Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
*** Rüzgarın ılık estiği güzel yaz akşamlarından biriydi. Kızarkadaşımla iki yıla yaklaşan bir ilişkimiz vardı. İkimiz de ilk kez açık hava sinemasına gitmiştik o gece... Film çok iyi değildi ama bu çok önemli de değildi. Sonunda birlikte bir akşam geçirebilmiştik. Fulya'nın ailesi çok katıydı. Akşam dışarı çıkmasına izin vermezlerdi. Hele ki erkek arkadaşı ile birlikte! Saçma geldiğini söylemeden edemeyeceğim. Erkek arkadaşı olduğunu ise hiç bilmiyorlardı. Ben de bu konuda baskıcı davranmıyordum. Ailesine benden bahsetmesi konusunda yani... Zaten evlenmek gibi bir niyetim de yoktu. İyiydim ben, tek başıma Beşiktaş'taki stüdyo dairemde, "bekarlık sultanlıktır" felsefesi doğrultusunda yaşarken. Fulya'yı seviyordum; iyi bir kızcağızdı, kimseye zararı olmayan, kendi halinde bir kız. Çok da güzeldi. Bu bağlamda belki fazlaydı bana... Çok zeki sayılmazdı, gerçi üniversiteyi bitirmiş ve iyi bir pozisyonda işe başlamıştı ama çok sorgulamayan, hep boyun eğen cinstendi. Her neyse, bu zaman zaman işime gelmiyor da değildi. Ne yapacaktım hem güzel hem akıllı kadını zaten... Hem öylesi beğenir miydi ki beni? O gece saat on bire doğru Fulya'nın cep telefonu çalmaya başladı. Arayan babasıydı. Öfkeli sesini ben bile netlikle duyabiliyordum. Kızcağız babasının sinirli tavrını bana çaktırmamaya çalışarak konuştu: "İş arkadaşlarımlayım... Selma da var... Geleceğim bir yarım saate kadar... Siz yatın isterseniz..." O telefonda bunları söyleyip, babasını sakinleştirmeye çalışırken ben büyük bir hayalkırıklığı yaşıyordum. Planlarım suya düşmüştü! Bu gece onu evime götüremeyecektim. Sevişmeyeli haftalar olmuştu ve ben artık abazanlıktan ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Telefonu kapattıktan sonra utangaç bir tavırla bana baktı. "Babam arayan, merak etmiş de beni..." dedi. "İyi de ben nolacağım şimdi?" diye geçirdim içimden. Bu kez söyleyecektim artık çünkü onun herşeye boyun eğmesinin ucu bana da dokunuyordu: "E kızım sen de diyemiyor musun ben artık yirmi dört yaşıma geldim, koskoca kadın oldum... Saat de üç değil, geleceğim işte diye". Fulya önüne baktı. "Eve dönmem lazım" dedi. Arabaya kadar konuşmadan yürüdük. Kontak anahtarını çevirir çevirmez beyin yıkama çalışmalarıma yeniden başladım: "Fulya, bak güzelim... Öğrencilik dönemlerinde tamam, derslerin vardı, çalışmıyordun, ailene bağımlıydın... Ama artık kocaman kadın oldun, çalışıyorsun, babanla konuşma zamanın geldi de geçiyor be hayatım..." Fulya hala sesini çıkarmıyordu. İşte buydu o! Değişemezdi ki! Sinirlendim, kendimi yine bir monologun içinde bulacağımı bile bile devam ettim: "Neden korkuyor baban ha? Söyle bana... Erkek arkadaşının olmasından mı? E var... ve sen hala tek parçasın! Kötü alışkanlıklar edinmenden mi? Uyuşturucu kullanmandan mı? Gündüz kullanılmaz mı uyuşturucu, illa gece mi kullanılır? Hem sen kim uyuşturucu kim, göremiyor mu baban? Bu kadar mı tanımıyor seni? Hmm cevap ver bana... ne?" Fulya yine önüne baktı "Evet, doğru" dedi alçak sesle. "Ama babam anlamıyor bunu... bir alışkanlık belki de..." diye devam etti. Sustum. Bunu farketmiş olmasına rağmen hala sessizliğini koruması ve ailesiyle konuşmayı denememiş olması beni çıldırttı. Onu evinin yakınına bir yere bırakana kadar ağzımı açıp tek laf daha etmedim. Arabadan inerken bana döndü. "Teşekkür ederim" dedi, öpmek için uzandı. Başımı çevirdim; bu sefer kararlıydım: "Bu böyle yürümeyecek Fulya, bitirelim... Eh, sen de babanın uygun gördüğü biriyle evlenirsin... Ben de kendi yolumu çizerim artık" sözcükleri sinirle ağzımdan dökülüverdi. Fulya yine sustu, gözleri doldu ve koşarak uzaklaştı. Besbelli kırılmıştı. "Daha sonra gönlünü alırım nasılsa ben onun" diye düşünerek gaza bastım. İçim rahattı, niyetim belliydi... Kendime şöyle sağlam bir hatun ayarlayacaktım. Bir gün -oldu ki- Fulya'yla barışacak olursak ruhunun duymayacağı cinsten... Ha oldu ki duyarsa... O zaman da yalanım hazırdı "Kendimi çok boşlukta hissediyordum bebeğim, özür dilerim''. Birkaç haftadır internette konuştuğum bir hatun vardı. Resmini de yollamıştı hem, pek çıtır bir şeydi. Daha da önemlisi rahat ve girişken bir tipti. Muhabbeti de baya ilerletmiştik. Ne yapıyor acaba şu an diye düşündüm. En iyisi eve gidip bakmaktı. Eve vardığımda hemen bilgisayarı açtım ve her zaman onunla konuştuğumuz chat odasına girdim. Orada değildi. Buzdolabına gidip bir bira aldım. Döndüğümde bir mesaj yanıp sönüyordu. Açtım: "ASL*?" "26, E, İst.**" diye cevap attım. "25, K, İst.***" diye cevap geldi hemen. "İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelirmiş" diye düşünüp, gaza geldim. Yaklaşık on dakika hobilerden, uğraştığımız işten, dinlediğimiz müziklerden bahsettik. Sonra yine bir mesaj geldi. Alışık olmadığım cinstendi: "Kadın olmak ister miydin?" "Hmm, hayır...memnunum halimden" diye cevap verdim apar topar. "Peki ya bir günlüğüne bile mi? Ben isterdim açıkçası bir günlüğüne erkek olabilmeyi..." Söyledikleri hoşuma gitmişti. "Evet bir günlüğüne olmak ilginç olabilirdi hakikaten" dedim. "Peki neler yapmak isterdin bir günlüğüne kadın olabilseydin?" diye sordu. Bu kez hemen cevap vermedim, düşündüm. "Altın gününe giderdim" dedim. "Nasıl yani eline böyle bir şans geçiyor ve sen gide gide altın gününe giderek mi geçiriyorsun bu günü?" dedi. "Yok yani aslında şaka yapmıştım ama kadınsal muhabbetlerin yoğun olduğu bir ortam olduğu için öyle söyledim. Eskiden annem de yapardı öyle şeyler. Ne yapıyorlar, ne konuşuyorlar bunlar tüm gün diye merak ederdim, okuldan döndüğümde" "Peki başka ne yapardın? Hepsi bu kadar mı yani?" diye sordu. "Pardon bir bira alıp geliyorum" dedim zaman kazanmak için. Cevabı düşünmem birkaç dakikamı aldı: "Seks yapmak isterdim..." "Aa bak bu enteresan... neden peki?" diye sordu. "Bir kadın sevişirken bir erkekten farklı ne hisseder merak ediyorum. Hem bunun daha sonraki günlerde performansıma katkısı olur heralde hehehe " dedim. Bağlantısı mı koptu bilmiyorum ama hatun birden "offline****" oldu. Geri gelir belki diye beklerken televizyonu açıp, koltuğa geçtim. Uykum vardı ama uyumamak için savaşıyordum. Enerjimi buna harcamak beni daha da bitkin yapmıştı. *** Çalar saatin sesiyle uyandım. Oldum olası nefret ederim bu sesten! Yanımda horlayarak uyumaya devam eden adamı görünce geçirdiğim şokla, uyku sersemliğim derhal son buldu. Ne! Neredeyim ben?! Apar topar yataktan kalktım. Gardrobun üzerindeki boy aynasında kendimi gördüm: Aman Allahım! Doksan beden göğüslerim, uzun sarı saçlarım, ela gözlerim, pürüzsüz bacaklarım, lacivert saten geceliğim ve tarifsiz duygularımla aynanın karşısındaydım işte! Eyvah! Peki ya şimdi ne yapmam gerekiyordu?... Yatakta yatan adını dahi bilmediğim adamı uyandırmam mı? Önce evi dolaşmaya karar verdim. Kimseyi uyandırmamaya özen göstererek sessizce yatak odasından antreye çıktım. Mutfağın yerini buldum. Tek tek odaların kapısını açtım. Güzel, ferah bir evdi burası. Pek benim tarzım döşenmemişti ama yine de pek çok insanın oturmak için can atacağı türde bir evdi. Odalardan birinde güzeller güzeli beş-altı yaşlarında bir kız çocuğu yüzünde masum bir gülümsemeyle uyuyordu. Bu benim kızım olmalıydı... Adı neydi acaba? Sessizce yatak odasına geri döndüm. Sandalyenin üzerinde duran pantolonun cebinden, kocam olduğunu düşündüğüm adamın cüzdanını çıkardım. Nüfus cüzdanını bulup adının Murat, soyadımızın Tekin olduğunu öğrendim. Şimdi ne yapacaktım? Annemi getirdim aklıma. Biz çocukken, sıcak yatağımızda uyurken, ne yapardı annem acaba? Sessizce kaçıp gitmek istedim bu evden... O da istemiş miydi acaba bunu hiç? Nereye gidecektim ki? Çaresiz, mutfağa girip çay suyu koydum ve buzdolabından kahvaltılık birkaç şey çıkardım. Murat'ın yanına gittim: "Günaydın...günaydın" dedim iki kere... Daha ben kendi sesimi ilk kez duyuyor olmanın şaşkınlığını üzerimden atamamışken, sesim pek mekanik çıkmış olacak ki Murat gözlerini açıp bana garip garip baktı. "Hayırdır Nihan? Yeni uyandırma şeklin bu mu?" dedi hafif sert bir ses tonuyla. İsmimin Nihan olduğunu öğrenmemle beynimde bir şimşek çaktı. Evet evet... Nihan Tekin'dim ben, hatırladım: Otuz bir yaşındaydım. Tekstil fabrikası sahibi Murat Tekin'in sekiz yıldır karısıydım. Altı yaşında Buse adında bir dünya güzelinin annesi. Murat'la evlendiğimizde yirmi üç yaşındaydım ve beni isteyenlerin arasından Murat'ı seçmişti babam zengin olduğu için. Tüm bunlar bir film şeridi gibi süratla gözümün önünden geçti. Toparlanmaya çalıştım. Kocamın sabahları, uyandığında sinirli olduğunu bildiğimden cevap vermeden doğru mutfağa giderek çayı demledim. Buse'nin odasına girdim. Saçlarını okşayarak uyandırdım. Onu özenle giydirdim. Saçlarını tarayıp ördüm. "Annee... kimse örmüyoo saçını, at kuyruğu yapıyoo okulda" diye itiraz etti. Örgüleri açıp, onun istediği at kuyruğundan yaptım. Hep beraber kahvaltı ettik. Murat ve Buse birlikte evden çıktılar. Yorgundum... Saat sabahın sekizi olmasına rağmen, deli gibi yorgundum. Bu yorgunluk uyumakla geçecek cinsten değildi. Bu koskoca otuz bir yılın yorgunluğuydu. Yapmam gereken işleri, görevleri düşünerek bunu unutmaya, en azından ertelemeye çalıştım. Yatak odasından işe başladım. Nevresim ve yastık kılıflarını değiştirdim, yatağı topladım. Kıyafetleri dolaba astım. Buse'nin odası çok dağınıktı. Oyuncakları toplayıp, kutulara yerleştirip, yatağını toplamam bittiğinde vakit bir hayli ilerlemişti. Eşofmanlarımı giyip markete gittim. Evvelsi akşam hazırladığım alışveriş listesinde yazanları aldım. Marketten çıktığımda ben taksi bulmaya çalışırken on sekiz- on dokuz yaşlarında bir genç laf attı. Kendimi öyle yaşlı, öyle çirkin hissediyordum ki, hiç üzerime alınmadım; gözlerim hemen oracıkta bir yerlerde güzel bir kadın aradı; sağıma soluma baktım kimsecikler yoktu. Soluğu mutfakta aldım. Kocam her akşam muhakkak iki duble rakı içerdi. Yanında en az iki çeşit meze isterdi. Bunları yapmakla başladım işe, sonra yemekleri pişirdim: Mercimek çorbası... pilav ve İzmir köfte... Yemek pişirme faslı bittiğinde, Buse'yi anaokulundan alma vaktine sadece bir saat kalmıştı. Öğlen yemeği yememiştim; gerçi yemek pişirken onun bunun tadına bakmaktan doymuştum ama yine de biraz meyve yedim. Üzerime düzgüncene bir şeyler geçirerek evden çıktım. Yol boyunca hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Anaokulunun kapısından içeri girdim. Çocuklar bahçede oynuyorlardı. Buse salıncakta sallanıyordu. Öğretmeninin yanına gittim. Biraz konuştuk; çok güzel resimler yapıyormuş benim güzelim! Buse sallanmaya devam etmek için dirense de, onu alıp doğruca eve geldim. Minik kızımın karnı acıkmıştı, bisküvi ve meyve verip, onu televizyonun karşısına oturttum. Bu arada çamaşırları toplayıp ütüledim. Sofrayı kurdum. Artık yorgunluktan bayılmak üzereydim ki kapı çaldı. Gelen Murat'tı. "Hoşgeldin," dedim terliklerini uzatarak. "Hoşbulduk," dedi yüzüme bakmadan..."Bu ev yemek kokuyor bu akşam ya..." diye yakındı. "Pencereler açık ama... ne yapsak?" dedim damarına basmamaya gayret ederek. "Onu da ben mi söyleyeceğim artık, zaten kafam bozuk" diyerek azarladı. Ellerini bile yıkamadan sofraya oturdu. Buse'yi televizyonun karşısından kaldırmam biraz vaktimi aldı. Kız, çizgi dizi izliyordu ve onu bitirmeden gelmek istemiyordu. O esnada Murat bağırdı: "Nerdesiniz be? Açız, aç..." Bunu duyan Buse tedirginliğimi hissetmiş olmalı ki, beni daha fazla uğraştırmadan salondaki yemek masasına yöneldi. "Aman da aman hanimiş benim güzel kızım?" dedi Murat ve çocuğu koltuk altlarından tuttuğu gibi havaya kaldırarak kucakladı. Sırasıyla, yanaklarını, alnını, gözlerini öptü. Göbeğini mıncıkladı. Ben babasının bıyıklarının battığından hiç yakınmayan bu bacak kadar çocuğa bir kez daha hayretle bakarken, o gördüğü sevgiden mest olmuş, kıkır kıkır gülüyordu. Hep beraber yemek yedik. Senelerdir her akşam duymayı umut etmekten bıkmadığım "Eline sağlık" lafı bu akşam da beni hayalkırıklığına uğrattı. Yemekten sonra Murat rakısını koydu. Ben hemen ona kavun, beyaz peynir ve gündüz hazırladığım mezeleri getirdim: fava ve kabak ezme. Murat rakısını içerken, ben Buse'yi bir güzel yıkadım, pijamalarını giydirdim ve yatırdım. Çocuk illa masal istiyordu. "Sen artık büyüdün güzel kızım, seneye okula başlayacaksın. Büyük abla olacaksın" lafı işe yaramadı. Çocukluğumdan bildiğim tüm hikayeleri daha önce yüzlerce kez anlattığımdan, kafadan yeni bir hikaye uydurdum: "Günlerden bir gün mutlu bir aile varmış... Babaları çok çalışır, yorulurmuş, ismi Murat'mış... Eve öyle yorgun, öyle yorgun gelirmiş ki bazen sinirli olurmuş. Ama anneyi de, minik kızını da çok severmiş..." Buse uykuya daldığında içeriden bir ses duydum, bu ses kendi kendine söven kocamın sesiydi. Kulak kabartarak ne dediğini anlamaya çalıştım. Masadaki buzun erimesi ve yerine yenisinin gelmeyişiydi onu kızdıran. Derhal mutfağa giderek bir kaba buz doldurup ona götürdüm. Kızgınlığı devam ediyordu: "Bıktım ulan senden, ne biçim bir kadınsın sen? Ohh iyi valla, biz bütün gün eşşekler gibi çalışalım, yorulalım. Nihan Hanım burada yan gelsin yatsın; gece eve gelince de bir rakımızı bile ağız tadıyla içemeyelim." Sesimi çıkarmadan önüme baktım. Birkaç ay önce, Murat'ın, sarhoşken, benzer bir meseleden dolayı bana tokat attığı anı anımsadım. Öyle yorgundum ki, küçük bir dokunuş bile beni yere sermeye yeterdi. Hızını alamayan kocam devam etti "Ne lan bu her yerin ışığı yanıyor? Para nasıl kazanılıyor biliyor musunuz siz?" *** Gözlerimi kamaştıran güneş ışığının etkisiyle kıpırdadım. Koltukta uyuyakalmış olmanın bedelini tüm organlarımla ödüyordum. Sanki sadece belim değil karaciğerim, yalnız boynum değil beyinciğim; vücudumun her bir noktası sızlıyordu. En kötüsü de başağrısıydı. Öyle berbattı ki, üç aydır bir üst katımda süren tadilatı ve matkap sesini anımsattı bana. Gözlerimi açtım. Kolumdaki saate baktım, yediye geliyordu. Demek uyuyakalmıştım, bu koltukta. Dün gece olanları düşündüm bir an: Fulya'yı, onun duru güzelliğini, iyi niyetini, bir sözümle paramparça edebildiğim camdan kalbini, zaaflarım uğruna bu güzel kadını nasıl bir anda gözden çıkarabildiğimi, eve gelince tanımadığım o kızla chat odasında konuştuklarımızı, televizyon karşısında uyumamak için verdiğim savaşı ve gördüğüm kabusu... Fulya'yı düşündüm ve Fulya gibi daha nicelerini: kendi hayatlarını gölge gibi yaşamaya mahkum olanları. Kendimi düşündüm: zaaflarla dolu, boş hayatımı, sorumsuzluklarımı, bunları "hayatımı yaşayacağım" kalıbı altına sokarak bahaneler yaratışımı ve tüm bunları bir türlü kendime itiraf edemeyişimi... Evet, düzeni değiştiremezdim; tüm Fulyaların, Nihanların istemedikleri bir hayatı yaşamalarını engelleyemezdim belki ama en azından kendim için doğru bir şey yapabileceğim hissi, umutla doldurdu içimi. Vakit geçirmeden koltuktan kalkıp içeri gittim; tıraş oldum, saçlarımı jöleledim, parfüm sıktım. En sevdiğim giysilerimi giydim. Hiç de fena gözükmüyordum! Otoparka doğru yürürken, iş yerimi arayıp biraz geç kalacağımı söyledim. Yol boyunca, beni kendimle barıştıran bu genç ve olgun kadına söyleyeceklerimi, bugüne kadar söylemekte geç kaldıklarımı düşündüm. Şık bir çiçekçinin önünde durdum; en güzelinden bir gül buketi yaptırdım. İş yerine vardığımda, onu masasında çay içerken buldum. Beni görünce gözleri ışıldadı. Yüzünde bana kızgın olduğuna dair en ufak bir ifade bile yoktu. Ayağa kalktı. Elimdeki çiçekleri gördü, bunları ona uzattım ve "Fulya seni dünyanın en mutlu kadını yapacağım, yemin ederim... Benimle evlenir misin?" sözcükleri dudaklarımdan dökülüverdi. *ASL: İngilizce age, sex, location...Yaş, cinsiyet ve yer kelimelerinin kısaltması. Internet ortamında chat odalarında sıkça kullanılan bir kısaltma. **26, E, İst.: 26 yaş, Erkek, İstanbul *** 25, K, İst.: 25 yaş, Kadın, İstanbul **** Offline: Hattan kopmak, düşmek 25 AGUSTOS 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeşim, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |