Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Vatandaşlık nedir; bugün ne tür sorun veya yetersizlikler yeni bir vatandaşlık kavramını gündeme getirmektedir? Aristo’dan Rousseau’ya vatandaşlık küçük kent yaşamı sınırları içindedir. Ardından, genişleyen insan toplulukları ve onların kurduğu modern, merkeziyetçi devletlerle birlikte, ulus kavramının cumhuriyetçi fikirler ve devlet arasında bir birleştirici olarak ortaya çıktığını görürüz. Bu süreç içinde “vatandaşlık” kavramı da artık “ulus”la birlikte varolmaya başlar. Başka bir deyişle vatandaşlık ile ulusal kimlik arasında sıkı bir bağ vardır. Bu modern devletler, kapitalist gelişime uygun yapılardır. Zira merkeziyetçi ve toplumu köylülükten kurtarıp “kentleştirici, modernleştirici” ulus-devletlerin gelişimi, sanayi devrimi ve yeni sosyal, ekonomik paylaşımla âlâkalıdır. Ulus, uluslararası hukukun kabul ettiği bir devletin halkına dahil olmayı düzenler. Başka bir deyişle devlet, milli bir dil, milli eğitim gibi girişimlerle ulusun cisimleştiği özel yapıdır . Siyasi kimliğin millileşmesi de, birincil aidiyetlerin –din gibi- siyaset dışına itilmesiyle birlikte gelişir. Düşünsel olarak, günümüz vatandaşlık kavramını belirleyense Rousseau’da gördüğümüz “kendi kaderini belirleme” ilkesidir. İlk bakışta “halk egemenliği” biçiminde, halkla yöneticileri arasındaki bir anlaşmaya dayanarak hanedanın egemenliğinin sınırlanması biçiminde ortaya çıkar. Halk egemenliği, bir grup veya bir kişinin hakimiyetinin özerk bir yasama haline dönüşmesini vurgular. Toplumsal konsensüs artık bir etnik birliktelikle değil, hukuk devletinin Anayasası tarafından belirlenen, kamu oyunu ve toplumsal amaçları demokratik biçimde şekillendiren ortak bir “süreçle” sağlanır. Bu tür bir ortaklık, herkesin eşit ve özgür bir birey olarak saygı göreceği karşılıklı kabul üzerine bina edilmiştir. Vatandaş bu anlamda siyasi ortaklığın bir üyesidir. 1789 İnsan ve Vatandaş hakları bildirgesine göre her vatandaşın özgürlük, mülkiyet ve zorbaya karşı direnme hakkı vardır. Tüm siyasi ortaklığın amacı doğal ve değiştirilmez hakların korunmasıdır. Bu arada ulusal aidiyet ve kişisel aidiyet yapıları arasındaki kaynaşma da, “milli-vatandaş” kavramını ortaya çıkarır. Bir hukuki statü olan vatandaşlık, hukukçular tarafından uzun süre ulus ile aynı anlamda kabul edilmiştir . A. Zaman içinde dünya üzerinde yaşanan bazı değişimler nedeniyle ulus, devlet ve vatandaşlık arasındaki bağ zedelenmeye başlar - İki Almanya’nın birleşmesi, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyetler Birliği’nden kopuşu ve Doğu Avrupa’da yaşanan etnik savaşlar bir anda ulus-devlet kavramının geleceğinin sorgulanması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. - Ama en önemlisi ulus-devletler, uluslar üstü ekonomik bütünleşme karşısında geride kalmıştır. Bu arada Avrupa ülkeleri de bir birlik çatısı altında birleşmektedir. Ulus-devletle demokrasi, ulusal kimlikle vatandaşlık arasındaki eşgüdüm de böylece masaya yatırılmaktadır . B. Vatandaş kimliği bekleneni veremiyor Aksaklıkları başlıklar halinde yazarsak : - Vatandaş kimliği, dünyada yaşanan köklü ekonomik ve sosyal değişiklerle beraber artık bireyleri tatmin eden bir kimlik kaynağı olmaktan çıkmaktadır. Devletin belirlediği kalıplar arasında kalan sosyal kimlik, sosyal-psikolojik sorunlarla yalpalamaya başlamıştır. Sosyal yapılanma ve temsil mekanizmalarındaki arızalardan dolayı “toplumsal uzlaşma ve uyum” bozulmaktadır. - Vatandaşların yönetime katılımını amaçlayan liberal demokrasi, vatandaşın sahip olduğu hak ve ödevler vasıtasıyla bunu gerçekleştirmeye çalışır. Katılımla ilgili en önemli hak ise seçme ve seçilme hakkıdır. Bu vasıtayla seçilen temsilciler, vatandaşın iktidara katılmasını sağlar. Bu “referandum” yoluyla doğrudan da olabilir. Ancak bugün artık vatandaşın katılımını sağlayan araçlar arasında ne siyasi partiler, ne Parlamentolar, ne Cumhurbaşkanı gibi bireysel otoriteler, ne de medya beklentilere cevap verebiliyor. Seçimler çok aldatıcı birer tiyatro sahnesi gibi. Seçilme hakkı ise bu işin maddi ve manevi maliyetleri nedeniyle hepten kullanılmaz hale gelmiştir. - Ulus-devletin vatandaşlarına verdiği “tam istihdam”, dolayısıyla “refah” gibi sözlerin 70’li yılların sonlarıyla beraber imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır. Vatandaşlar arasında ve değişik ülkelerin vatandaşları arasındaki eşitsizlikler farklı kimlik arayışlarını desteklemektedir. Ekonomik sorunlarla beraber işsizlik ve dışlanma sosyal uyumun bozulmasında etkili olmaktadır. - Merkeziyetçi devlet yapılanması ve bürokratik katılıktan kaynaklanan toplumsal tıkanıklık, temsil ve katılım açısından yaşanan diğer sorunlardır. - Vatandaşlarına tanıdığı güvenlik hakkını da tek başına ulus-devletin sağlayamadığı anlaşılmaya başlanmıştır. Microsoft veya Coca-Cola karşısında vatandaşı kim koruyabilir veya nükleer tehlike, terör saldırıları ya da Amerika gibi bir süper güç karşısında… - Çoğunluk kararlarının öne çıktığı bu ortamda, azınlıkları “tanımakta” zorluk çeken vatandaşlık siyasi temsil konusunda yetersiz kalmaktadır. Ulusal kimliğin karşısına, azınlıklarla ilgili sorunlar veya milliyetçi, ayrılıkçı hareketler çıkmaktadır. - Kamu yararı, vatandaşın hakları ve ödevleriyle belirlenmesine katıldığı değil, iktidardaki küçük bir gurubun inisiyatifindeki bir kavram haline gelmiştir -aslında hep öyleydi-. Bu durumda devletin vatandaştan “kamu yararı”na ilişkin olarak aldığı meşruiyet tehlikeye girmektedir . Kamu yararı için çalışma ve varolma tekelini elinde tutan otoriteleri vatandaşların etkin biçimde kontrolü de bugünkü şartlarda mümkün değildir. Vatandaşlarına verdiği sözleri tutmakta zorlanan devlet, karşılığında aldığı tek kamu otoritesi olma meşrutiyetini kaybetmeye başlarken, bu durum, biraz da başı boş bir otorite paylaşımı ve toplumsal gerilim yaratmaktadır. Ahlaki çöküş ve vicdani kırılmaların ortaya çıkmasının bir sebebi de budur. II – Yeni bir vatandaşlık anlayışına doğru A. Global-sektöriyel ilişki Toplumsal normların oluşumu belli bir referans zeminiyle olur. Önce düşünsel anlamda sonra kurallara ilişkin olarak, olayların, toplumsal ve siyasi yapılanması gerçekleşir -temsil sisteminin kamu sorunlarını üretmesi ve şekillendirmesinde olduğu gibi-. Bu modelde toplum sektörlere ayrılmıştır. Modelin yapı taşı, bu sektörlerin her biri ile kamu alanını teşkil eden global alan arasındaki ilişkidir. Toplumun mesleki birlikler şeklinde –farklı çıkar ve talepleri olan- sektörlere ayrılmış yapısı ve özel görev yüklenmiş –siyasi partiler gibi- aracılar sistemin önemli noktalarıdır. Merkezdeki global sektörün atıfta bulunduğu kurallar ve temsil sistemi herkesi kapsar, sınırlandırır. Bu, toplumsal bir ahengi ve uzlaşmayı amaçlayan bir kamusal kurallar sistemidir. Bunlar aynı zamanda toplumsal yükümlülükleri de oluşturur. Sektörel referans zemininin global referans zemini içindeki uzlaşma ve kendi referanslarını bunun içine sokma çabaları sonucu kamu politikaları şekillenir. B. Referans zemini değişirken, düşünce kalıplarının ve normların da değişmesi gerekir - 90’larla birlikte artık, başlangıçta toplulukları köylülükten kurtarmayı hedefleyen modernleşmeci referans zemin değil, pazar referansları önemlidir. Vatandaşlık müessesesi de buna göre yenilenmelidir –bugün tüccar mühendisin yerini alır-. - Bu modele göre global alan önceleri ulus devlet içinde bir yeri anlatırken, şimdi küresel bir alanı işaret etmektedir. - Yeni bir kamu yönetim birimi olarak “yakınlaşma” prensibi üzerine kurulu “yerel yönetimler” belirginleşmekte ve devletle aralarında bir hesaplaşma kaçınılmaz hale gelmektedir. Kamu sorunlarının ve politikalarının oluşumu, dolayısıyla toplumsal uyum ve uzlaşma süreci yerele kaymak zorundadır. Bu nedenle kamu hiyerarşisi yeniden düzenlenmelidir. Aslında bu “yerel”in ve “kentlerin” modern devletler karşısında bir zaferidir. Ve bu durumda, yerel-küresel arasında ulusalı bazı noktalarda dışlayan yeni bir referans zemini ortaya çıkar. Görülüyor ki dünyanın bugünkü koşullarına göre toplumların ve kişilerin taleplerine azami cevap verebilecek, daha güçlü bir demokrasiye ihtiyaç vardır. Bu yeni demokratik yapılanma içinse, demokrasinin yapı taşı olarak kabul edilen “vatandaşlık” kurumu restore edilmelidir. Buna göre daha fazla katılım, daha fazla özgünlük ve özgürlük yönünde vatandaşlık anlayışı uyarlanmalıdır. Türkiye’nin, yeni bir vatandaşlık tanımına, bunun için gerekli iklimi yaratacak özgürlükçü bir siyaset ortamına ve –bu ülkede, şu veya bu şehirde, şu veya bu kurumda bir arada olmamızın nedenini açıklayacak- yeni bir toplumsal sözleşmeye olan ihtiyacı, daha da fazladır. Zira Türkiye halen modernleşme sorunlarını ve Batı’da daha ileri boyutlarda yaşanan –modernleşme ötesi- sorunları, küreselleşme ve gelişen iletişim teknolojileri nedeniyle bir arada yaşıyor. Örneğin bir yandan Batı’da olduğu gibi seçimlerle, siyasi partilerle ve temsili demokrasinin yetersizlikleriyle ilgili sorunlar, öte yandan Cumhuriyet sonrasının “medeni(civic) vatandaşlık” kavramının ilerleyen yıllarda “etnik vatandaşlık” –sadece Türklük- haline dönüştürülmeye çalışılmasından kaynaklanan sorunlar, Türkiye’yi aynı anda zorluyor . Hatta Türkiye’de henüz, 1215 Magna-Carta’dan kaynağını alan “vergi ® oy ® yönlendirme ve kontrol” denklemi bile tam kurulamamıştır. C. Vatandaşlık, toplumsal siyasi ortaklığa ilişkin bir takım hak ve ödevlerden oluşmalıdır Hukukî bir statü olan vatandaşlık, sivil, siyasi ve sosyal-ekonomik olarak üçe ayrılabilir : - Sivil statü, kişilere ilişkin temel özgürlük ve hakları belirler: Yaşama, düşünme ve düşündüğünü açıklama, inanç, haber alma vb. özgürlükleri, ve örneğin istediği kimseyle evlenebilme özgürlüğü bunlar arasında sayılabilir. Ne siyasi otorite, ne de diğer vatandaşlar bu hakları engelleyemez. - Siyasi statü, ülke içi siyasi organlar aracılığıyla iktidara katılmayı düzenler: Seçme, seçilme, toplanma, gösteri yapma, derneklere üye olma, ülkenin tüm kamu hizmetlerinden özgürce ve eşit olarak yararlanma gibi… Buradaki ortak payda olan kamu yararını, devlet artık tekeline alamaz. Vatandaşların bu tekeli kırma ve kontrol etme hakkı ve ödevi olmalıdır. - Sosyal-ekonomik statü, toplum yaşamına, toplumsal refaha ve sosyal güvenliğe katılmayı düzenler -herhangi bir meslek odasına özgürce üye olabilme hakkı gibi- ve kültürel haklar ı da içerir –vatandaşlığın uluslar üstü bir yapıya bürünmesi, kesinlikle toprak, dil ve kültüre ilişkin aidiyetlere karşı değildir, onların daha iyi korunmasını benimser-. Bu arada bu üçüncü guruba yeni nesil bazı hakları da ilave etmek gerekir ; dayanışma hakkı, çevre koruması hakkı, küreselleşmenin olumsuz etkileri karşısında kendini savunma hakkı gibi… Ayrıca, var olduğu kabul edilen toplumsal uzlaşma gereği toplumda bir arada yaşayan insanların, bu hakların kullanılmasında, geliştirilmesinde ve korunmasında birbirlerine karşı yükümlülükleri vardır -örnek olarak, yaşama hakkına karşılık trafikte ambulanslara yol verilmesi, servis şeridinin açık bırakılması gibi yükümlülükler gösterilebilir. D. Bu yeni vatandaşlık, öncelikle bir takım temel koşullara göre işlerlik kazanabilir Özgürlük, demokrasi, evrensel insan haklarına, temel özgürlüklere saygı ve hukuk devleti bu temel koşullar arasında sayılabilir. Söylendiği gibi vatandaşlık bir haklar ve ödevler bütünüdür. Yeni vatandaşlık kavramı sadece vergi ödeyen ve oy kullanan birey olmaktan öte gitmelidir . Bunun için gerekenlerden bazıları şöyle sıralanabilir: - Vatandaşların kendi hayatlarını kontrol edebilmesi - Toplumsal kaderin toplum tarafından tayini - Kültürel değerlerin korunması ve geliştirilebilmesi - Toplum içinde ve uluslararası alanda “öteki”nin tanınması ve kabul edilmesi - Düşüncelerin açıklanabilmesi ve bunun dinlenmesi - Irk, dil, din ve cinsiyet ayrımı yapılmaması - Bilme, anlama ve soru sorabilme hakkı, dünyada, ülkesinde ve yakın çevresindeki gelişmelerin farkında olabilme imkanlarına sahip olunabilmesi, bu yönde eşit bir eğitim hakkı - Kamu otoritesini kontrol edebilme ve otorite karşısında hakların korunması - Eşit ve adil yargılanma, dilekçe verme, mahkemeye başvurma, temyiz ve tazminat hakkı - Ekonomik katılığa karşı siyasi prosedürde sağlanacak geçişkenlik –Örneğin özel mülkiyet ilkesi içinde, bir hidro-elektrik santrali ile bir elektrik süpürgesi arasındaki mülkiyet anlayışında, belli bir mantık farklılığının kabul edilmesi -. - Bu prensiplerin tam olarak sağlanması ve uygulanabilmesi için öncelikle toplum içinde vatandaşlar arasında, sonra bireylerle devletler arasında ve devletlerin kendi aralarında, yine aynı ilkeler üzerinde haklar kadar karşılıklı sorumluluklarının da bulunması. - Bunların gerçekleşmesini hızlandıracak, uyumlu ve kesin bir uluslararası hukuk yapısı kurulması -Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nin tüm ülkelerce kabul edilmesi gerekiyor ancak ABD ve İsrail imzalamıyor-. E. Türkiye’nin önünde yeni vatandaşlık tanımı için bir örnek de bulunuyor Avrupa Birliği ve Birlik üyesi ülkelerde vatandaşlık konusunda yapılan çalışmalar. Ulusal vatandaşlık tanımına ek olarak oluşturulmaya çalışılan, bireylerin AB’ye aidiyetini ve AB’nin Avrupa toplumu karşısında meşruiyetini sağlamak isteyen bu yeni vatandaşlık için geniş çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalardan AB adayı bir ülke olarak Türkiye’nin faydalanması gerekir. AB çevrelerinde vatandaşlık konusu üç boyutta kendini göstermektedir: 1- Birlik Antlaşması tarafından soyut bir topluluk vatandaşı biçimi oluşturulması ve AB içinde entegrasyon sağlanması 2- Demokrasinin eksikliklerine karşı mücadele 3- Ulus üstü bir siyasi kimlik perspektifi arayışları. 92 Maastricht ve son olarak 97 Amsterdam Antlaşmaları’yla tanımlanan ve güvence altına alınan AB vatandaşlığının hak ve ödevleri için söylenebilecekler : - Özgürlük, güvenlik ve hukuk içinde olma. - Çeşitlenmiş bir egemenlik anlayışına uygun, bireysel veya toplu farklılıkları kapsayıcı hak ve ödevleri olan bir vatandaşlık –“Farklılık, çeşitlilik” günümüz demokrasi toplumunun inkar edilmez özelliği-. - Vatandaşın, kamu otoritesiyle ilişkisinde “patron” olarak kabul edilmesi –Kamu otoritesi karşısında hakların korunması-. - Vatandaşların, kendi devletlerince korunmasının yanı sıra, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve Strasbourg kurumlarıyla tekrar güvenceye alınması. - AB nezdinde dilekçe ve itiraz hakkı. - Serbest dolaşım. İstediği üye ülkede yaşama ve çalışma özgürlüğü, Avrupa Parlamentosu ve yerel yönetimler için o ülkede seçme ve seçilme özgürlüğü –yani ulus devleti aşan, daha global manâda bir vatandaşlık kurumu-. - Bir AB ülkesi vatandaşının, kendi ülkesinin temsilciliğinin bulunmadığı ülkede diğer üye ülkelerin temsilciliklerince verilen hizmetten yararlanması. - Pazar ekonomisi karşısında bireysel ve toplumsal zayıflıkların ortadan kaldırılması. - Alınacak kararlarda yerel etkinlik, vatandaşın daha doğrudan katılımının sağlanması. - Kamu hizmetlerinden eşit ve etkin faydalanma -yani servisin devamlılığı, kalitesi, ikmal güvenliği, servise ulaşmada eşitlik, kabul edilebilir bir fiyat, servisin sosyal, kültürel ve çevresel uygunluğu-. - Vatandaşlığın ulus kavramından ayrılması, uluslar üstü bir vatandaşlık kavramının ortaya çıkması. Küreselleşme karşısında, vatandaşın da küresel bütünleşme hak ve imkanlarının bulunması -uluslararası sendikalar gibi-. - AB’nin ve ülkelerin değişken geometrilerde yönetilmesi gerekliliği ve toplum kesimleriyle ilişkilerde, bizzat toplumsal yapılanmada “asimetrik idare” prensibinin benimsenmesi (Michael Keating, “What’s wrong with asymmetrical government”, Remaking the Union ). - Vatandaşlığın idari kontrol yollarına sahip olması, parlamenter işlerliğin ve kamu idari sorumluluğunun yeniden sağlanması ve sistemde şeffaflık. Not: Yeni vatandaşlık kavramının yerleştirilmesi kolay değildir. Böyle bir değişiklik için devlette ve özellikle günümüzde giderek tıkanan kamu sisteminde önemli reformlar yapılması gerekir. Ayrı bir başlık altında bu konuda yaşanan ve yaşanabilecek sıkıntılar da incelenmelidir. M. Sinan Gür’ün notu: Yukarıdaki kavramlar AB içinde değil fakat öncelikle Türkiye içinde düşünülmelidir. Türkiye’de gerçekleşmedikçe daha büyük bir boyutta gerçekleşmesi olanaksızdır. Zaten yazı AB’yi yalnızca örnek olarak vermektedir. Buna dikkati çekmek istedim. Önceki metin buraya kadar. Buradan sonra eklediğim bölüm bulunmaktadır. I - Sorunlu vatandaşlık - “Aristo’dan Rousseau’ya vatandaşlık küçük kent yaşamı sınırları içindedir” Bu iddia doğru değildir. Örneğin Roma vatandaşlığı başlangıçta bir şehir devleti vatandaşlığı olup gittikçe yayılmıştır. M.Ö. 90 yılında tüm İtalya’ya tanınmış, M.S. 212 yılında imparator Caracalla tarafından Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan herkesin Roma vatandaşı olduğu ilan edilmiştir. - “kentleştirici-modernleştirici” ulus-devlet Ulus devlet kentleştirici modernleştirici değil, kentleşme ve modernleşme sürecinde burjavazinin siyasi mücadelesinin bir sonucudur. Kentleşme süreci Orta Avrupa’da 12. yüzyılda başlamıştır. Fransa Fransız İhtilali zamanında bir tarım ülkesidir. - “Ulus, uluslararası hukukun kabul ettiği bir devletin halkına dahil olmayı düzenler.” Hayır, ulus bir insan topluluğunun ayni kaderi paylaşma bilinciyle devleti kuran ortak iradesidir. Devlet olmak için Uluslararası Hukukun devlet tanımına uyan bir devletin ortaya çıkması, sadece o devletin vatandaşlarına bir takım hukuki statüler kazandırabilir. Ulus ve halk ayrı kavramlardır. Halk bir ülkede yaşayan vatandaşların bütününü, ulus ise o halkın siyasi bütünlüğünü tanımlar. - “Tüm siyasi ortaklığın amacı doğal ve değiştirilmez hakların korunmasıdır.” Burada ‘sosyal sözleşme’ kuramına bir atıfta bulunulmuş. ‘Doğal ve değiştirilmez haklar’ deyiminde herhalde bir çeviri hatası var. ‘Değiştirilmez’ deyimi ‘vazgeçilemez, devredilemez özgürlükler’ olarak anlaşılmalıdır. Burada anlatılmaya çalışılan, sosyal sözleşme kuramına göre, kişilerin toplumsal barışı sağlamak için bir takım özgürlükleri devlete devretmeleri, bazılarını devretmemeleri. Örneğin insan onuru devredilemez bir haktır. - “Bir hukuki statü olan vatandaşlık, hukukçular tarafından uzun süre ulus ile aynı anlamda kabul edilmiştir.” Burada iki devlet kuramı birbirine karıştırılmaktadır. ‘Modern Devlet’ kuramına göre, devlet Yeni Çağ’da egemenlik kavramının Bodin tarafından tanımlanması ile ortaya çıkar. Daha önceki devletler devlet olarak sayılmazlar. Diğer kurama göre devlet bir toplumdaki siyasi örgütlenme ile başlar. Hukuki statü olarak ‘vatandaşlık’ kavramı her devlette mevcuttur, mesela Atina demokrasisinde ya da Roma İmparatorluğu’nda. Sanırım burada ‘vatandaşlık’ kavramı kullanılarak ‘yurttaşlık’ kavramı kastedilmiştir. Aydınlanma Çağı ile birlikte teba olmaktan kurtulan, devlete karşı haklarını koruyabilen ve yönetimde yer alabilme hakkına sahip kişiyi tanımlayan bir kavram ortaya çıkmıştır, Türkçe’de bu kavram en iyi yurttaşlık kavramı ile karşılanmaktadır. A. Zaman içinde dünya üzerinde yaşanan bazı değişimler nedeniyle ulus, devlet ve vatandaşlık arasındaki bağ zedelenmeye başlar. - Almanya’nın birleşmesi ulus devlet kavramını zayıflatmamıştır. Tam tersi Batı Almanya’nın savunduğu Doğu Almanya vatandaşlarının da kendi vatandaşı olduğu doktrini gerçekleşmiştir. - Avrupa Birliği ulus devletlerin gerilediğini kanıtlamaz. Avrupa’daki ulus devletler kendi egemenliklerini sınırladıkları derecede yeni bir ulus devlet oluşmaktadır. Böyle bir gelişme dünyanın başka hiç bir yerinde yoktur. Avrupa Birliği sürecini genelleştirerek bir iddia ortaya atmak yanlıştır. B. Vatandaş kimliği bekleneni veremiyor - Başlıkta “kimlik” sözcüğü hatalıdır. Burada ‘vatandaşlık kavramı’ demek daha doğru olurdu. - “dünyada yaşanan köklü ekonomik ve sosyal değişiklerle beraber artık bireyleri tatmin eden bir kimlik kaynağı olmaktan çıkmaktadır” Bu bir iddiadır ve burada gerekçelendirilmemektedir. - toplumsal uzlaşma ve uyumun bozulması, seçilme hakkının sözde kullanılamaz hale gelmesi iddiaları ile vatandaşlık kavramı arasında doğrudan bir sebep sonuç ilişkisi olduğu kanıtlanmamaktadır. - Burada temsil ve katılım, güvenlik hakkı, azınlıklar gibi birçok kavram ‘vatandaşlık’ kavramı altında incelenmektedir. Fakat bu kavramlar daha çok anayasal düzen ile ilgili olan ‘vatandaşlık’ kavramının çok ötesinde kavramlardır. Bu incelemeler daha geniş bir kavram altında yapılmalıdır. II – Yeni bir vatandaşlık anlayışına doğru A. Global-sektöriyel ilişki Bu sektörler neye göre belirlenecektir? - “Modelin yapı taşı, bu sektörlerin her biri ile kamu alanını teşkil eden global alan arasındaki ilişkidir.” Kamu alanı hangi kamunun alanı olacak? ‘Global alan’ ile bütün dünya mı kastediliyor? ‘Kamu’ kavramı siyasi bir kavramdır. Küreselleşmenin getirdiği iletişim ve ticaret olanakları bir kamu alanı yaratmaz, dolayısı ile “kamu alanını teşkil eden global alan” olamaz. - ‘Merkezdeki global sektörün atıfta bulunduğu kurallar ve temsil sistemi herkesi kapsar, sınırlandırır. Bu merkez nerededir? ‘Global sektör’ diye bir kavram olmaz. ‘Sektör’ bütünün bir parçasıdır, buna karşın ‘global’ sözcüğü küre olarak bütünü betimler. Bu kurallar ve temsil sistemi nedir? - “Bu, toplumsal bir ahengi ve uzlaşmayı amaçlayan bir kamusal kurallar sistemidir.” Siyasi irade olmadan kamu kuralları oluşamaz. Hangi siyasi irade bu kurallar sistemini koyacaktır? B. Referans zemini değişirken, düşünce kalıplarının ve normların da değişmesi gerekir. - “ ... Pazar referansları önemlidir. Vatandaşlık müessesesi de buna göre yenilenmelidir.” Bu ne demek? Üretime katılmayan, pazarda satın alma gücü olmayan ya da az olanın hak ve özgürlükleri neye göre belirlenecek? Yoksa kredi kartının limiti oy hakkını mı belirleyecek? - “Ve bu durumda, yerel-küresel arasında ulusalı bazı noktalarda dışlayan yeni bir referans zemini ortaya çıkar.” ‘Ulusal’ dışlanması demek üstkimliğin dışlanması demektir. Bu halde devlet ile birey arasındaki vatandaşlık bağı ortadan kalkar. Anlaşılan bu yazıda yeni bir vatandaşlık kavramını tartışmaktan çok, vatandaşlık kavramını ortadan kaldırmak için bir takım gerekçeler ileri sürülmektedir. - Cumhuriyet sonrasında vatandaşlığın etnik vatandaşlığa dönüştürülmeye çalışıldığı tezine katılmıyorum. Yasama, yargı ve idare alanlarında etnik ayırım yapıldığına dair gerekçeler bu yazıda ortaya konmamış. C. Vatandaşlık, toplumsal siyasi ortaklığa ilişkin bir takım hak ve ödevlerden oluşmalıdır. Burada vatandaşlık kavramını sivil, siyasi ve sosyal-ekonomik olarak üç bölüme ayırmak hem hatalı, hem de belirsiz bir ayırımdır. 1. Sivil statü: Kişilere ilişkin temel hak ve özgürlüklerin belirlenmesi tamamen siyasi bir ilişkidir. Burada devlet ile birey arasındaki ilişkiler belirlenir. 2. Siyasi statü: Yetersiz bir kavramdır. Çünkü birey-devlet ilişkilerinin belirlendiği alan zaten siyasi bir alandır ve bireyin bu alandaki statüsü her zaman siyasi bir statüdür. 3. Sosyo-ekonomik: Neden böyle bir ayırım yapılıyor? Örneğin sosyo-ekonomik statü yerine neden kültürel statü denmiyor? Eğer bir kavram başka bir kavram tarafından kolayca değiştirilebilecek ise, demek ki bu kavram belirgin değildir ve bu kavrama ihtiyaç yoktur. Burada anlatılmak istenen Anayasa Hukuku’nda hak ve özgürlüklerin tarihsel gelişim sürecidir. Hak ve özgürlükler önce Avrupa’daki mutlakiyetçi devletlere karşı bireyin kendisi koruyabilmesi için tanınan anayasal haklardır. Daha sonra burjuvazı iktidarı ele geçirmek için, bireyin devlet aygıtına katılma, devleti yönetmek hakkını talep etmiştir. Son gelişmeler, özellikle Alman Anayasa Hukuku’nda bireye devletten hizmet talep edebilme hakları vermiştir, örneğin eğitim, sağlık gibi haklar. D. Bu yeni vatandaşlık, öncelikle bir takım temel koşullara göre işlerlik kazanabilir. - “Toplum içinde ve uluslararası alanda ‘öteki’nin tanınması ve kabul edilmesi ‘Öteki’ kavramı hukuki değil sosyolojik bir kavramdır. Bu kavramın kullanılabilmesi için çok iyi tarif edilmesi gerekir. E. Türkiye’nin önünde yeni vatandaşlık tanımı için bir örnek de bulunuyor. Avrupa örneğini kabul edemem. Avrupa Birliği bir çok devletin kendi egemenliklerini sınırlayarak oluşturdukları uluslarüstü bir örgüttür ve artık uluslaşma sınırına gelmiş bir kurumdur. Bunun Türkiye’deki birey-devlet ilişkisi, yada vatandaşlık kavramı ile ne alakası var? Süreç açısından da Avrupa Birliği’ndeki vatandaşlık ile ilgili gelişmeleri Türkiye’ye taşımak doğru değildir. Çünkü üye ülkelerdeki gelişmeler, ne zaman üye olacağı belirsiz, aday statüsü bile tartışmalı, sürekli oyalanan bir ülkeye nasıl aktarılabilir? SONUÇ: Maalesef verimli bir eleştiri yapmam mümkün olmadı. Çünkü bu çalışma, tanımlamaların eksik olduğu, muğlak kavramların kullanıldığı, gerekçelendirmenin yetersiz kaldığı ve düşük cümleler ile dolu bir çalışma. Bu çalışmanın asıl sorunu ‘vatandaşlık’ kavramının kullanılması, fakat ‘yurttaşlık’ kavramının tartışılmasından kaynaklanıyor. ‘Vatandaşlık’ denilince akla “Vatandaşlık Kanunu”, bir devlet ile birey arasındaki vatandaşlık bağı, bunun yanında ‘yabancılık statüsü’ geliyor. Burada tartışılan konu ise birey ile devlet arasındaki siyasi ilişki, dolayısı ile Kamu Hukuku’nun konusu olabilecek bir tartışma. YORUM Anladığım kadarıyla, Türkiye tek taraflı olarak gümrük birliğine bağlandıktan ve hatta ayni şekilde Avrupa para birimine katılması önerildikten sonra, bazı kişiler vatandaşlık kavramını tartışmaya açarak, merkezi otoriteyi dışlayıp, bir ‘müstemleke vatandaşlığı’ kabul ettirmeye çalışıyorlar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |