- Tüm internet yazarlarını geniş bir okur kitlesiyle buluşturan, bugüne kadar dünyada yapılmış en gelişmiş ve kapsamlı edebiyat portalı.">
Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
Yavaşça babalarının yanına geldiler. Önce babalarını sonra annelerini öptüler. Anneleri: “Ne mutlu! Bugün de ölmedik.” dedi. Annelerinin bu sözlerine ikisi birden cevap verdi: “Ne mutlu.” Erkek çocuk evlerinin küçük penceresinin önüne geldi ve kırılmak için fırsat arayan sandalyeye oturdu. Pencereden dışarıyı, gökyüzünü seyretmeye daldı. Her gün hava kararıp ay doğarken annesi yemeklerini hazırlardı. O ise burada oturur ve düşüncelere dalardı. Hiçbir zaman özgürlüğü tadamamıştı. Babası da özgürlüğü tadamadığını söylerdi. Dedesi de yaşamamıştı özgürlüğü, dedesinin babası da. Bir asırdır özgürlüğe aç kalmıştı bu toprağın insanları. Özgürlük onlar için hiç yemedikleri, ama tadını tahmin ettikleri bir yemekti sadece. Babası bir gün ona topraklarının tarihini anlatmıştı. Onu düşünüyordu şimdi pencereden dışarı bakarken. Atalarının özgür yaşadıkları zamanlar da olmuş, bir devlete bağlı olarak yaşadıkları zamanlar da. Ataları bu bağlılık içinde özgür yaşamışlar. Ve çok mutluymuşlar. Ama özgür bir devlet olduklarında sözde özgür olmuşlar hep. Yine birileri yönetmeye kalkışmış onları. Ama bu sefer yönetmeye çalışanlar özgürlük yemeği yerine zulüm ve sömürü yemeği koymuşlar önlerine. Tıpkı şimdi yaptıkları gibi… Düşünürken bir şeyin farkına vardı. Doğmakta olan Ay çok garip görünüyordu. Biraz hüzün, biraz da şaşkınlıktan ibaret bir insan yüzüydü sanki. Bunu gördüğünde kendi kendine konuşmaya başladı: “Ay neden böyle acaba? Önceden de mi böyleydi? Yoksa onu böyle yapan bir şey mi olmuştu? Belki de ay bir canlıdır. İnsanlar gibi o da gülüyor, ağlıyor, şaşırıyor veya kızıyordur.” Kafası iyiden iyiye karışmıştı. Ay’ın neden böyle olduğunu merak ediyordu. Ama bir türlü kesin bir neden bulamıyordu. “Bunu babama sorsam iyi olacak. Ben hiçbir şey bulamadım. Babam bilir belki bunun nedenini.” Ay’a bakarak düşünmeye devam ederken duymaktan hiçbir zaman bıkmayacağı, umut ve şefkat dolu sesi duydu: “Oğlum, hadi yemeğimizi yiyelim.” Bu annesinin sesiydi. Bu sesi bugün de duymuş olmanın sevinci ve yarın da duyabilecek olmanın umuduyla yer sofrasına oturdu. Ama onun aklında hala Ay vardı. Nasıl olurdu bu? Dünyayı yeni keşfeden bir insan gibi merak ediyordu bunu işte. Nihayet yemek bitmişti. Babasına sormanın zamanı gelmişti işte. Annesi ve kız kardeşi sofrayı toplarken yavaşça babasının yanına yaklaştı. Babası hemen anlamıştı oğlunun bir şey soracağını. Babası vatanlarındaki zorluklara rağmen kendini geliştirebilmiş birisiydi. Oğlunun ve kızının da böyle olmasını isterdi. Onların her sorduğuna cevap vermeye çalışırdı. O sorunun cevabını bilmese bile hayalinde canlandırdıklarını anlatırdı. Bunların hayal olduğunu bazen söyler, bazen saklardı. Onların da hayal gücünü geliştirmeye çalışırdı. Her zaman hayal kurmalarını söylerdi. Onlar cahil kalmamalıydı. Şu an ona, karısına, tüm vatan kardeşlerine yedirilen zulüm yemeğini onlar yemeye devam etmemeliydi büyüyünce. “Gel bakalım aslanım benim, ne soracaksın bakalım?” “Baba, bugün yemekten önce gökyüzünü seyrediyordum. Ay yeni doğuyordu ve bir insan yüzü gibiydi. Hem de üzülen bir insan yüzü gibi. Biraz da şaşkınlık vardı. Deminden beri düşünüp duruyorum, neden böyle acaba?” Baba soruyu cevaplamadan önce karısı ve kızının da yanlarına gelmesini istiyordu: “Hadi siz de gelin, bugün cevaplanacak çok güzel bir soru var.” “Tamam geliyoruz.” Baba oğlunu kastederek: “Hadi ama, çabuk olun, sabırsızlanıyoruz.” dedi. “Tamam, geldik işte.” diyerek yanlarına oturdu anne, kızını da yanına oturtarak. Sonra baba anlatmaya başladı: “Ay Efsanesi’ni ülkemize gelen bir gezginden dinlemiştim. Şimdi efsaneyi anlatmaya başlıyorum.” Baba çocuklarını heyecanlandırmak için lafı uzatırdı hep. Oğlu çok sabırsızlanmıştı besbelli: “Hadi ama baba, başla artık.” “Tamam, başlıyorum işte. Her şey Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürmesiyle başlamış.” Kız hemen sordu: “Onlar kim baba?” “Biliyordum bunu soracağını. Onlar ilk insan Adem’in oğulları.” “Peki neden öldürmüş Kabil Habil’i?” dedi erkek çocuk. “Çünkü onu kıskanmış. Babasının kardeşine daha fazla değer verdiğini düşünüyormuş. Bu cinayet dünyadaki ilk cinayet olmuş. Kötülük bu cinayetten doğmuş. Kabil’in ruhuna kötülük işlemiş. Kardeşine hep iyi davranmaya çalışan Habil’in ruhuna ise iyilik…” “Peki bunun Ay’la ne ilgisi var?” Oğlunun sabırsızca sorusunun cevabını beklediğini gören baba ona dönüp: “Dur bakalım biraz sabret. Annen ağzımızın tatlanması için şeker getirsin ki hikayenin de tadı çıksın.” Erkeğinin bu isteğini hiç bekletmeden yerine getirdi kadın. Kalkıp tahta raftaki son iki şekeri aldı ve: “İki tane kalmış. Bölüşelim.” dedi. Sanki bilmiyordu iki tane kaldığını. Ama o an bir umut onu gerçeği kabullenmeden alıkoyuyordu adeta. Ne zaman geleceği belli olmayan seyyar satıcının bugün yarın gelmesi ve satıcıdan şeker alabilecek parayı bulabilmeleri umudu… İki şekeri bölüştüler. Baba devam etti anlatmaya: “Efsaneye göre Kabil’in Habil’i öldürdüğünü gören Ay ise bu duruma çok üzülmüş ve şaşırmış. “İnsanoğlu nasıl yapar kendi cinsine bunu?” demiş. Bu yüzden yüzünü şaşkınlık ve hüzün kaplamış. “Kabil’e ne olmuş baba?” dedi kız. “Kabil biraz yaşadıktan sonra her insan gibi ölmüş. Ama onun çocukları hep kötü olmuşlar. Habil’in soyundan gelenlerse hep iyi... Ay ise insanoğlu hemcinsine zarar vermekten vazgeçene kadar hep böyle mutsuz görünmeye karar vermiş. Dünyanın neresinde bir ülkenin işgal edildiğini veya bir insanın işkence gördüğünü görse; bir insanın başka bir insanı mutsuz ettiğini görse yüzünü daha şaşkın, daha hüzünlü göstermiş dünyaya. Ne zaman insanlar birbirini mutsuz etmeyi keserse o zaman gülmeye karar vermiş. İşte Ay bu yüzden böyle bir yüze sahipmiş.” “Sağol babacığım. Çok güzel anlattın.” dedi erkek çocuk. “Dinleyen sağolsun. Hadi uyuyalım, yarın önemli bir gün olacak.” Bugün için de yatma vakti gelmişti. Baba ve anne çocuklarına: “İyi geceler.” dediler. Kız çocuk da: “İyi geceler.” dedi. Erkek çocuk içinde yeni doğan bir umutla: “İyi geceler baba. Yarın akşam Ay gülecek, unutma.” dedi. “Ay gülecek.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Yenigün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |