Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Baba, oğlunun elinden tutmuş, diğer elinde de çocuğun okul çantasını taşıyordu. Meydan ıssız sayılırdı. Tek tük arabalar, birkaç satıcı o kadar... Zayıfça, uzun boylu baba hızlı adımlarla yürüyor, çocuk ta ona ayak uydurmağa çalışıyordu. Yolcu vapuru seferleri kapanmıştı. Arabalı vapura yetişmeliydiler. -“Yolumuz uzayacak ama başka çare yok.”Dedi baba. Çabucak biletleri alıp, arabalı vapura bindiler. Baba görevliye sordu, kalkmaya on dakika daha varmış. Bütün ışıkları yanan vapurun sol taraftaki merdivenlerinden yolcu güvertesine çıktılar. Yolcu salonu ışıl ışıldı. Geniş, deri koltuklarda birkaç insan göze çarpıyordu. Bu saatlerde kalabalık olmazdı. Bu vakitlerin yolcuları da aşağı yukarı belli idi zaten. Üsküdar'daki bir meyhanede kafayı çekip te evine geç kalanlar, Beyoğlu'na eğlenmeye gidenler ve oralardaki sazlı sözlü eğlence yerlerinde çalışan Selâmsız'lı çalgıcılar ile çengi kızlar, bazen de birkaç inşaat amelesi.. Bir koltuğun cam kenarına oturdular.Arabalı vapurları daha çok severdi çocuk.Hep böyle ışıl ışıl olmalarından mı?Kocaman cüsseleri,iki taraflarındaki inip kalkan kapaklarıyla kocaman bir oyuncağa benzediklerinden mi bilinmez ama, arabalı vapur, yolcu vapurundan daha keyifliydi. Çocuk camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Dokuz on yaşlarında vardı. Esmer, kavruk haliyle olduğundan da küçük görünüyordu. Babasının sesiyle adeta uyandı. -Bir şey içer misin oğlum? Elindeki tepside çay bardaklarıyla garson dikiliyordu başlarında. Kısadan cevapladı çocuk. -Yok baba, istemiyorum. Başka zaman olsa kaçırmazdı oysa. Arabalı vapurun keyfini tam çıkarırdı doğrusu. Ama şimdi, canı hiçbir şey istemiyordu. Nasıl istesin ki ? Çok sevdiği Üsküdar'dan, okulundan ayrılıyordu. Belki de buraları bir daha göremezdi. Hiç olmazsa son defa doya doya seyretmek istiyordu. Eğrikapı diye bir yere taşınmışlardı. Evleri, ailesi gitmiş,onu bir akrabalarında geçici olarak bırakmışlardı. Akrabalarının evinden gelip gitti okula . Anne,babasını, kardeşlerini çok özlemişti. Ona çok uzun gelen bir hafta geçirmişti böylece... İşte bu akşam da, babası onu almış, kendi evlerine götürüyordu. Evlerine, annesine gittiği için seviniyordu tabi ki. Ama şu anda buralardan, okulundan ayrılmanın üzüntüsü ağır basıyordu. Hareket düdüğünün keskin sesi duyulduğunda karşılarına iki adam geldi. Orta yaşlarda paltolu, kravatlı efendi görünümlü bir adam. Diğeri de kazağının üstüne siyah bahriyeli kaputu giymiş, başındaki berenin altında bembeyaz saçları ve pos bıyıkları ile balıkçıya benzeyen, babacan görünümlü biri... ''Merhaba'' deyip, oturdular. Babası da karşılık verdi. Çocuk seslere döndüğünde balıkçıyı andıran adamla göze geldiler.''Ne haber''gibilerden ,çocuğa bir göz kırptı. Boynunu hafifçe yana eğip, utangaç bir şekilde cevap verdi bu selâma. Arabalı vapur hareket etmişti, tekrar dışarıyı seyretmeye koyuldu. Camdan, Şemsipaşa'nın tek tük ışıkları görünüyordu . Ne güzel bayram yeri kurulurdu burada ... Salacak sahilleri az ilerdeydi. Çocuk,sahilin bu görüntüsünü yutup, saklamak istercesine bakıyor du dışarıya . Kızkulesi'nin kırmızı renkli yanıp sönen feneri de görünüyordu şimdi... -Bu kızın da ne kadar acı bir kaderi varmış. -Öyle, fakat ölümden kaçış yok ki. Kızkulesi'ndeki kızın hikayesinden bahsediyorlardi. Biliyordu hikayeyi, annesi anlatmıştı. Dışarıyı seyrederken, bir yandan da dinlemeğe başladı. -Elbette,orası öyle. Ama ben ölümünden değil, sonrasından bahsediyorum. Bu hikaye bilinmez pek.. Adam, tabakasından bir sigara çıkarıp, ağızlığına taktığı anda çocukla göz göze geldiler. Ağızlığı tutan elini çocuğa doğru uzattı. Duyulur duyulmaz bir sesle, ''Dinle bu hikayeyi delikanlı'' dedi. Babası bu kızı kuleye kapattığında kızın bir sevdiği varmış. Sevdiğinden ayrılmak onu çok üzmüş. Bunun için babasına yalvarıp yakarmış, ama nafile. Babası kızının mutluluğunu istermiş, fakat...”Dışarıda yılan tarafından sokulup öleceğine sevdiğin den uzak olsun ama canının sağlığı yerinde olsun.'' dermiş. Baba yüreğİ, böyle bir karar almağa mecbur etmiş kral babayı. Sevdiği ise, kız kuledeyken, kayıkla kulenin civarında dolaşırmış. Onu görebilmek için, devamlı kulenin pencerelerine bakar durur, oralarda daha çok kalabilmek için de balık tutarmış. Birbirilerini ancak böyle uzaktan, belli belirsiz görebilirlermiş. Kız yılanın sokmasıyla ölürken, öldüğüne değil sevdiğinden ayrılıp, onu bir daha göremeyeceğine yanmış. Onun bu sevgisini bilen yüce yaratan, bazı zamanlarda sevdiğini aramasına izin vermiş. Kız öldükten sonra, kimi geceler kendisini sokan yılan kılığında kuleden çıkar ,denize dalarmış. Denizde bir balık olup, sevdiği genci ararmış oralarda. Sevdiği aklında öyle kalmış çünkü. Kulenin yakınlarında balık tutarken... Sevdiğinin yüzünü hatırlama izni yokmuş, ancak akıllı, iyi yürekli birisi olduğunu bilirmiş. Kız, kulesinin civarında balık tutanlar arasında ararmış, sevdiği genci.''Sevdiğim belki budur.'' Deyip bilerek yutarmış, denizde sallanan oltalardan birinin iğnesini. Olta çekilir ve kayığın içinde bulurmuş kendini. Balıkçı ağzındaki iğneyi çıkarıp ta diğer balıkların yanına atınca, hemen dile gelirmiş. -Beni yakaladın.Fakat ben yaşamak istiyorum.Bana bir fırsat ver,ne olur. Hem de tek bir şartla. Adamın aklını denemek için de hemen şartını söylermiş. -Sana bir soru soracağım. Bilemezsen beni denize bırakırsın. Bilirsen de zaten seninim, elindeyim. Gece boyunca yalvarır dururmuş. Adam yalvarmalarına aldırış etmezse, sabah olmadan tekrar yılan olup, görünmeden kayıktan çıkar ve kulenin yolunu tutarmış. Bu balıkçılar, sabahleyin şaşkınlıkla balıklarının eksilmiş olduğunu görürler, buna bir anlam veremezlermiş. Bazı balıkçılar teklifi kabul eder, fakat soruyu bilemeyince sözlerinden döner, onu denize bırak mazlarmış. Saatlerce yalvarırmış sözlerini tutmaları için. Lâkin faydası olmazmış. O zaman kız, aniden yılan olup adamı sokar ve hızla kayıktan kaçarak kulesine gidermiş. Böyle balıkçılar, sabahle- yin korkudan dili tutulmuş bir vaziyette ve kayıkları bomboş olarak sahile gelirler, başlarından geçeni el kol işaretleriyle anlatmaya çalışırlarmış. Balıkçıların kimileri de insaflı olurmuş. Bunlardan bazıları: . -Ey konuşan balık, bende o soruyu bilecek akıl olsaydı, zaten gecenin bu vaktinde, bu soğukta burada balık tutuyor olmazdım. Bu işte bir hikmet var ama anlayamadım. Madem ki yaşamak istiyorsun, haydi sana güle güle. Bazı balıkçılar da, gecedeki yalnızlığını paylaşacak birisi çıktığı için sevinçli... -Sor bakalım sorunu. Söz,bilemezsem seni bırakacağım. Soruyu bilemeyince de : -Ne yapalım, soruyu bilemedik. Haydi uğurlar ola. Deyip onu denize bırakırlarmış. Bu insaflı balıkçılar, kayıkları tepeleme balık dolu olarak sahile dönerlermiş. Balıkçıların hepsi de akılsız değilmiş, tek tük te olsa soruyu bilen çıkarmış aralarında. O zaman işler değişirmiş. Balık heyecanla cevabı dinler, adam soruyu bilince de... Yüreği küt küt atar ve öyle bir kız olurmuş ki... Tarifsiz güzel. Ayın ondördü gibi. Bakmaya kıyamazsın. Balıkçı şaşkın şaşkın sorarmış. -İn misin, cin misin? Gecenin bu vakti nereden geldin böyle? Kız, kuleyi göstererek... -Ne inim, ne de cin. İşte oradan geldim. Evim orası benim. Ben senin sevgilinim.Sen de benim sevdiğim adamsın. Seni uzun zamandır arıyordum. Sonunda buldum. Bundan sonra hiç ayrılmaya cağız. Yine eskisi gibi çok mutlu olacağız. Gece boyunca adama sarılır, saçlarını okşar, koklarmış. Yıldızlara bakarak adamın elini tutar, alçak sesle şarkılar söylermiş. Adamın hiç bilmediği, tanımadığı şarkılar... Adam da kendini bu duygu seline bırakır, kızın sevgisine karşılık verir ve çok mutlu olurmuş. Gün doğmak üzere iken, kız uyuklayan adamı uyandırıp, sorarmış. -Gerçekten sen o' sun değil mi? Sevdiğim adamsın değil mi? Bundan sonra hiç ayrılmayacağız değil mi?Sen de beni çok seviyorsun değil mi? Gecenin büyüsünden sıyrılmış olan adam, düşünceli bir şekilde cevap verirmiş. -Güzel kız, yazık ki aradığın sevgilin değilim ben. Dün gece beni büyülemiştin adeta. Çok mutlu oldum. Fakat seninle sonuna kadar birlikte olamam. Seni bir ömür boyu sevemem. Seni kandırmak istemiyorum kusura bakma. Bu cevabı duyan kızın yüzü gölgelenir ve... -Pekiyi. Biraz arkanı dön. Adam arkasını döndüğünde, hemen yılan olup kayıktan çıkar ve çok üzgün bir vaziyette, kulesine gidermiş. Adam geriye döndüğünde, bir bakarmış ki kız yok. Şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durur,bir şey göremezmiş. Sadece, kayığın küpeştesinde iki damla gözyaşı olurmuş, o kadar... Böyle balıkçılar divane gibi sahile dönerler, günlerce hiçbir şey konuşmazlar, dalgın dalgın dolaşırlar, kendi kendilerine konuşup,''Yok canım rüyaydı herhalde’’ derlermiş. Gördüklerinin rüya olduğuna inanırlarmış. Hayli uzun zaman sonra konuşup, kayıkta gördüklerini, bir masal gibi anlatırlarmış. Kız, bu olanlara çok fazla üzülmez, insanların insanlıklarına verirmiş. Güçlü bir kızmış o... İnsanların zayıf taraflarını bilirmiş. Sevdiği adamı bulamadığına yanar, ama onu bulma ümidini hi, kaybetmez miş. Başına gelen bu olaylara karşın, sevdiğini bir gün mutlaka bulacağına inanırmış. Onu çok üzüp ağlatan başka bir şeymiş. İşte o zaman ağlamayıp, içinde sakladığı her şey için ağladıkça ağlarmış. Balık halindeyken, neşeyle bağırarak çekermiş onu kayığa adam. -Ooo,gel bakalım. Ne güzel şeysin sen. Soruyu da, bir güzel bilirmiş. Kız, o güzel haliyle ortaya çıkınca da diğerleri gibi o da bu işe şaşarmış. Gece boyunca kızla çok mutlu vakit geçirir, o da kızı sevdiğini söylermiş. Her haliyle çok mutlu olurmuş. Sabah olmadan, kız son kez adama sorarmış. ''Aradığım sevgilim sen misin ? Beni sonsuza kadar sevecek misin?''diye. Adam hemen cevabı yapıştırırmış. -Elbette aradığın sevgilin benim. Seni sonuna kadar seveceğim. Fakat kız ,adamın yalan söylediğini anlarmış. Adamın bu cevabından sonra; Yüzü aniden değişir ve korkutucu bir sesle, sadece; -Ya, demek öyle. Dermiş. Bunu der demez, biranda yılan olup adamı sokar ve bu sefer zehirini de akıtırmış. Adamın cansız bedenine yılan gözleriyle son kez bakıp, hemen kayıktan çıkar ve kulesinin yolunu tutarmış. Bu zamana kadar olanlara pek aldırmayan kız, işte böyle olduğu zamanlarda öyle üzülür, öyle ağlarmış ki. .. Gözünün yaşı günlerce dinmezmiş. İnsanların mal ve para hırslarına, yalancılıklarına, küçük çıkarların peşinden koşmalarına, birbirilerini kandırmalarına, sevdiğini bulamadığına, acı kaderine... Hepsine birden ağlarmış kız.. Bu zamana kadar içinde biriktirdiği her şeye ağlarmış. Kulesine giderken döktüğü gözyaşları sel olup, denize karışırmış. Kızın gözyaşlarından deniz köpürür ,kaba- rırmış. İşte böyle zamanlarda Kızkulesi önündeki akıntı şiddetlenir, hızı artarmış. Bazı yaşlı denizciler farkedermiş bunu. Kızkulesi'ndeki kızın yine çok üzülüp, ağladığını anlarlarmış. Şiddetli akıntıda bir yandan gemi lerini selâmetle götürmeye çalışırken, onun acı kaderine üzülüp, sevdiğini bulması için dua ederlermiş. Böyle gecelerde denizden gelen bir ses duyulurmuş Salacak sahillerinde. Acı acı ağlayan bir kız sesi... -Oğlum kalk haydi, geldik. Çocuk gözlerini açtı, şaşkın şaşkın etrafına bakındı. -Hikayeyi anlatan adam nerede baba? Balığın sorusu ve cevabı neydi acaba? Onu soracaktım. -Hangi adam oğlum? Rüya gördün herhalde. Çabuk ol, vapurda kalacağız bu gidişle… EYLÜL 2003 İstanbul
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Şakarcan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |