Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
Uzaklarda olup da kendi şehrine yazı yazmaya çalışınca ister istemez gözlem yapmamaya çalışıyor insan. Çünkü havası suyu gibi her şehrin hikayesi ve sizde yansıttıkları da başka türlü. O başkalığı yakalamak için ayrı bir duruş sahibi olmalı bir yerde. Hele ki sizi okuyan insanların mevsimi hep ılık, kanları hep sıcakken güneşsizliğe mahkum başkentten aynı rengi yakalamak zor. Charles Dickens ın meşhur romanı gibi iki şehrin hikayesi iki şehrin kadınlarının hikayesi var aklımda. Çünkü ne kadar duygular evrensel olsa da vurgular ve yaşananlar renk değiştiriyor her seferinde. Başka türlü seviyor bu şehrin kadını. Oradan oraya koşuştururken yakalamaya çalışıyorlar ruhlarını belki. En ön sırada yaşamın zorluklarına, faturaların sonsuzluğuna yetişmeye çalışıyorlar belki. Arkadan gelen aşk hikayeleri, alternatifi bol erkekler en çok da kendileri. Duyguların bir süre sonra donuklaştığını görüyorum , bulutların hep griye çalması gibi bir şey bu. Arada güneş sarı bir neşe verir ama hep akılda kalan grilerdir. Üstünüze yapışırlar bir süre sonra. Yıllarca bu şehirde yaşamış biri olarak alışamadığım griliklerin asla gitmeyeceğini öğreniyorum bir kez daha.Ben ve bir çok hikaye gelip geçiyor,mutsuzlukların suçunu bulutlara atıyormuşuz belki. Biraz hüzünlü, sakin ama kendinden emin bir grilik. Bir karar verirsiniz doğrudur, isterseniz değiştirebilirsiniz ama bırakırsınız öyle kalsın diye hani. İşte aynen bu şekilde bir grilik hakim. İstersek güneşi bekleriz, istersek gülerek güneşi biz veririz ama istemeyiz hiç birini. Gözlemlediğim ilişkilerde evliliklerde de bunu görüyorum. Değişen zaman mı bunu yaptı bilinmez ruhları eritip gitmiş bir çok yerde. Hani değişmekten, gitmekten korktuğumuz gün biteriz diyorum ya hep. Daha da kötü bir kabulleniş bir kanıksama hakim aşkların üstünde. Doğrudur diye başlayan evliliklerinde ,olan budur olacak da bu kadardır diye bir bakış açısı var başkentin kadınlarında sanki. Kadın olmanın rengini heyecanını yitirmişler sadece devam edilmesi gereken bir sözleşme var ve yapılan yatırımlar boşa gitsin istenmiyormuşçasına sürdürülüyor. Yaşamın zorluğunda , maddi bir destek ihtiyacı sanki evlilik. Hepsi çalışan kendi ayakları üstünde durabilen alt yapıdalar. Hani güneyimin sevgi ilgi bekleyen yalnız ev hanımları gibi değiller. Peki ne eksik ya da neden ölüyor duygular bu kadar çabuk. Hayatta bizi yaşatan tutkulardır diye düşünüyorum. Yemek yemekten görev değil zevk almak gibi, bir arada bulunmayı da doğa gereği,yaşam ihtiyacı olarak görüp renksizliği sürdürmek bana göre değil. Akdenizli ruhum izin vermiyor buna. Ya sonrası derseniz evinde olan bitenden habersiz, sevgi ile pişireceği bir yemeği esirgeyen, yaşam döngüsünde evlilik kısmını tamamlamış bir kadın çıkıyor ortaya. Belki yanlış belki doğru ama doğada kadın duyguların, renklerin,tutkunun kaynağıdır hep.Benim şehrimde sabrın, sevginin, hani kocasına kızsa bile iyi gününde yüzü gülebilen,hep bir şeyler yaratmaya uğraşan çocuklarının ihtiyaçlarını her şeyden üstün tutan kadınlar var. Hadi şehirleri atalım bir yere kadınlık hep sevgi,tutku,zevk,ruh sanatta ilham yaratabilecek tüm duygular demek. Bencilliklerine kızdığımız erkeklerin daha beter versiyonları olmaya başladık. Bir sürü ilişki , bir sürü denemeden sonra evlilik sırası geldiğinde bir tane seçip kocamız yaptıktan sonra hiçbir şey yokmuşçasına yaşantımıza devam etmek, vaat ettiğimiz duyguların hiç birini yerine getirmeden sadece almayı bilmek, sıkıldığımız anlarda bir başka ilginin kucağına atılmak ama asla sevgi veremediğimiz erkeğin bir başkasına yönelmesinde de kıyametleri koparıp yuva sahibini oynamak, kadın olmak mıdır? Bu olsa olsa ‘kadıncık’ olmaktır. Bu izlenimim ilk bu şehirde başladı ama biliyorum ki şehrimde de her yerde de var bunlardan. Bu kadar sevgisizlikler, yalnızlıklar dünyasında hala birkaç duygunun uğruna aşkı bekleyen yüzlerce kadına haksızlık yapan hemcinslerine inat ,gerçek kadın olmanın her şeyden önce bir erkeği sevmek ve değer vermekle başladığını yeniden hatırlatmak gerek galiba. Neden aldatırlar,neden benciller diye kızmaktansa biraz da kaybetmek üzere olduklarımıza bakmalıyız… Ahmet Altan ın yalnız kadınlar başlıklı yazısındaki gibi kadınlar olduğunu bilmek hala güzel. Yazıdan kısa bir alıntı sizlere mutlaka okumalısınız devamını bulup. “ Yalnız bir kadın olmak, yalnızlığın kendisinden bile daha ürkütücü hale gelir.Halbuki, birçok güçlü isteğin içinde belki de en çok istedikleri,söylemeyi en çok arzuladıkları, o basit cümlede gizlidir. ‘Yanıma yatıp, başka hiçbir şey yapmadan bana sarılır mısın?’ Acaba kaç kadın, sadece bir sarılışı özlediği için aslında pek de istemediği sevişmelere razı olmuştur.İstediğinde ona "sadece" sarılacak, istediğinde başkalarına hiçbir zaman gösteremeyeceği arzularının "karanlık" yanlarını onu hiç yargılamadan,aynı zevki alarak paylaşacak, istediğinde ona şiddetle istediğinde şefkatle dokunacak; onun kuşkularla çırpınan ruhunu bazen bakışlarıyla,bazen usul sesiyle yatıştıracak, duygularının ve teninin kat kat yükselen teraslarında onunla dolaşacak birini arayıp da bulamadığında...”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © jade, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |