..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Özgür Yenigün




10 Mart 2005
Yaşlı Bir Adamın Hasreti  
Özgür Yenigün
Bir yerden elli beş kilometre ötede mutlaka başka bir yer vardır. Çoğu kişi için bulunduğu yerden elli beş kilometre ötedeki yer önemsizdir. Fakat benim büyükbabam için öyle bir elli beş kilometrelik mesafe vardı ki…


:BCDD:
Bir yerden elli beş kilometre ötede mutlaka başka bir yer vardır. Çoğu kişi için bulunduğu yerden elli beş kilometre ötedeki yer önemsizdir. Fakat benim büyükbabam için öyle bir elli beş kilometrelik mesafe vardı ki…
     Büyükbabam aksiliğiyle, inatçılığıyla, dediğim dedik çaldığım düdük tavırlarıyla nam salmıştı benim minik aklımda. Ben pek fazla görmemiştim böyle davranışlarını. Fakat kendi anlattıkları ve babamın anlattıkları onun önceden tam bir ömür törpüsü olduğunu gösteriyordu. Eşeğini döve döve öldüren bir adamdı benim büyükbabam.
     Büyükbabam ölümünden iki yıl öncesine kadar köyde yaşadı. Babaannemin ölümü onu çok üzmüştü. Fakat onca üzüntüye rağmen sadece dalları kesilen bir ağacın ayakta kalması gibi ayakta kaldı benim ihtiyar büyükbabam. Zaten zamane insanı gibi çökecek kadar sağlıksız ve dayanıksız değildi. Gençliğinde kaşık kaşık tereyağı yiyip o bağ bu tarla çalışan bir adamdı büyükbabam. Sağlığın verdiği güçle babaannemsiz, fakat onun hayaliyle uzun zaman tek başına yaşadı.
     Allah büyükbabamı çok seviyormuş. Yerinden yurdundan hiç ayrılmayan, doksanına merdiven dayayan büyükbabam ömrünün son iki yılını da kimseye muhtaç olmadan, ortada kalmadan, dört oğlunda birer ay arayla kalarak geçirmeye başladı. Fakat büyükbabamın bir gün bizlerle kalmak zorunda olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.
     Büyükbabam dört ayda bir bize geldiğinde bana göre ev bir bayram havasına bürünürdü. Ona hizmet etmek, onun anlattıklarını dinlemek çok hoşuma giderdi. Sabahları okula gitmeden önce elini öper, okuldan gelince de ilk onun yanına giderdim.
     Onun anlattıklarını dinlerken hayretler içinde kalıyordum. Önce Yozgat’a kadar yürüyerek gittiğini anlatırdı. Hem de düz yolda ve yokuş aşağı giderken koştuğunu söylerdi. Daha sonra bir akrabasının askerdeyken dövülerek öldürüldüğünden bahsederdi. Ve bunlar gibi birçok olaydan bahsederdi. Onun anlattıklarına inanmak çok güçtü.
     Bir gün tuvalete gitmek istediğini söyledi. Ben de onu tuvalete götürdüm. Büyükbabam yaşlılıktan dolayı tuvaletten geç çıkardı. Fakat bu sefer iyiden iyiye gecikmişti. Beklerken bir ses duydum. Galiba gözlüğünü düşürmüştü. Beni çağırdı. Fakat kapının tam arkasında duruyordu. Bu yüzden içeri giremiyordum. “Biraz geri çekil de içeri gireyim.” dedim. Fakat zaman zaman aksiliği tutan büyükbabam çekilmiyor, girmemin imkansız olduğu aralıktan girmemi istiyordu. Ben bir daha geriye çekilmesini söyleyince bana kızdı. Kapıyı kapattı ve zar zor eğilerek gözlüğünü aldı.
     Köyde yaşamaya alışkın olan büyükbabam apartman katında akşama kadar oturmaktan sıkılıyordu. Kış ayları daha da sıkıcı olabilirdi onun için. Fakat o Allah’ın sevdiği kuluydu işte. Bizde kaldığı şubat ayı bile normalden güneşli geçmişti. Zaten memleket hasreti çeken büyükbabam güneşi görünce hemen balkona çıktı. Hastalanmıştı da…
     Bahar geldiğinde memleket hasreti daha da artıyordu büyükbabamın. Evinin merdiveninde oturmak istiyordu. Meyve ağaçlarını görmeyen gözüyle izlemeyi, meyveleri tutmayan eliyle toplamayı istiyordu büyükbabam. Ona biraz olsun memleket havası yaşatmak, dört duvardan kurtarmak için pikniğe götürdük. Yere oturttuk. Elini yerdeki otlara sürdüğünde otların çok büyüdüğünü anladı ve “oğlum, beni burada ne tutuyorsunuz, köye götürün beni.” dedi. Bir oğul için en acı an bu olsa gerekti. Babasının istediğini yapamamak.
     Amcamın oğlunun aldığı saatle birlikte başladı tuhaf hareketleri. Saat başı konuşuyor, saatin kaç olduğunu söylüyordu. Bir düğmeye basarak da öğrenebiliyordu saatin kaç olduğunu. Ayrıca saatin kaç olduğunu söyledikten sonra “iyi günler” veya “iyi akşamlar” diyordu saat. Fakat büyükbabam “iyi günler” sözünü nasıl oluyorsa yanlış anlıyordu. Saatin “iyi günler” yerine “menşe hatun” dediğini söylerdi. Biz öyle olmadığını söylesek de o yine inatçılığını gösterir, “menşe hatun diyor.” derdi.
     Bir gün yanında otururken birden bastonunu sallamaya ve kendi kendine konuşmaya başladı. “Gidin, gidin.” diyordu kendi kendine. Daha sonra bize “Evde kocaman karınca var.” dedi. Halbuki evde hiç karınca yoktu. Üstelik onun söylediği büyüklükte bir karınca olması mucizeydi.
     Şubat ayının on ikisinde bizim sıramız bitecek, amcamlara gidecekti büyükbabam. Bir daha geleceği mayıs ayını iple çekiyordum.Fakat nerden bilirdim bize gelmek yerine toprağa gideceğini?
     Bizden amcamlara geçtiğinde hastalandı büyükbabam. Birden yatağa düşmüştü. Her gün yanına gider olmuştu babam. Bense hastalandığında uzun zaman gitmemiştim yanına. Yani hastalığının çok kötü olduğunun farkında değildim. Hatta büyükbabamın ilacı biz de kalmış ve ben de babama “Büyükbabamın ilacını götür.” demiştim. Babam ise “Büyükbabanın ilaç alacak durumu yok.” demişti. O zaman bile büyükbabamın çok hasta olduğunun farkına varamamıştım. Ta ki amcamlara gidip onu görene kadar.
     İçeri girip elini öptüğümde beni tanımadı bile. Sonra kendimi tanıttım. Amcam yanımıza gelip anlatmaya başladı: “İyice tuhaflaştı. Geçen gün gözlüğünü fırlattı. Gözlüksüz daha iyi gördüğünü söyledi.” Yanında otururken öyle sayıklıyordu: “Evimi istiyorum. Evimde ölmek istiyorum.” O an kanım dondu. Büyükbabamın ölümünün yakınlaştığını o an anladım.
     O gün zaten içimde bir sıkıntı vardı. Okuldan eve gelirken arkadaşlara iyi görünmeye çalıştım. Eve girecektim ki annem dışarıda. “Hemen üstünü giyin. Gidiyoruz. Büyükbaban ölmüş.” Hemen oraya yığıldım.
     Büyükbabamın memleket hasreti sona eriyordu. Büyükbabam annesi ile babasının arasına gömülmeyi vasiyet etmişti. Babam amcalarımla birlikte büyükbabamı yıkadıktan sonra bana şunları söyledi: “Büyükbabanı yıkadığım da bana hep çok minnettar olduğunu söylerdi. İlk defa hiç ses çıkarmadı.” Ne acı bir hüzündü babam için.
     Onu toprağa verdikten sonra herkes normal bir günmüş gibi havadan sudan konuşmaya başladı. Fakat ben yapamıyordum bunu. Onu unutamıyordum. Ve içimden ona sürekli şu sözleri gönderiyordum: “Memleketine kavuştun, hasretin sona erdi inatçı adam.”

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Biraz detaya girdim ama gerekli
Gönderen: Orkun Levent BOYA / Ankara/Türkiye
2 Eylül 2005
Özgürcüğüm, çok güzel bir anlatımla kaleme aldığın bu öykünü defalarca okudum... İlk olarak gözüme, -yanlış saymadıysam- 30 civarında, "büyükbaba" yazdığını gördüm... bir çok yerde öyle arka arkaya kullanmışsın ki, gereksiz tekrarlar gibi olmuş... İkinci olarak, "Önce Yozgat’a kadar yürüyerek gittiğini anlatırdı. Hem de düz yolda ve yokuş aşağı giderken koştuğunu söylerdi. " yazının hiç bir yerinde yer ismi geçmezken bu cümlede Yozgat demen gerek varmıy dı?.. "Şehre kadar" gibi şeyler kullanabilirdin... İkinci cümlede ise, "...düz yolda ve yokuş aşağı giderken koştuğunu..." demişsin... bu cümleyi bir daha dikkatlice oku canım kardeşim... üçüncü olarak; "Galiba gözlüğünü düşürmüştü." diyorsun...ama bir kaç cümle sonra "Kapıyı kapattı ve zar zor eğilerek gözlüğünü aldı." diyorsun... "galiba" neden diyorsun?.. kapıyı kapattığı halde eğilip gözlüğünü aldığını nasıl gördün?.. Israrla söylüyorum Özgürcüğüm, "büyükbaba(m)" yazdığın yerlere bir daha göz gezdir... Sevgilerimle...Öptüm seni canım kardeşim...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Salgın Sendromu
Merdiven Basamakları

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Salyangoz
Cami Konuşur Mu?
Cırcır Böceği Savaşı
Fatma'nın Koşusu
Ay Gülecek

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Cehennem Cevdet'in İpleri [Deneme]
Bursa Bir Devdir [Deneme]


Özgür Yenigün kimdir?

Ne yaşarsam ya da yaşamak istersem onu yazarım.

Etkilendiği Yazarlar:
..............


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Özgür Yenigün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.