Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Ya üç,ya dört!...Aslında daha öncesine ait anımsadıklarım da vardı:boz bulanık....Emeklediğimi hatırlıyorum desem,biliyorum kimse inanmayacak.Yalan söylemiyorum,çünkü;hala emekliyorum... Fakir bir ailenin,beş çocuklu, ahşap bir evinde geldim dünyaya.Babam gezici marangozdu ama, zor yıllar olmasından dolayı iş bulamıyordu yakın çevrede.Bu yüzden yanımızda değildi çoğu kez.Babam; çay,şeker,yağ,parası kazansın diye evin bütün işlerini annem sırtlanıyordu bundan böyle.Çift sürmek,harman kaldırmak,hayvanlara bakmak,eve odun temin etmek,beş çocuğa analık yapmak,onlara kol kanat germek hep anneme düşüyordu. Vurmalı tutmalı bir kadındı annem ve işinin üstesinden gelmesini de çok iyi bilir di doğrusu...Ne yapar,ne eder her işini zamanında bitirirdi.Ortadan uzun boyluydu,upuzun saçları vardı.Yürürken kalçalarını döverdi örgüler.Giydiği her şey yakışırdı.Zaten çok giyeceği de yoktu aslında. Değiştirim yapacak kadar giysi işte...Sanırım,o yıllarda herkes böyleydi. Çoğu kez sert bir görünüşe sahipti annem.Bu görüntünün altında taşıdığı yumuşak yüreğinin farkındaydık biz beş çocuk.Anlaşılan babamı da çok seviyordu.Bunu evlendikten sonra daha iyi anladım.Sevmeseydi eğer,ondan beş çocuk doğurup,sonra da aileyi taşımak gibi bir ağırlığın altına atmazdı kendini.Tabii bunda o yılların ahlak kurallarına;namusa,şerefe bağlı olmanın payı da vardı şüphesiz..Hem hiç tanık olmadım evimizde ‘kavga’ denen olaya.Demek ki annem, sert mizacını dışarıya karşı kullanıyor,evde munis bir kediye dönüyordu.Ona hayran olmamak mümkün değildi doğrusu!... Babam işinden dolayı çoğu kez yoktu aramızda. Ankara,İstanbul gibi şehirlere gidiyor,aylarca gelmiyordu.Bunu daha sonra, onun ağzından da dinledim.Hem yapı,hem ahşap işlerinden anladığı için,bir grup arkadaşı ileberaber hastane, postane,otel inşalarında çalıyordu.Ne kazanıyordu,ne kadar kazanıyordu?Bunu hiç sormadım babama..Zaten paranın ne anlama geldiğini bilmediğim için önemi de yoktu...Önemini anladığım yıllarda ise babam yanımızdaydı artık.Anlaşılan evinden,eşinden,çocuklarından ayrılmak istemiyordu.Evimizin yan tarafına yaptığı ‘koruluk’ denen çatının altına tezgahını kurmuş,polonyasını da yerleştirmişti.Orada kapı,pencere,dolap,tekne gibi ufak tefek şeyler yaparak,evimizin harçlığını çıkarıyordu.Daha önceleri sadece özlüyordum babamı,şimdi ise tanıyor,tanıdıkça seviyordum da...Yumuşacık bir yüreğe sahipti.Yaptığımız hiçbir şeye kızmazdı.Biz de şımarmazdık onun bu tutumu karşısında.Zaten ‘şımarmak ne’ bilmezdi o zamanın çocukları..Fakat aşırı bir saygımız da vardı ona.Nereden,nasıl kaynaklandığını sorarım kendime bu saygının. Şimdiki çocuklara bakıyorum da hiç bize benzemiyorlar.Onlardan umudumu falan kesmiş değilim,asla!..Çünkü ‘onları biz yetiştirdik,gelecekte bir şeyler beklemek de hakkımız olmalı’ diye düşünürüm her zaman...Kınama gibi bir hakkımın olmadığını da...Aslında bu durumu kabullendiğimizi gören yeni kuşak;kilere giden deliği keşfetmiş fare gibi yararlanmasını iyi biliyor doğrusu..Ne denir:Akıllı kuşak!....Akla gelmedik şeyler istiyorlar,biz de alıyoruz.İllaki de olacak her istekleri..Hele bir “olmaz,bunu alacak gücümüz yok” de bakalım gör olacakları..Ama diyemeyiz işte!..Dediğimiz anda geçmişte yaşadığımız yokluklar gelip oturuverir yüreğimize;’olur!tamam!..’deriz gene de..Sözde kendimizi kurtarırız işlediğimiz kötülükten. Hiç unutmam;ellili yıllardı;ben yine dört beş yaşlarımda,zayıf,incecik yüzünden gülüşü eksik etmeyen,biraz da duygulu bir çocuktum.Yaşıma göre uzun,kumral,kalın saçlarım vardı.(Ağarmasına ve kesilmesine rağmen hala böyledir)Annem hep örgülü tutardı onları;hem de zencilerin saçları gibi çok sayıda örgülerle...Örgüler ta kaşlarımın üzerinden başlar,uçlarına kadar devam ederdi..Bir daha ki banyo zamanında çözülmek üzere,öylece gezerdim.En az on beş gün desem, şaka gelir şimdi..Babam, dini konularda duyarlı biri olduğu için başımızı da örttürürdü bize.”Günah olur,derdi;kızlar başını açmaz!..” Şimdiki boyalı,permalı,röfleli,kesilmiş ,başı açık halimizi görse ‘ne der’ acaba diye düşünürüm.Ama benim babam “kızlarım böyle de güzel,onları gene seviyorum,iyi ki benim günah bilip söylediğim şeyleri öğrenmemişler” derdi.Çünkü benim babam;tanrıya yakın olduğu kadar,insana da yakındı!..Onu özledim!.. Bu son cümlemi yazarken, toprağın altına doğru kaydı duygularım.Kendimi tutamayıp ağladım.Zaten ben,bebekken de çok ağlarmışım.Belli ki isyanlarım vardı dünyaya insan olarak gelmekten yana..’Kimse bilememişti bunu, benden ve tanrıdan başka’ desem,yalan söylemiş olurum.Aklım erdikçe,hesaplaşmalarım arttıkça yani, uzaklaşıp gittim tanrıdan...Kendi cehennemimi kendim yarattım sonunda.. Not:Devam edecek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tayyibe Atay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |