmeti efendim. Zahmet bizim çaycıya.
Çaylar gelmeden evraklara bir göz attı. Her şeyi tamamdı. Çay içerken bu güzel kadınla sohbet mutlak çok tatlı olacaktı.
Evli misiniz? Efendim.
Evet evliyim. İki de çocuğum var.
Bey efendi ne iş yapıyor? Bizim camiadan mı?
Yok eşim sağlık memuru değil. Daha önceleri taksicilik yapıyordu. Rahatsızlanınca taksiyi satıp köyde bir bakkal dükkanı açtı. Geçinip gidiyorduk ama, rahatsızlığı çok ilerledi.
Geçmiş olsun efendim. Ben de evliyim. Benim de iki çocuğum var. Ama ne yazık ki yanımda değiller.
Eşinizden ayrıldınız mı?
Öyle gibi bir şey. Eşim rızamı almadan Almanya’ya çalışmaya gitti. Bu yüzden ondan boşanmaya karar verdim. Türkiye’ye dönmesini bekliyorum. Geldiğinde karşılıklı olarak anlaşıp boşanacağız.
Yapmayın bunu. İki çocuktan sonra yuva yıkmak akıl karı değil.
Olmadı, yürütemedik biz bu evliliği. Almanya’ya gitmesinden önce de aşamayacağımız kadar büyük sorunlarımız vardı.
Aceleci olmayın. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Size acımam ama, çocuklarınıza acırım.
Çocuklara hiçbir şey olmaz. Esas acıyı çeken benim. Eşiniz rahatsız olduğu için beni çok iyi anlarsınız. Çok şükür sağlıklı bir insanım. Kadınsızlığın ne olduğunu, yaşadığım sıkıntıların ne olduğunu bilirsiniz. Zira hasta bir eşle sizde aynı sıkıntıları yaşıyorsunuzdur.
Haklısın ama, artık biz kendimizden vaz geçtik. Önemli olan çocuklarımız.
Öyle demeyin. Ömür denilen ne ki? İşte geldik işte gidiyoruz. Sarılıp yatacağım bir eşim olmadıktan sonra gençlik neye yarar?
Hayal kurmaya. Ne güzel, her gece en güzel kadınlarla yatarsın. Ben de eşimle hayalimde geçmişimizi yaşayarak teselli oluyorum. Yaran derin. Sizi çok iyi anlıyorum. Bir abla olarak önerim yuvanı yıkma olacaktır. İzin verirseniz gidip iş başı yapayım. Nasıl olsa bir buçuk ay buradayım. Fırsat buldukça gelirim. Yaralı iki insanın birbirlerine anlatacağı çok şeyler vardır. Hadi hoşça kal diyerek kalktı ve odadan çıktı. Saffet kadının arkasından baktı kaldı. Ne harika kadın be dedi. Bu kadınla geçirilecek bir gece bir ömre bedel olur. Eşi de hastaymış. Mutlaka ele geçirmeliydi onu.
                              ***
Ebe Türkan, her fırsatta yanına geliyordu. Biri eşinin rahatsızlığından söz ediyor, diğeri eşinin vefasızlığından. Arada belki üç beş yaş fark vardı ama ne önemi vardı? Eşinden boşanabilirse belki de aradaki yaş farkına bakmadan bu kadınla evlenebilirdi de. Yine bir öğlen paydosunda,
Size bir şey itiraf etmek istiyorum. Size sırılsıklam aşığım? Ne olur beni reddetme dedi. Heyecandan boğulacak gibiydi.
Siz ne diyorsunuz? Ben sizi bir kardeş olarak bellemiştim. Beni çok şaşırttınız. Eşim hasta da olsa ona ihanet etmeyi, onu aldatmayı hiçbir zaman düşünmedim. Eğer beni bir abla olarak kabul edersen gelirim yanına. Yok öyle olmazsa bir daha beni zor görürsün.
Özür dilerim. Ben hani şey olur demiştim de.
Ne olur demek istiyorsun. Bunu aklının kenarından bile geçirme.
Tamam Türkan hanım. Bundan böyle sizi abla gibi seveceğim. Yeter ki siz darılmayın.
Tamam kardeşim. Söylediklerini duymadım. Sen de hiçbir şey söylemedin.
                         ***
Hemen hemen her gün öğlen saatlerinde bazen de akşam saatlerinde karşılıklı çay içip dertleşiyorlardı. Bir acayiplik vardı bu işte ama ne? Karşısında öyle bir oturuşu vardı ki aklı başından gidiyordu. Bu nasıl kardeşlikti. Sanki kendisini baştan çıkarmak isteyen bir hali vardı. Bir girişimde daha bulunmalı mıydı? Ya tersleyip çekip giderse? İnceldiği yerden kopsun diyerek masa üstündeki kalemi iterek yere düşürdü. Kalem tam da ayaklarının dibine düşmüştü. Eğilip kalemi alırken diğer elini de Türkan’ın bacağının üzerine koydu. Tepki görmeyince okşamaya başladı.
Hayrola? Ne oldu sana? Hani ne söz vermiştin?
Kusura bakma. O kadar güzel bacakların var ki dayanamadım. Kadının tokadı suratında şakladı. Kalkıp hızla odadan çıktı. Saffet ne olduğunu anlamaya çalıştı. Nasıl bir işti bu? Dakikalarca bacağını okşamam ses çıkarmamıştı. Birden parlayıverdi. Neyin nesiydi bu kadın? Yoksa delinin biri miydi?
Aradan iki gün geçmişti. Türkan ebe yine geldi. Gelirken çay da söylemişti. Aralarında sanki hiçbir şey olmamıştı. O tokadı atan kadın sanki o değildi.
Ne var ne yok görmeyeli?
İyilik sağlık. Attığın tokadın tadı halen yanağımda.
Atarım tabi. Senin elin ayağın tek durmazsa olacağına bak. Merak ettim. Benim için neler söylüyorlar?
Neler mi söylüyorlar? Şimdiye kadar bu hastaneye senin kadar güzel bir kadın gelmedi diyorlar.
Hadi canım sen de. Atıyorsun.
Neden atayım ki. Git istersen başkalarına da sor.
Başkalarına ne sorayım? Senin söylediğin bana yeter. Allah aşkına benim neremi güzel buluyorlar?
Uzun bir endam. Harikulade güzel bacaklar. Olgun ve dolgun kalçalar, incecik bir bel kaş, göz ve dudaklar. Hangisinden söz eydim size. Bu hastanede sizin için deliren yalnızca ben değilim. Bütün erkekler sana hasta.
Hadi canım sende, ha bire atıyorsun.
Siz aynaya dargın mısınız? Hiç aynaya baktığınız yok mu? Eğer evinizde bir boy aynası yoksa hemen bir tane alıvereyim.
Teşekkür ederim, aynam var. Bu Pazar her hangi bir randevun var mı?
Yok niye sordunuz?
Ev yemeğine hasretsindir. Bu Pazar konuğum olursan sana güzel bir ziyafet çekerim.
Eşiniz ne der buna?
Hiçbir şey. Onun bana güveni tamdır.
Memnuniyetle gelirim.
Evim kahvehanenin yanındaki sokağa girince soldaki ikinci kapı. Pencereden senin geldiğini görürüm.
Sizin konuğunuz olmak benim için harikulade bir şey olur. Pazar gününü iple çekeceğim.
Sakın aklına başka şeyler getirme. Avucunu yalarsın. Seni bir abla olarak davet ediyorum.
Tamam ben de bir kardeş gibi geleceğim.
                         ***
Pazar günü öğlene doğru trene binip Ebe Türkan hanımın köyüne gitti. Tarif ettiği yoldan yürüyerek kahveye ulaştı. Kahvehanenin yanındaki yola girdiğinde ikinci evin penceresine baktı. Ebe de kendisini görmüştü. El salladı. Kalkıp kapıyı açmak için avluya çıktı. Sokak kapısını çalmaya fırsat vermedi. Kapıyı açıp buyur etti. Kapıyı hemen arkasından sürgüledi.
Hoş geldin.
Hoş bulduk.
Evi kolay buldun mu?
Evet zaten çok kolay bulunacak bir yerdeymiş.
Hadi geç içeri. Kapıyı dayakladım. Yemeğimizi kimse rahatsız etmeden yiyelim diye.
İyi düşünmüşsün. Çok sağ ol. Hemen masaya tabakları sıraladı. Mutfaktan getirdiği tencereleri masanın üzerine koydu. Tabaklara yemek koyduktan sonra oturdular. Yemeklerini yerlerken suskundular. Bir ara,
Kuzum ne oldu sana böyle? Dut yemiş bülbül gibisin. Yemeğe oturduğumuzdan beri tek söz etmedin.
Güzelliğinle bende konuşacak hal mi bıraktın. İnan kalbim göğsümden fırlayıp gidecek diye korkuyorum.
Hadi canım sen de. Şurada abla kardeş gibi oturmuş yemeğimizi yiyoruz. Bunda seni heyecanlandıracak ne var?
Kaç defa söyleyeceğim. Beni bu denli derinden etkileyen olağan üstü güzelliğiniz.
Amma da atıyorsun. Eşinden ayrı kaldığından beri senin gözün dönmüş. Güzeli çirkini birbirinden ayıramıyorsun. Yarın eşin Almanya’dan dönüverse anında beni unutursun.
Eşimin dönmesinin ne önemi var? İkimiz de ayrılmakta kararlıyız. Türkiye’ye gelir gelmez bu işi bitireceğiz.
Bak çocukların var. Onları öksüz bırakmaya hakkın yok.
Ne fark eder. Yanlarında olmayan bir baba ile boşanmış bir babanın arasında ne fark olabilir. Artık onlar için hiçbir şey değişmez.
Demek bu kadar kararlısın.
Hem de nasıl.
Haklısın ısrar etmeye gelmez. Yemekten kalktıklarında Saffet divana oturup ebe arkadaşının sofrayı toplayışını izledi. Güzelliği kadar hareketlerinde de ne kadar incelik vardı bu kadının. Bununla yaşanacak bir aşk ölünceye kadar kesintisiz sürerdi. Kendi eşi geldi gözlerinin önüne. Ne kadar kaba saba bir insandı. Ona dişi demeye bin şahit isterdi. Nasıl kapılmıştı ona. Sanki gözleri kör olmuştu. Ah, ah onu bir boşaya bilse. Az sonra ebe hanım elinde tepsiyle geri döndü. Tepsiyi önüne tuttu. Uzanıp kahve fincanını tabağıyla birlikte aldı. Tepsiyi masanın üzerine koyduktan sonra kendisi için olan fincanı alıp karşı divana oturdu. Etekleri bir hayli yukarı sıvanmıştı. Kahvesini yudumlarken içinden bu kadın ne yapmak istiyor? Beni delirtmek mi diye geçiriyordu. Boşalan kahve fincanını alıp mutfağa götürdükten sonra yine karşısındaki divana oturdu. Bu kez bacakları daha çok açılmıştı. Çıldıracak gibiydi. Tepkisinden korkmasa aç bir hayvan gibi saldıracaktı ona. Bunu yapamazdı. Zira kendisinden çok daha iri olan bu kadından dayak bile yiyebilirdi. En iyisi beklemekti.
Madem ki konuşmaya niyetin yok, bari gazeteye bakayım diyerek yanı başındaki gazeteyi aldı. Biraz göz gezdirdikten sonra,
Aaaaa Saffet şu habere baksana. Saffet yerinden kalkıp gidip yanına oturdu. Haber diye göstermek istediği umurunda bile değildi. Onun aklı fikri kadının güzel bacaklarındaydı. Elini kadının bacağının üzerine koyup okşamaya başladı. Kadından tepki gelmeyince uzanıp dudaklarından öpmek istedi. Kadın bir yay gibi yerinden fırlayıp suratına iki okkalı tokat patlattı.
Sen ne terbiyesizmişsin be. Ben de seni adam zannedip evime aldım. Çık dışarı. Seni bir daha evimde görmek istemiyorum. Bu ilk ve son olsun. Saffet,
Özür dilerim. Kendimi kaybetmişim. Ne olur af et beni.
Daha konuşuyor. Ne duruyorsun? Defolup gitsene.
Özür dilerim. İnan bana bir daha yapmayacağım.
Daha konuşuyor. Şimdi pencereden uzanıp imdat diye bağırıp köylüyü başına toplayacağım. Kim alır seni onların elinden bilemem. Hadi uzatma yürü. Saffet’in gitmekten başka umarı kalmamıştı. Ayak kaplarını giyip hızla aşağı indi. Kapının sürgüsünü çekip kapıyı açtı. Sokağa çıkıp arkasına bakmadan uzaklaştı.
                         ***
Gece yatağına girdiğinde gündüz yaşadığı olay bir türlü gözünden gitmiyordu. Ya dediği gibi pencereye çıkıp bağırsaydı ne olurdu? Köylü kendisini yakaladığında aferin iyi yaptın diye sırtını sıvazlamayacağı muhakkaktı. Belki de canından bile olurdu. En iyisi aile düzenini korumak mıydı? Neydi bu kadının kendisinden istediği? Yuvasını yıkmaması için kendisine ders mi vermişti. Eşi hasta bir kadın ne amaçla yemeğe davet etmişti. Önceki kararı kendisiyle beraber olmam için miydi? Kararını sonradan mı değiştirmişti. Hayatına ikinci bir erkeğin girecek olması korkutmuş muydu onu? Bir daha çağırırsa gitmemeye karar verdi. Hatta yanına geldiğinde bile ona yüz vermeyecekti. Ona ben eşimle anlaşmaya karar verdim. Eşimle boşanmayacağım diyecekti.
Ertesi gün iş başı yaptığında halen dünkü yaşadığı olayın etkisinden kurtulamamıştı. Kafasında geliverirse ona karşı nasıl davranacağını kuruyordu ama o gelmedi. Bu kez de neden gelmediğini merak etmeye başladı. Dün yaptıkları gerçek miydi? Yoksa rol muydu? Eninde sonunda bu işin sırrı çözülecekti.
Gözünü pencereden ayıramıyordu. Hasta yakınları genç kadınlara takılıyordu gözleri. Eşimin bunlardan ne eksiği var diye düşündü. Üstelik iki çocuğunun annesiydi. Hayır, hayır bundan böyle boşanmayı asla düşünmeyecekti.
Akşam evine giderken bir top mektupluk kağıt aldı. İyisinden on adet de zarf. Yemeğini yedikten sonra ocağa çaydanlığı koydu. Aldığı kağıt topunu açıp on kadar kağıdı önüne koydu. Yazmaya başladı.
Sevgili karıcığım, günlerdir düşüncelerimde yalnızca sen ve çocuklarımız var. Üçünüze çektiğim hasret artık dayanılmaz oldu. Ne olur karıcığım dönüp gelmek istemiyorsan izin alarak gel. Senin gibi Almanya’da çalışan aileleri tatil için Türkiye’ye geliyor olmaları beni delirtiyor.. Her akşam mesaim bittiğinde Nihat’ın kahvehanesine gidiyorum. İçimde bir his eşin gelecek, bekle diyor. Gözlerimi şehirler arası yoldan ayıramıyorum. Umutla gelişini bekliyorum. Çok önceleri boşanalım dediğim mektubumu unut sevgilim. Hasretinin beni deliye döndürdüğü bir durumdayken o mektubu yazmıştım. Oysa o mektubu yazdığım için çok ama çok pişmanım. Ne olur affet beni sevgilim. Yine eski güzel günlerimize dönelim.
Hani komşumuz Leyla var ya. Çok yakışıklı ve üstelik zengin bir ailenin çocuğu olan bir delikanlıyla evlenmişti. Uzun sürmedi evlilikleri. Elli günlük kızarını annesi al bunu götür o arkadaşına. Alsın piçini kendi baksın diyerek verdi. Her ne kadar götürmeye yanaşmadıysam da sen götürmezsen ben de götürür cami avlusuna bırakırım deyince çaresiz alıp götürdüm. Dün arkadaşım polislerle gelerek bebeğine vermek istediler. Komşu kızı kabul etmedi. Meğer babası çocuğu vermek istemiyormuş. Savcı ile iyi görüştükleri için savcı, “bu bebek ölürse seni mahkemelerde süründürürler. Ne olur ne olmaz. Biz işlemlerimizi gerektiği şekilde yapalım. Onların ellerine koz vermeyelim” demiş. Meğer o nedenle getirmişler bebeği. Olanlar karşısında şok oldum. Meğer evlat sevgisi ne güzelmiş. Babasının bebeği sımsıkı kucaklamış hali gözlerimden hiç silinmiyor. Ne olur biz de çocuklarımızı öksüz bırakmayalım. Çocuklarımızı analı babalı büyütelim.
Mektubuma son verirken seni ve çocuklarımı hasretlerin en büyüğüyle öperim. Seni ölesiye seven eşin Saffet.
Mektubu zarfa koyup kapattı. Üzerine gideceği yer ile gönderen adreslerini yazdı. Ertesi gün ilk işi mektubu postaya vermek olacaktı. Radyoyu karıştırıp hoşuna gidecek programlar aradı. Bulduğu programı son anında yakalamıştı. Başka istasyonlar aradı. Gönlüne göre bir şey bulamayınca eski bir gazeteyi yeni baştan okudu. Ne zaman geçiyordu, ne de uykusu geliyordu. En iyisi çıkıp biraz dolaşmaktı. Kahvehanelerden haz almaz olmuştu. Evinin yakınından geçen kanala doğru yürüdü. Karanlığa aldırmadan uygun bir yer bulup oturdu. Oturmasıyla üzerine sivri sineklerin üşüşmesi bir oldu. Kalkmak zorunda kaldı. Bir süre sokak aralarında dolaştı. İçinde bir umut vardı. Sokakların birinde sanki karşısına kendisi gibi karşı cinse hasret duyan bir kadın çıkacaktı. Oysa sokaklarda kimsecikler yoktu. Burada tarım ağırlıklı. Herkes sabahın çok erken saatinde kalkıp işe gidiyor. Akşam geç vakit geri dönüyorlar. Bu nedenle kentin büyük bölümü uykuya yatmış durumda. Eve gitmekten başka umarı kalmamıştı. Eve döner dönmez soyunup yatağa girdi. Yazdığı mektubun olumlu sonuca yarayacağını düşünerek rahatlaması uyumasını kolaylaştırdı.
Sabah iş başı yaptıktan sonra postaneye gidip mektubu atıp geri döndü. Artık eşinden başka hiçbir kadını düşünmeyecekti.
                         ***
Eşinden aldığı mektubu hızla okumaya başladı. Onunda ayrılmak istemediğini yazan satırları tekrar tekrar okudu. En önemlisi yakında Türkiye’ye izinli olarak geleceğiydi. Almanya’ya ilk gittiğinde aynı iş yerinde çalışan bir Türk bayanla tanışmıştı. Meğer hemşeriymişiz. Onunla çok iyi arkadaş olduk. O evlenip boşanmış ama, eski sevgilisini hiç unutamamış. O kim biliyor musun. Komşumuzla evlenip boşanan arkadaşın var ya işte o. Boşandığını söylediğimde sevinçten uçacaktı. Ne olur Allahım beni ona kavuştur diye her gün dualar ediyor. Belki de o yüzden izine çıkmak için acele ediyor. İzin için aynı gün başvuruda bulunduk. İnşallah iznimiz yakın zamanda çıkar. Zira ben de seni ve ülkemi çok özledim. Arkadaşımın arabası olması iyi bir avantaj. Bu sayede yolculuk esnasında çocuklar sıkılmazlar. Selam eder hasretle öperim.
Mektubu okuduğunda derin bir oh çekti. Hele eşine ve çocuklarına bir kavuşsun. Gerekirse görevinden istifa edecek onlarla birlikte Almanya ya gidecekti. Sayılı günler çabuk geçer diyorlar ama, nedense eşinin ve çocuklarının yollarını gözlediği günler çabuk geçmiyordu.
Mesai çıkışı Nihat’ın kahvehanesine gitti. Gözü hep Alman plakalı arabalardaydı. Son geçen arabadaki kadın eşine çok benziyordu. Onlar olabilir diye kalkıp doğruca evine gitti. Yanılmamıştı. Alman plakalı araba evinin önünde duruyordu. Eşi ve arkadaşı evden çıkıp arabanın bagajından eşyaları çıkarmaya başladılar. Yanlarına gidip kolay gelsin dedi. Tanımadığı kadın ters ters baktı. O ara eşi dönüp bakınca seslenenin eşi olduğunu gördü. Elindekini bırakıp eşinin boynuna sarıldı. Uzun sürdü sarılmaları. Arkadaşı,
Hadi artık daha sonra doya doya sarılırsız. Şunları bir an önce içeriye taşıyalım. Saffet iki valizi alıp eve taşırken neredeyse pes edecekti. Ne kadar da ağırmış bunlar diye aklından geçirdi. Kim bilir eşi neler getirmişti. Taşıma işi bitince arkadaşı gitmek için izin istediğinde Saffet,
Olmaz öyle şey. Bir yorgunluk kahvesi içmeden nereye gidiyorsunuz?
Selma çok yoruldu. Bir de kahve yaptırarak yormayalım onu.
Olur mu öyle şey? Kahveyi sizlere ben yapacağım diyerek mutfağa gitti. Az sonra kahve fincanlarıyla geri döndü. Konuğa ve eşine kahveleri verdikten sonra kendi kahvesini alıp oturdu. Çocukları sanki bir yabancıyla karşı karşıyaymış gibi kendisine boş gözlerle bakıyorlardı. Kahvesini içtikten sonra,
Ne o çocuklar? Neden öyle yabancı gibi duruyorsunuz? Gelip de babanıza sarılmak yok mu? Selma,
Gelip de sarılacak hal mi kaldı çocuklarda. Yorgunluktan ölüyor zavallılar. O ara konuk hanım kalkıp izin istedi.
Yolcu yolunda gerek, kim bilir anneciğim yolumu nasıl gözlüyordur.
Çok sağ ol arkadaşım. Beni buraya kadar getirdiğin için tekrar tekrar teşekkür ederim.
Teşekküre değmez. Nasıl olsa geliyordum. Ne güzel. Bana can yoldaşı oldunuz. Dönerken de yine beraber gideriz. Kadını uğurladıktan sonra, çocuklarını yanına gidip oturdu.
Hadi sarılın bakalım babanıza dedi. Çocuklar isteksizce sarıldılar. Kaçamak bakışlarla eşini tepeden tırnağa inceledi. Almanya ona belli ki çok yaramıştı. Eskisine göre bir hayli güzelleşmişti. Belki de kadınsız geçen yıllar nedeniyle öyle görüyordu. İçinden ah bir yatma zamanı gelse diye geçirdi. Zaman yine çok ağır ilerliyordu. Çocuklar yorgun oldukları için erkenden yattılar. Eşinin de onlardan farkı yoktu. Onlar da yatağa girdiler. Eşine sarılmak istedi. Eşi şiddetle karşı çıktı.
Bırak beni. O kadar yorgunum ki seninle uğraşacak halim yok dedi ve sırtını döndü. İçine bir kuşku düştü. Bunca ayrılıktan sonra sarılmasına bile izin vermeyen eşi yoksa artık kendisini sevmiyor muydu? Bir çok senaryolar kurdu kafasında. Üzerinde en çok durduğu yoksa bir başkası mı vardı. Geceyi uyku ile uyanıklık arasında kabuslarla geçirdi. Sabah yorgun olduklarını düşünerek uyandırmak istemedi. Kahvaltısını çorbacıda yaptıktan sonra işine gitti.
Aklı evindeydi. İzin alsam mı? diye düşündü. Gereği yoktu. Evi ile hastane arası yüz metre mesafedeydi. Öylen saati yaklaştığında eşi geldi. Çok öfkeliydi.
Sen ne biçim adamsın be? Sende hiç akıl fikir yok mu? Bunca uzun yoldan geldik. İnsan eve uğrar bir isteğiniz var mı? diye sorar. Ama nerede sende o kafa? Keşke güzelim rahatımı bozup düşmeseydim yollara. Böyle bir enayilik yapmamı çok beklersin deyip hışımla odadan çıkıp gitti.
Bu kadının amacı neydi? Hır çıkarıp ipleri iyiden iyiye koparmak mıydı?. Evde kahvaltı için her şey vardı. Yemek yapmak da sorun değildi. Geleceklerinin haberini alınca elinden geldiğince buzdolabına gereken her şeyi koymuştu. Almaları gereken tek şey ekmekti. Onu da almak için bakkal on adım ötedeydi. Eşinin evinde kalıyor olmasaydı, gidip hadi geldiğiniz yere gidin diye kovacaktı. Barıştıklarını ve bir daha ayrılmayacaklarını zannediyordu. Artık aralarında soğuk rüzgarlar esmeyecekti. Umutları ne idi, ne buldu.
Öğlen paydosunda evine gitti. Ne yapıp edip bu soğukluğun nedenini anlayacaktı. Eve girdiğinde çocukları sevgiyle karşıladılar. Eşi mutfakta yemek hazırlamakla meşguldü. Bir ara mutfaktan çıkıp yanlarına geldi.
Hoş geldin canım. Bakıyorum çocuklarla iyi kaynaştın. Ne de olsa baba hasreti çekiyorlardı. Eşinin tavrı karşısında şaşırıp kalmıştı. Yoksa eşi iki ruhlu muydu? Öğlen yemeğinden sonra yine işine gitti. Akşam çıkışı oyalanmadan evine gitti. Çocuklarına ve eşine,
Hadi hazırlanın parka gidelim.
Hangi parka?
Yeni yapılan parktan senin haberin yok. Belediye çok güzel bir park yaptı. İçinde kocaman bir havuz var. Havuzun çevresinde oturup dileyen çay kahve, dileyen meşrubat içip dondurma yiyor. Gidelim. Görünce hepiniz beğeneceksiniz. Hemen hazırlanıp evden çıktılar. Havuzun etrafındaki masalardan birine oturarak dondurma yediler. Çocuklarının dondurmayı çok sevdiklerini fark eden saffet, akşam yemeğinden sonra yemek için bir kilo dondurma aldı.
                         ***
Günleri kavgasız gürültüsüz neşe içinde geçiyordu. Sayılı günler çabuk geçti. Son gün eşine,
Gidince benim için istek yap. Ben de gelip Almanya’da çalışayım dedi. Eşi,
Ne sen mi Almanya’ya gelip çalışacaksın? Senin bu zayıf bedenin oranın soğuğuna ve ağır iş koşullarına dayanır mı? Senin yapacağın en akıllıca iş işine emekli oluncaya kadar devam etmek. Emekli olduğunda yaz aylarında konuk olarak Almanya’ya gelirsin deyince dünyası yine yıkıldı. Ayrılık günü göz yaşlarını gizlemeye çalıştıysa başaramadı. Kızı boynuna sarılarak,
Üzülme babacığım. Ben büyüyünce seni Almanya’ya alırım dedi.
Sağ ol kızım. Yapacağını biliyorum.
Yolcuları uğurladıktan sonra evine girip yatağa yüzükoyun kapandı. Ağladı, ağladı. Sakinleşince bu evliliğin yürümeyeceği inancı yine duygularını kararttı. Her yıl gelecek olsa bile kalan on bir ay kadınsız yaşamak olası mıydı? Ya birini bulup yasal olmayan bir aşk yaşayacaktı. Ya da bunu boşayıp yeni bir evlilik yapacaktı. Komşu kızının arkadaşına yaptığını anımsadı. Ayrılır ayrılmaz çocuğunu eşine gönderivermişti. Aynı şeyi eşi de kendisine yaparsa hali ne olurdu. Boşanma davasını açar açmaz eşine aiy olan bu evi boşaltması gerekirdi. Kolay mıydı bu zamanda kira evde oturmak? Bir de al çocuklarını kendin bak derse ne olurdu? Memur maaşıyla kira ev, iki çocuk ve bir de yeni eş. Ya evleneceği kadın çocukları istemezse hali ne olacaktı? Tek çıkar yol ne olursa olsun bu evliliği sürdürmekti. Bedeni ihtiyacını ilişki kuracağı birini bulup karşılayacaktı. Bunu da çok ustalıkla yapması gerekirdi. Zira zaten boşanmak için bahane arayan eşini çılgına çevirir, boşanmaları için aralarında hiçbir engel kalmazdı. Böyle bir kaçamağın sonu mutlaka boşanmak olurdu. Sonunda kararını verdi. İp inceldiği yerden kopsun. Boşanma korkusuyla erkekliğimi yaşayamayacak mıyım? Gelsin bundan sonra çılgınca bir yaşam. Uzanan hiçbir tası boş çevirmeyecekti. Bunu başarmak için de güzel çirkin aramayacaktı.
                         ***
Temizlik işçisi Hatice hanım masasını silerken içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Oysa bu kadını çok çirkin buluyordu. Aklında onu kendine çeki düzen vermiş iyi giyimli bir kadın olarak canlandırdı. Bambaşka bir kadın oldu gözünde. Belki yatakta da çok farklı bir kadın olabilirdi.
Hatice hanım, senin adam ne yapıyor? İçip içip yine seni dövüyor mu?
Dövmez mi? yere batasıca. Elimde avucumda ne bulursa içkiye yatırıyor. Hani burada yiyip içmesem açlıktan öleceğim.
Nasıl çekiyorsun o adamın kahrını?
Nasıl çekmeyeyim? Evlenmişim bir kere.
Peki içip içip dövüyor. Yatağa girince ne yapıyor.
Ne yapacak? Sızıp uyuyor gavurun eniği.
Hiç seni sevip okşamıyor mu?
Ne okşaması be. Eli tenime ancak tokat atarken deyiyor.
Vay be. Desene senin durumun benden beter.
Senin durumunda ne var be? Azıcık aşım, kaygısız başım. Çek yorganı tepene bacaklarını gere gere yat. Ne karışan var ne görüşen.
Aklıma ne geldi biliyor musun?
Ne geldi?
Her hafta benim eve temizliğe gel. O sayede bol bol laflarız.
İyi olur ama, ya senin hanıma duyururlarsa?
Duyururlarsa duyursunlar. Ne diyecekler? Senin adam eve temizlikçi kadın getiriyor. Bir evi temizlemek için bir temizlikçi kadının gelmesinden doğal ne olabilir ki?
Yalnız geldiğimde yöğmiyemi alırım. Zira benim adam hesap sorar.
Yöğmiye sorun değil. Yeter ki sen gel.
Ne gün geleyim.
Pazar günü gel.
Tamam gelirim.
                              ***
Pazar gününü iple çekti. Sabah erken kalkıp pencereden yolu gözlemeye başladı. Temizlikçi kadın göründüğünde hemen kapıya gidip açtı. Kadın içeri girince kapıyı sürgüledi. Kadının elindeki bohçayı alıp bir kenara attı. Kolundan tutup yatak odasına sürüklercesine götürdü.
Dur biraz be, ne sürükleyip duruyorsun. Acelen ne bu kadar.
Şu an senin için deliriyorum. Daha fazla dayanacak halim kalmadı. Kadın itiraz etmedi. Yatağa uzandılar. Çılgınca seviştiler.
Yatak odasından çıktıktan sonra kadın temizlik işine başladı. Ortalığı silip süpürdükten sonra camları sildi. Öğlen yemeğini yedikten sonra tekrar yatak odasına girdiler. Öğlen sıcağının yakıcılığı geçmeden kadın ayrıldı. Evden çıkmanın en iyi zamanıydı. Zira sıcak nedeniyle sokak çok ıssızdı.
Saffet ertesi gün iş başı yaptığında içi içine sığmıyordu. Dün ne güzel bir gün geçirmişti. Bundan böyle her hafta aynı güzelliği yaşamaya karar vermişti. Kim görürse görsün, kim ne derse desin umurunda bile değildi.
Çıkıp çay söyledi. Dönerken Türkan ebeyle karşılaştı. Görmezlikten gelmek istedi ama ebe buna fırsat vermedi.
Hayrola Saffet bey, dargın mıyız?
Dargın değiliz ama dost da değiliz dedi. Odasına doğru yürüdü. Ebe de peşinden geldi. Geçip karşısında oturdu.
Bu surat ne böyle be Saffet? İnsan ablasına böyle surat asar mı?
Lütfen söyler misin?Sen benimle kafa mı buluyorsun?
Neden canım? Kafa bulacak ne yaptım ki sana?
Umut veriyorsun bana. Sonra da başımı belaya sokacak hareketler. Nedir senin amacın anlayamıyorum?
Seninle sadece arkadaş olmak istiyorum. Seninle arkadaş olmaktan çok mutlu oluyorum.
Onun için mi pencereye çıkıp imdat diye bağıracaktın?
Deli miyim ben? Hiç öyle bir şey yapar mıyım?
Belli mi olur? Kadın milletine güven olmaz.
Sen bu Pazar gel bana. Oturup uzun uzun sohbet edelim.
Sonra da yine beni tokatla ve pencereye çıkıp imdat diye bağıracağım diyerek korkut beni. Korkulu rüya görmektense uyanık durmayı yeğlerim.
Korkma öyle bir şey yapmam. Yeter ki sen uslu dur.
Sen ve ben bir odada ve yalnız. Sonrada benden uslu durmamı isteyeceksin.
Neden olmasın? Bu odada ikimizden başka kimse var mı? Ne güzel sohbet ediyoruz. Amacım seninle baş başa yemek yemek. Doya doya sohbet etmek.
Yok ablacığım yok. En güzel yaşanması gereken zamanı ummaca ile geçirmek istemem. Bu nedenle davetini kabul etmiyorum. Kalktı ve giderken,
Cuma günü davetimi yineleyeceğim. İyi düşün. Belki davetimi kabul edersin.
Düşünmeme gerek yok. Son sözüm gelmeyeceğim.
Bu kadın ne yapmayı amaçlıyordu? Oldukça güzel ve sağlıklı bir kadın olmasına rağmen sekse düşkünlüğü yok muydu? Bir erkekle karşılıklı yemek yemek onun için yeterli mi oluyordu? Eğer bir daha çağırırsa gitmeli miydi?
                         ***
Cuma günü yine geldi.
Pazar günü senin için harika yemekler hazırlayacağım. Sen ev yemeğine, ben erkek nefesine hasretim. Oturur baş başa yemeğimizi yeriz tamam mı?
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Karpuz gibi düştün kafama. Senden kurtulmak olası değil.
Hadi kırma beni. Eh de yarın akşamdan yemekleri hazırlayayım. Sevdiğin yemek ne ise onu hazırlayayım.
Hazırlayacağın yemeği yemektense seni yemeyi yeğlerim.
Etim sert, çeneni yorarsın.
Tamam sen ne hazırlarsan onunla yetinirim. Özel mönüye gerek yok.
Anlaştık. Pazar günü öğlen yemeğine bekliyorum diyerek odadan çıktı.
Pazar günü yine köyün yolunu tuttu. Yaz olması nedeniyle köylü ovada olduğu için yollar çok tenhaydı. Ebe hanım yine kapıda karşıladı. İçeri girdiğinde kapıyı arkasından sürgüledi. Ebe hanım hemen yemek masasını donatmaya başladı. Yemeği yerlerken dizi ebenin dizine dokundu. Sanki dizinden içine sımsıcak bir şeyler akıyordu. Ebe hanımın tepkisinden de korkmuyor değildi. Yemekten sonra ebe hanım kahve yapıp geldi. Kahvesini içerken ebe hanımın cömert oturuşu karşısında delirecek gibiydi. Kahvesini içtikten sonra gidip yanına oturdu. Kolunu beline dolayarak,
Seni öpebilir miyim diye sordu. Ebe yanağını uzatıp,
Öp ama, bir abla gibi öp dedi. Diğer koluyla da sımsıkı sarılarak yanağından uzun uzun öptü. Bundan cesaret alarak dudaklarına uzandı. Ebe hışımla yerinden fırladı.
Defol, ben seni bunun için mi davet ettim dedi.
Kusura bakma, o kadar güzelsin ki dayanamadım.
Daha konuşuyor. Çabuk çık git evimden.
Tamam kızma gidiyorum. Bir daha da sakın çağırma beni. Senin yemeğin de eksik olsun kendin de. Sokak kapısının sürgüsünü çekip hızla evden çıktı ve aynı hızla yoluna devam etti. Kendi kendine söyleniyordu. Ne kadına çattık be. Deli midir nedir? Bir daha bunun evine gitmek mi? Tövbeler tövbesi. Keşke temizlikçi kadına randevu verseydi. Ne çare? Olan olmuştu.
                              ***
Günler birbirini kovalıyordu. Bekarlığın ve yalnızlığın acısını temizlikçi kadınla çıkarmaya çalışıyordu. Her şeye rağmen o güzel ebe aklından çıkmıyordu. Oysa artık onunla hiçbir umudu kalmamıştı. Kursu bitirip köyüne dönmüştü. Odasında çalışırken yine o geldi. Şaşırmıştı. Bunca zaman sonra kendisini aramak nereden aklına gelmişti.
Maaşımı almaya geldim. Seni görmeden dönmek istemedim.
Beni görüp de ne yapacaksın. Yine dalganı mı geçeceksin?
Bak neler düşünüyor. Ben sana sitem etmeye geldim. İnsan kursu bitiren ablasına kutlamaya gelmez mi? Sen ne hayırsız kardeşsin böyle?
Bırak Allah aşkına. Nereden kardeş oluyoruz. Barutla ateş aynı yerde patlamadan durur mu? Ben kadınsızlıktan barut olmuşum. Sen ise ateş gibisin. Bana patlama diyorsun.
Benim ablalığımı neden kabullenmiyorsun? Hadi bu Pazar gel de barışalım. Yemeğimizi yer sohbet ederiz.
Yalnızca sohbet mi?
Daha ne olsun?
Bak bizim köyde çok güzel bir kız var. Güzel olmasına rağmen iyi bir kısmeti çıkmadı. Eğer eşinden boşanırsan onu sana yaparım. Hadi bu Pazar gel de belki seni onunla tanıştırma fırsatı bulurum.
Bir umut doğdu içinde. Olur mu olurdu?
Peki seni kırmayacağım. Aslında gelmemin nedeni seni mezuniyetin için kutlamak olacaktır.
Tamam bekliyorum.
                              ***
Pazar günü aynı saatte yola çıktı. Eve girdiğinde yine kapı sürgülendi. Yemekten sonra gidip yanına oturdu. Kolunu beline doladı.Heyecandan boğulacak gibiydi.
Seni çok seviyorum dedi.
Aradaki yaş farkına rağmen mi?
Yaş farkının ne önemi var? İki insanın birbirini sevmesine engel mi?
Artık dayanacak hali kalmamıştı itip divana uzanmasını sağladı üzerine çıktı. Çıldırmış bir hali vardı. Ebe,
Dur bakayım. Anlaşıldı sen bu işi zorla yapmakta kararlısın. Hadi kalk da yatak odasına geçelim dedi. Yatak odasına geçtiler. Uzun sürdü sevişmeleri. Evden ayrılırken çok mutluydu. Oh be dedi. Sonunda oldu. Olmayacak diye ne kadar korkmuştum.
Artık her Pazar buluşuyorlardı. Bir gün ebenin karşı komşusu eve girmesine fırsat vermeden karşısına dikildi. Elindeki silahı tam alnına doğrulttu.
Bak arkadaş, eğer seni bu sokakta bir daha görürsem gençliğine acımadan kurşunu alnının ortasına çakarım. Çok korkmuştu.
Tamam arkadaş, dediğin olsun. Söz veriyorum. Beni ne bu sokakta, ne de bu köyde bir daha görmeyeceksin. Eve girmeden dönüp uzaklaştı. Be aptal aşık, be enayi, hiç bu işler köy yerinde olur mu? Ya gerçekten çaksaydı kurşunu? Bu iş burada bitmişti. Bir daha asla o eve gitmeyecekti.
                              ***
Zaman akıp gidiyordu. O belalı köye gitmektense temizlikçi kadınla yetiniyordu. Eşiyle seyrek de olsa mektuplaşıyorlardı. Son gelen mektupta eşi yine doğum yaptığını, bu nedenle bu yıl da gelemeyeceğini yazıyordu. Canın cehenneme. Gelmezsen gelme. Sanki burada kadın yok dedi. Çocuk benden mi acaba diye düşündü. İzinli olduğu tarihle doğum tarihi uyuyordu. Mutlaka çocuk kendindendi. Şüphe duymasına gerek yoktu.
Türkan ebe yine geldi. Gelir gelmez,
Hadi bakalım çayları söyle. Zira sana çok güzel bir müjdem var.
Ne müjdesi?
Sen çayları söyle. Zamanım bol. Rahatça konuşuruz. Kalkıp çayları söyleyip geri döndü. Masasına oturduktan sonra,
Hadi bakalım ver müjdeni. Nedir müjden?
Karşıyaka’ya tayin oldum. Köydeyken Emlak Bankasından taksitle bir daire almıştım. Oraya taşındım. Alıma gelmişken söyleyeyim. Eşimi yitirdik. Çok çekmişti zavallı. O da kurtuldu, biz de kurtulduk.
Başınız sağ olsun, duymamıştım.
Nereden duyacaksın? Köyden başka kimse tanımazdı onu. Hasta olmasına, bana kocalık görevi yapamamasına rağmen onu aldatmayı içime sindiremiyordum. O yüzden senden hoşlanmama rağmen direnmiştim. Artık özgür bir kadınım. Seninle kaldığımız yerden devam ederiz dedi.
Evi nasıl bulacağım.?
Çok basit. Yaz adresimi. Kağıda verdiği adresi yazdı. Katlayıp cüzdanına koydu.
Bundan böyle ne zaman istersen gelebilirsin. Geceleri bile.
Çocuklar?
Onlar çoğunlukla arkadaşlarına ders çalışmaya gidiyorlar. Hemen hemen her gece yalnızım. Geç saatlerde geri dönüyorlar.
Tamam anlaştık. Her fırsatta geleceğim. Orada da tabanca çeken olmaz değil mi?
Yok canım orası köy mü?
Çayları içtikten sonra,
Hoşça kal diyerek elini uzattı. Tokalaştılar.
Güle güle git. Her zaman beklerim.
Yine talih yüzüne gülmüştü. Üstelik bu kez hafta sonunu beklemesine gerek kalmıyordu. Varsın eşi Almanya’da kalsın. O artık kadınsız değildi.
                         ***
Yıllar ne çabuk geçiyordu. Son geldiklerinde oğlu boyu kadar olmuştu. Bu gelişlerinde oldukça çok eşya getirmişlerdi. Nedenini öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Zira eşi kesin dönüş yapmıştı. Gerekçesi ise kızımız da, oğlumuz da büyüdüler. Orada yaşamak onlar için tehlikeli olmaya başlamıştı. Kız kalkar bir Alman ile evlenir, oğlu da bir Alman kızı ile anlaşabilirdi. Eşim haklı diye düşündü. Artık her şeyden elini ayağını çekecek ve evinin sadık erkeği olacaktı.
Önce oğluna küçük bir dükkan açtı. Mesai sonrası oğluna yardıma gidiyor ve dükkana çeki düzen veriyordu. Daha sonra bir seyyar arabası alıp günün geçerli ürünlerini satmaya başladı. Bu ara alış veriş işini oldukça karlı gördüğünden emekliliğini istedi. Emekli ikramiyesinin bir kısmıyla kerpiç evini yıkıp yeni bir ev yaptı.
Her şey iyi gidiyor görünse de onun aklı fikri başka kadınlardaydı. Belki de eşinden uzun yıllar ayrı kalmak olumsuz etkilemişti onu. Memleketi Bursa’dan Devlet Hastanesine yeni bir hemşire atanmıştı. İlk işi ona gidip hoş geldin demek olmuştu. Hemşire gurbet elde kendisine ağabeylik, hatta babalık edecek birinin olmasına çok sevinmişti. Mesai saatleri dışında ağabey olarak bellediği hemşerisini sık sık ziyarete gidiyordu. Bir gün hiç ummadığı bir durumla karşılaştı. Ağabey olarak bellediği, sevip saydığı kişi kendisine ilanı aşk etmişti. Çok şaşırmıştı. Olacak iş miydi o. Babası yaşındaki bu adamdan böyle bir şeyi asla beklemiyordu. Bir daha onun dükkanına gitmedi. Ailesi hatırlı kişileri araya koyarak tayinini Bursa’ya çıkarttıklarından giderken veda etmeye bile gerek duymadı.
Saffet çıldıracak gibiydi. Kızından bile küçük olan bu kıza delicesine aşık olmuştu. Onu bulup beraber olurum umuduyla çocuklarını ve eşini terk ederek Bursa’ya taşındı. Bir kahvehane kiralayarak işletmeye başladı. Kızı bulduğunda sevinçten çıldıracaktı. Uzun bir mektup yazdı. Uğruna evini, çocuklarını ve eşini terk ettiğini, onsuz asla yaşayamayacağını anlattı. Kızdan hiçbir yanıt gelmedi.
Üst üste yazıp gönderdiği mektuplar kızın canını iyiden iyiye sıkmıştı. Konuyu ağabeyine açtı. Ağabeyi,
Hiç merak etme. Biz onu öyle bir kalafatlarız ki, değil sana bir daha mektup yazması, seni gördüğünde başını çevirip bakması bile mümkün olmayacak. Hele sen zarfın üzerindeki adresi ver bana. Kız zarfı ağabeyine uzattı. Ağabeyi zarfı alıp cebine koydu. Diğer erkek kardeşini de yanına alarak doğruca adresteki kahvehaneye gittiler. Bir masaya oturarak kahvehanenin boşalmasını beklediler. Saat yirmi dörde doğru kahvehanede kendilerinden başka kimse kalmamıştı. Saffet,
Beyler kahvehanenin kapanma saati geldi. Lütfen gidin artık dedi. Büyük ağabey Mehmet.Saffeti kolundan tutup sert bir şekilde,
Otur bakayım şuraya dedi.
Adın ne senin?
Saffet.
Sen evlisin değil mi?
Evliydim ama eşimden ayrıldım.
Nesrin hemşireyi tanıyorsun değil mi?
Evet tanıyorum. Kızım gibi severdim onu.
Ya öyle mi? Onun için mi ona durmadan aşk mektupları yazıyorsun. Saffet başına gelecekleri anlamaya başlamıştı. Korkudan bacakları titriyordu. Bu vartayı nasıl atlatacaktı?
Ben ona hiç mektup yazmadım. Sizin yanlışınız var.
Ya öyle mi? Peki bu zarf ne? Zarfa bakmak için eğildiğinde Mehmet avucunun içiyle öyle bir vuruş yaptı ki, Saffet kendini sırt üstü yerde buldu. Ağzından burnundan kan fışkırıyordu. Mehmet ve kardeşi topuklarıyla karnına ayakkabılarının burunlarıyla da böğrüne vurmaya başladılar. Kendisini savunacak en ufak bir hareket yapamıyordu. Daha fazla dayanamayıp bayıldı.
Polis ekibi kahvehanenin kapısını açık görünce ekip arabasından inip kahvehaneye girdiler. Yerde yatan adamı önlüğünden kahvehanede çalışan biri olduğunu anladılar. Sağ olup olmadığını anlamak için şah damarını kontrol ettiler. Yaşadığını anladıklarında ambulans çağırdılar. Hastaneye ulaştırıldığında hemen yoğun bakıma aldılar. Günlerce hastanede yattı. Bu arada ifadesini alan polislere saldırganları tanımadığını, neden saldırdıklarını da bilmediğini söyledi. Taburcu edildiğinde kahvehanesine gitti. Çalışacak takati olmadığından bir kağıda kapalıyız diye bir yazıyı cama yapıştırdı. Yatağı yorganı kahvehanedeydi. Günlerini dinlenmekle geçiriyordu. Başına gelenleri uzun uzun düşündü. Bundan sonra ne yapabilirdi? Tüm umutları suya düşmüştü. Keşke eşine o mektubu yazmasaydı. Mektubunda ondan nefret ettiğini, kendisiyle bir daha yüz yüze gelmek istemediğini yazmıştı. Bu durumda geriye dönemezdi. Burada da kalamazdı. Emekli maaşını alacağı günü bekledi. Kahvehane sahibine de aybaşında kahvehaneyi boşaltacağını söyledi.
Aybaşında maaşını aldığında otobüs terminaline giderek Marmaris’e bir bilet aldı. Marmaris’e vardığında iki gün bir pansiyonda kaldı. Bu kez de Datça’ya giden bir otobüse bindi. Yol boyu kendine yerleşecek bir köy aradı. Gönlüne yatan yerler için notlar aldı. İki gün de Datça’da kaldıktan sonra İzmir’e gidip bir çadır, sünger yatak ve battaniye alıp geri döndü. Datça yakınlarında orman kenarında gördüğü çeşmeye vardıklarında ineceğini söyledi. Bagajdan eşyasını aldıktan sonra orman içine çadırını kurup içine yatağını serdi. Yatağa uzandığında aklına yiyecek temini geldi. Yakında ne bir köy vardı, ne de alışveriş edecek bir yer. Amma da şaşkınım diye düşündü. Kalkıp çadırı söktü. Torbasına yerleştirdikten sonra yatağı battaniyeyi katlayıp bağladı. Yükünü çeşme başına taşıdı. Uygun bir araç geçmesini beklerken bir kamyonet gelip çeşmenin başında durdu. Hemen sürücünün yanına gitti. Sürücüye,
Beni bakkala yakın bir yere kadar alır mısınız? Diye sordu. Sürücü,
At eşyanı arabaya dedi. Yola çıktıklarında sürücü sordu.
Hayrola tatile mi geldin?
Tatil deseniz de olur. Buraları çok sevdim. Temelli yerleşmek isterim.
Kışın da bu çadırda mı kalmak istiyorsun.
Bilmem hiç düşünmedim.
Sen bu çadırı boş ver. Gariban birine benziyorsun. Benim köyde bir göz bir evim var. Elektriği var ama suyu yok. Suyu elli metre ötedeki çeşmeden alacaksın. Senden kira da istemem. Yaz aylarında tatil günlerinde beş on gün bana yardım edersin ödeşiriz.
Çok iyi olur.
Tamam anlaştık. Kamyonet dar yollardan geçtikten sonra kısa bir rampayı aştılar. Kerpiç bir evin arkasında durdular. Kapının halkalara bağlı ipini çözdükten sonra içeri girdiler.
Nasıl beğendin mi?
İyi bir temizlik yaptım mı beni idare eder.
Sen bu gece idare et. Ben sana yarın kireç ve fırça getiririm. Gereken temizliği yaparsın.
     ***
Evi temizleyip badanasını yaptıktan sonra köyün çarşısına indi. Yemek için gerekenleri alıp evine döndü.
Üç gün sonra ev sahibi geldi.
Yarın sabah erkenden gelip seni alacağım. Kamyonetimdeki sebzeleri beraberce satarız dedi.
Tamam. Buranın havası çok güzel. İnsan uykuya doyamıyor. Uyuyup kalırsam uyandırırsın dedi.
Ertesi gün erkenden kalktı. Kamyonetin sesini duyduğunda evden çıktı. Kamyonete binip hareket ettiler. Tatil köyünde hemen kasaların bir kısmını indirerek tezgahı açtılar. Alışverişten fırsat bulduklarında etrafta huriler gibi dolaşan bikinili hanımları seyretmeye doyamadı. Derin derin içini çekti. Kim bilir? Belki de böylelerinden biri kendisine kısmet olurdu.
İlerlemiş yaşına aldırmadan hep umutla yaşamını sürdürdü.
               Özcan nevres                







                              



















.







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Onu Ölesiye Sevmişti
Severek Ayrılalım
Neden Terk Ettin
Güz Gülleri Gibi
O Yalancının Biriydi
Ölümüne Aşk
Ağlatan Anılar
Unutulmayan acı
Aşk Nedir
İlk Aşk

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhabbet Kuşları Nasıl Üretilir
Mutluluğu Ölümü Ararken Buldu
Mustafa Efe
Bir Zamanlar Ben De Politikacıydım
Bağımsız Aday Deli Osman
Tarımda Neden İlerliyemiyoruz
Bebek Can
Giritli Nevres Cafer Ağa
Çıldırtan Aşk
Yasak Aşk

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Acılarla Yaşamak [Şiir]
Özleyiş [Şiir]
[Şiir]
Bir Dosta Mektuplar 1 - 12 [Şiir]
Sevgiliye [Şiir]
Seni Düşündüm Yine [Şiir]
Alın Götürün Beni Dalgalar [Şiir]
Ah Bu Sensizlik Yok Mu [Şiir]
Bir Rüzgardır Yaşamak [Şiir]
Uyan Be Memet [Şiir]


Özcan Nevres kimdir?

1958 de gazetecilige basladim. O zamandan beri yazmaktayim.

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal, Ümit Yaşar Oğuzcan Fazıl hüsnü Dağlarca


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.