Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Aaaah sonunda bahar geldi! Neredeyse iki senedir havayı koklayamıyordum. Ama bir o kadar da, birileriyle sohbet etmeyi özlemişim köpek. İki senedir solucanlardan başka kimseyle karşılaşmamıştım. Aslına bakarsan üç bahar önce boyum metrelerce uzunluktaydı ve dallarım bütün bu sokağı kaplıyordu. Bahar esintisiyle dans edip, yaz yağmurlarıyla yıkanırdım. Bu sokaktan her türlü insan geçerdi. Hepsinin nasıl biri olduğunu bir bakışta anlardım. İşadamı, öğrenci, fahişe, dilenci, ayyaş, hippi…. Hepsi buradan geçerdi. Hatta onlardan bir kaçı bi gün üzerime bir levha çakıp beni tarihi çınar ilan ettiler. Çok üzülmüştüm, oysa ben daha genceciktim ve o aptallar bana “tarihi” diyorlardı. Yıllar boyu burada öyle çok hikayeye tanık oldum ki! Aslında hepsini sana anlatmak için sabırsızlanıyorum ama önce en güzelini anlatmak istiyorum. Hazır mısın? Havv - havv Aslında söylediklerimden hiç bir şey anlamıyorsun, di mi? Havv- havv Neyse ben yine de anlatıcam, çünkü buna ihtiyacım var… Doğrusu o korkunç olaydan sonra bir süre kimseyle karşılaşmamak ve zihnimi dinlendirmek iyi geldi. Korkunçtu, gerçekten çok korkunçtu! İyi dinle, anlatıyorum: Üç bahar kadar önceydi. Sıradan bir akşamdı. Ben daha tomurcuklarımı yeni patlatmıştım ve emeceğim lezzetli güneş ışınlarını ve yağmur sularını heyecanla bekliyordum. Sokaktan geçenlerin sayısı her geçen saat azalıyordu. Artık tek tük insan geçmeye başlamıştı ki, yaklaşık beş yaşındaki bir fidan boyunda, kel, gözlüklü, tıfıl ve elinde kocaman tırtıklı bir bıçak taşıyan adam arkama saklanıverdi!.. Gece karanlığında arkamda duran bu tuhaf adamı yoldan geçen kimse görmüyordu. Az sonra, yaklaşmakta olduğunu topuklu ayakkabıları ile ta bir sokak öteden haber veren bir kadın sanki, başına gelecekleri bilir gibi hızlı hızlı benim oradan geçmeye başladı. Onu gören adam birden heycanlanıverdi. Nereden mi biliyorum? Kalp atışlarının hızlandığını, bana dayadığı vücudunun çarpıntısından anlayabiliyordum! Elleri terlemişti ve gözlüğünü yavaşça düzelterek bıçağı daha sert kavradı. Aslını istersen, adamın o anda aldığı pozisyonu ben yıllardır görüyordum; ama bir insanı bu pozisyonda hiç görmemiştim. Oysa her sabah mutlaka en az bir kedi, dallarımdaki ya da sokaktaki kuşları yakalamak için bu pozisyonu alıyordu. Bu adam ise, kedilere taş çıkartan bir sinsilikle, hızlı ve sessiz bir biçimde kadının peşinden koşmaya başladı. Ayağındaki spor ayakkabılar işini oldukça kolaylaştırıyordu. Bir anda kolunu uzatıp kadının ağzını kapattı arkadan ve hiç duraksamadan bıçağını zavallının beline doğru defalarca saplamaya başladı. Yüzü korkunç bir hâl alan adam, artık kedilere benzemiyor, tamamen insanca bakıyordu. Bu tuhaf bakışı daha önce de bir kaç defa görmüştüm; öldürmekten zevk alan insanlara has bir şeydi. Şimdiye dek bu bakışla karşılaştığım her güne lânet okudum... Ne diyordum? Ha, kadın yavaşça yere yığıldı. Adamın ağzının kenarından sarkan salya, teriyle karışık bir damla hâlinde kadının alnına damladı. Bunu farkeden adam, istemeden bıraktığı delili hemen bir bezle silerek yok etti. Belli ki göründüğü kadar deli değildi, birşeyleri hesap etmişti... Bir canlının bir diğer canlıyı öldürmesine defalarca tanık olmama rağmen, bu kadar vahşicesine hiç rastlamamıştım. Ölen bitki değil, insandı; ama yine de çok acıdım ona. Adam terini silerken, yine lanetle anacağım o günlerden biri diye düşündüm. Ama, bu kadarla kalmadı... Seri ve sessiz adımlarla tekrar yanıma geldi adam. Gövdemdeki kovuğa ulaşmak için bir müddet tırmanıp, bıçağını oraya dikkatlice sakladı. Ve hemen ardından, hızla uzaklaştı... Geride, kovuğumda bıraktığı bıçak, bana içerden hafifçe değiyordu. Üzerindeki kan ve et parçalarının kokusunu almaya başlamıştım. İçime akıp liflerim tarafından emildiğini hissettiğim ılık bir kan damlası tüylerimi ürpertti. Bu da yetmezmiş gibi, öldürülen kadının sokakta oluk oluk akan kanı köklerime kadar gelmişti. Oradan emilecek, yapraklarıma kadar çıkacaktı... Polisler sabah erkenden olay yerine geldi. Bir süre etrafı inceledikten sonra toparlanıp gittiler. Bırak bıçağı bulmayı, kovuğu bile görmemişlerdi. Ceset götürüldükten bir süre sonra temizlikçiler etrafı güzelce yıkadı ve sokak eski haline döndü. Oysa ben o zavallıdan akmış kanın kokusunu taptaze bir şekilde hissedebiliyordum. Hayatımın geri kalanını içime saklanmış bu korkunç ağızlı bıçakla geçireceğimi düşünürken, yedi gün batımı sonra adam geri geldi... Yine seri biçimde üzerime tırmanıp kovuğa elini soktu. Bıçağının hâlâ bıraktığı yerde olduğunu anladığında, pis ve yavşak bir sırıtış kapladı suratını. Kocaman gözlüğünün çerçevesi kadar sarı olan dişleri, bu sırıtışla birlikte ortaya çıkmıştı. Üzerime yaslandıkça, terli teninin kokusu dayanılmaz hâle geliyordu. Adamın geri dönüşü keyfimi kaçırmış olsa da, bıçaktan kurtulduğuma seviniyordum. Ama yine yanılmıştım: Şimdi otopark olan şu karşıdaki alanda o zamanlar yıkılmak üzere olan oldukça eski bir ev vardı. Yaz aylarında evin girişindeki mermerin üstünde sokaklarda yaşamaya çalışan yaşlı bir insan kalırdı. Komşuların verdiği ya da bakkalardan topladığı bir lokma ekmeğin bile büyük kısmını kuşlarla paylaşırdı. Bu yüzden sokaktaki kuşların sayısı yaşlı adamın kaldığı zamanlarda üç-beş kat artardı. Bilmeden bana da öyle büyük bir iyilik yapıyordu ki... Kuşlar bizim için bir gerdanlık ya da süs eşyası gibidir. Ne kadar çok olurlarsa, sen de o kadar güzel görünürsün. Sadece bununla da kalmaz, belki senin için iğrenç olabilir ama dışkıları da çok önemli bir besin kaynağı olur. O yaşlı adam sayesinde hem güzelleşiyor, hem de daha sağlıklı görünüyordum. O adi adam ise, geçen sefer işlediği cinayete göre çok daha fazla kendine güvendiği her halinden belliydi. Çok daha sakin ve temkinliydi. Parıldıyan gözlerini kartonları üzerinde gazeteye sarılarak uyuyan yaşlı adama diktiğinde aklından geçenleri anlamak hiç de zor değildi. Bıçağını saklamak gereği bile hissetmeden adamın yanına doğru emin adımlarla yürüdü. Yanına vardığında yaşlı adama sert bir tekme savurdu. Yaşlı adam sıçrayarak uyandı. Bu kabalığı yapanın kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Adam ise elindeki bıçağın ışıltısını zavallı adamın görmesi için bekledi. Belli ki adamın yüzündeki ifadeyi görmek istiyordu. Yaşlı adam yardım için bağıracak oldu ama hızla çenesinin altından girerek çenesini kitleyen bıçak ona engel oldu. Yaşlı adamın kocaman olmuş gözlerinden bir damla yaş süzülerek katilin bıçak tutan eline düştü. Katilin bundan hiç etkilenmediği belliydi. Seri bir bilek hareketiyle, bıçağı hızla çaprazına doğru çekti. Bıçağın tırtıklı yüzü zavallı adamın çenesini parçalayarak girdiği yerden kurtuldu ve aynı hızla yaşlı adamın boğazından hızla geçerek görevini tamamladı. Yaşlı adam olduğu yere yığıldı. O an beni toprağa bağlayan köklerime lanet okudum. Tüm öfkemle o pis herifin oracıkta canını almak için neler vermezdim. Sadece insanlara değil artık bana ve sevdiklerime de zarar veriyordu. Öldürürken hiç bir amacı yoktu, sadece fahişeleri öldüren sapıklardan ya da para için öldüren katillerden değildi. Zevk için öldürüyordu. Kendini tatmin ediyordu. Adam bu kez hızlı adımlarla geri dönerek eskisinden daha kanlı bir hâldeki bıçağını kovuğuma saklayıp kaçtı. Üstüme kan ve et parçaları düştükçe nefretim giderek artıyordu. Sanki hayatlarından vahşice koparılmış o zavallı ruhların acı dolu haykırışlarını duyar gibiydim... İşte o zaman durumun kolay kolay sona ermeyeceğini anladım. Yaşlı adamın ılık kanı köklerime kadar geldiğinde, en kısa sürede bu gönülsüz suç ortaklığından nasıl kurtalabileceğimin planlarını yapmaya başlamıştım. Aslında adamı yaralamanın veya bayıltmanın çok sayıda yolunu bulmuştum. Ama bu türden geçici bir tepki, o pis katili durdurmazdı. Ondan ebediyen kurtulmalıydım... Planımın hazırlığı sonbahara kadar sürmüştü. Ama herşeyden önemlisi, şansımın yaver gitmesiydi. Elbette bu süre boyunca adamın uğursuz yüzüyle defalarca karşılaştım. Tepkim arttıkça, planıma daha sıkı sarılmaya başladım. Öncelikle adamın tırmanmak için bastığı yerin iyice yosun tutmasını sağladım ve bu aslında oldukça kolay oldu. İşimi garantiye almak için dallarımdan birine besin vermeyi keserek kurumasını sağladım. Planımın en önemli aşamasını gerçekleştirmek ise biraz uzun ve zorlu oldu. Yine de tepedeki dallarımın yukarıya doğru sivrilerek uzamasını sağlayabilmiştim. Artık tek yapmam gereken fırtınalı bir sonbahar gecesinde kurbanımı beklemeti. Adamın öyle bir havada geleceğinden neredeyse emindim. Buna bitkisel bir önsezi diyebilirsin... Sonunda fırtınalı bir gecede adamı sokağın başında görünce heyecandan bütün yapraklarım titredi. Hemen üstteki dallarımı olabildiğince yukarı doğru kaldırmaya başladım. Adam ise ağır adımlarla yanıma kadar geldi. Her zaman giydiği, altı iyice erimiş beyaz spor ayakkabıları yine ayağındaydı. Etrafına gelişigüzel baktıktan sonra kendinden emin bir şekilde ayağını her zaman bastığı yere koyup elleriyle kendini yukarı çekmeye başladı. İyice yosunlandırdığım ve yağmurla beraber kayganlaşmış bölge görevini başarıyla yerine getirdi. Tutunma özelliği neredeyse hiç kalmayan spor ayakkabıları, bir buz pistindeymişçesine kaydı. Ayakları bir anda desteğini, yitirince çenesini de vurarak yere yığılıvermişti. Ama bu, umduğumun aksine, onu bayıltmaya yetmemişti... Ben de yedek planımı devreye sokarak günlerdir kuruttup çürüttüğüm bir dalımı salıvererek adamın üzerine metrelerce yüksekten bıraktım. Dal biraz bana da çarparak hızla adama doğru düştü ve... TAM İSABET! Kafasından sızan kanlar yağmurla beraber hızla toprağa karışırken, ölmüş olmasını umuyordum. Köklerimi belseyen kanın tadı, bu kez lezzetli gelmişti. Ama maalesef ölmemişti adam. Kalbinin atışını topraktan hissedebiliyordum. Artık yapacak son bir şey kalmıştı: Yıldırımı davet etmek. Tüm gücümü toplayarak, dallarımı davetkar bir biçimde gökyüzüne kaldırdım... Bunun senin için intihardan başka bir şey değilmiş gibi gözüktüğünü biliyorum ama benim için sadece yeni bir başlangıçtı. Tüm benliğimi çoktan bir tohumda toplamıştım ve gitmeye hazırdım. Bekleyişim tam yarım saat sürdü. Ama hâlâ yıldırımlar davetime karşılık vermemişti. Bu sırada korktuğum başıma geldi ve bir kıpırdama hissettim: Adam ayılmaya başlıyordu, küfürler ederek yavaş yavaş doğruldu. Gözlerini açmış, şaşkın şaşkın etrafına bakınıyordu. Hemen yanında duran, et parçalarıyla süslenmiş bıçağını görünce, o pis sırıtış yine yüzünde belirdi. Benim aklımdan geçen tek şey ise, bu baygınlığın onu korkutmuş olması ve bir daha buralara gelmemesi için yetmesiydi. Ama adam hiç de korkmuşa benzemiyordu. Tam o anda beklediğim oldu ve gökyüzü davetimi duydu. Büyük bir gürültüyle inen yıldırımı, annemi kucaklar gibi kucakladım. Bütün bedenimi saran yıldırım ateşi, gecenin karanlığında heybetimi daha da arttırmıştı. Alevler tüm bedenimi sardı. Cayır cayır yanarken, kendimi adamın üstüne bırakıverdim. Aynı anda benliğimi bir tohumuma atıp, tam aksi istikamette yuvarlanmaya başladım. Diri diri yanan adamın çığlıkları sokağı inletmeye başlamıştı. Etrafa yayılan yanık et kokusu bana büyük bir zevk verdi. Koca gövdemin altında kalan adam, yağmura rağmen yanıyordu; çünkü her zaman insanları yağmurdan koruyan dallarım yine görevini yapıyordu. Ben ise oradan biraz uzakta, yuvarlana yuvarlana yeni yuvamı bulmuştum. Yağmurla yumuşayan toprakta kendime korunaklı, güzel bir yer bulmam zor olmadı. Yeni yuvamdan, gün batımını izler gibi adamın yanışını izledim. Ölüm saçtığı bıçağını hâlâ elinde tutuyor ve son bir çırpınışla bulunduğu yerden kurtulmaya çalışıyordu. Bir süre boyunca sıkışan ayaklarını kurtarmaya çalışsa da başarılı olamayacağını anlamış ve bir anlık bir refleksle sol bacağını kesmeye başlamıştı. Artık çığlıkları daha yüksek ve daha acı çıkıyor; vücudunu sarmaya başlayan alevlerse görevlerini başarıyla yerine getiriyordu. Can çekişmesi, beklediğimden daha uzun sürdü... Sonunda adam pes ederek alevlere teslim oldu. İşte böyle köpecik... İki bahar sonra tekrar gün ışığını kucaklıyorum. Şimdilik sadece bir kaç böcek boyunda olabilirim ama ihtişamlı günlerime en kısa sürede geri döneceğim. Boyum tekrar uzayıncaya kadar çok zorlu zamanlar geçireceğime eminim. Ama o vakte kadar daha bir çok hikaye sahibi olacağıma eminim. Ne dersin, başka bir hikaye daha dinlemek istemisin? Avv-havvvv Hayır, hayır yapma, yapmaaa, hayııır... Pis köpek, adi köpek, bak şurada kocaman bir ağaç var, gidip ona yapsaydın ya… Kahretsin!..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cengiz Arabacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |