Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Biliyorum, her şey o yaz günü başladı. Yazları, Şarköy’de sezonluk ev tutar, ailece tatil yapardık. Sanırım bu işe en çok sevinen de, o zamanlar 7-8 yaşlarında olan oğlumdu. İstanbul’da binemediği bisikletine biner, bütün gün deniz, yaşıtı çocuklar bolca mevcut… Sıkıcı bir gündü. Plajda eşim ve oğlumu bırakıp, kendi başıma aylak aylak dolaşmaya başladım. O saatte serin olan çarşıda gezindim. Sonra da, sahildeki uzun yürüme yoluna geldim. Yolun sonlarına doğru, bir ağaç gölgesi altındaki bank, öğleden sonrası ıssızlığı, sakinliği ve karşımda deniz… O dönemde ortopedi ameliyatı geçirdiğimden koltuk değneği kullanıyordum. Zor günler geçirdiğim bir dönemdi… Yorulmuşum, oturdum. Dalıp gittim denizin maviliğine ve kendime, keşkelerime, pişmanlıkla rıma, yitirdiklerime, özlemlerime doğru… Denizi mi özlemiştim? Yoksa eski günlerimi mi? Yola çıkarken niyetim, aslında buraya mı gelmekti ? Yoksa, tesadüfen mi oturup kaldım.? Denizle mi konuştum? Yoksa, içimdeki küllerle mi? Bilmiyordum… Sadece, özel bir an yaşadığımı biliyordum. Güzel başlayan konuşma kavgaya, hesaplaşmaya dönüştü. Ayartıcı, tatlı bir bakışı görünce de, içim alevleniverdi. Olsun, o bir anlık alev bile güzeldi. Ayrılırken, sıkı bir kavgadan çıkmış gibiydim. Birkaç gün, bu konuşmayı düşünüp durdum. Bir yıl sonra, bilgisayar aldık. Bu konuşmayı yazmalıydım. Uzun uğraşlar sonunda ‘’Word’’ de bir yazı yazmayı öğrendim ! İlk göz ağrım, bu öykü oldu. Adını da, mahçup aşıkların yaptığınca, ‘’Bir Karşılaşma ‘’ koydum. Sonra, içimde uyuyan bir virüs mü uyandı nedir? Ardından bir öykü, daha yazdım. Okumaya meylimiz malum. Ama yazmak deyince, resmi evrak ve dilekçeden başka kalem oynatmışlığımız yok. Kendimce çabalarla, devam etmeye çalıştım. İzedebiyat sitesini , 2008 yılında keşfettim! Sınırlı bilgisayar becerim ile, bir yazımı sitedeki sayfaya nakletmek uzay problemi gibi gelmişti. Şimdi, o halime gülüyorum tabi… Sitede, öykümü ilk gördüğümdeki duygularım ise, ancak çocuğumun gülüşünden alabileceğim bir mutluluktu. Çanakkale’de belediyenin açtığı dramatik yazarlık atölyesine kayıt oldum. Çok güzel bir ortamda, haftada iki saat bir araya geldik. Yazdıklarımızı okuduk, üzerinde tartıştık . Çeşitli öyküler, yazarlar üzerine konuştuk. Öykü yazmamız istendi. Sipariş ile, ilk kez bir şeyler yazmış oldum. Evvelce dinlediğim bir olayı, öykü olarak yazdım ve bir anlamda, yazarlık konusunda boyumun ölçüsünü almış oldum. Öykümü okuduğumda, herkes gülmekten bayılacaktı ! Kolay iş miydi yani? İstanbul Boğazı’nda, güzel bir yaz gecesinde seyreden küçük bir gemideki sarhoş gemici, Yeniköy’de gördüğü geminin azametinden ürkecek. Sonra da, aklının kendisine oyun oynaması sonucu, aynı geminin kendilerine çarpacağını sanarak, Haliç’te kendisini denize atacak. Kurtarmak isteyen gemi personeline de’’ Haydi atlasanıza’’ diye bağıracak ve Haliçte, hiçbir tehlike yokken denize atladığına inanmayacaktı. Bundan ala öykü olur muydu ? Yazıp bitirdim. Adına da ‘’Heyula Gibi Gemi’’ dedim. Atölyede heyecanla okumaya başlarken, birazdan gelecek kahkahala rı düşünüp keyifleniyordum… Okudum, bitti. Herkes yüz felci geçirmiş gibi. Kimsenin, gülmeden vazgeçtim, gülümsediği yoktu. Tam bir hayal kırıklığı idi… Benden hayli genç hocamız, özenli sözlerle öykünün, okuyanı içine almadığını, olayı uzaktan izlemiş gibi olduklarını söyledi. Oysa, okuyan kendini geminin içinde hissetmeliydi. Yazdığımın bir mizah öyküsü olduğunu söyleyince, ancak bir iki gülümseme oldu. Moralim bozulmuştu. Bir ara yazı ile ilişkimi, eski seviyesine çekmeyi de düşündüm. Neme gerekti öykü, deneme yazmak… Hele, bu yaştan sonra…Eşe dosta dilekçe, vergi iade zarfı yazarak idare et gitsin … Ama olmadı, içimdeki sesler, bir türlü izin vermedi. Yazma konusunda ilk öğrendiğim şey, olay nakletmek ile, öykü yazmanın farklı şeyler olduğu idi. Atölye arkadaşlarıma da önemli bir katkı sağlamış oldum. Sayemde, bir mizah öyküsünün nasıl yazılmayacağını öğrendiler ! Anlayana, az katkı değil hani ! Öykü yazmanın sistematiğini ucundan da olsa, görmeye başladım. Eh, gerisi de Allah vergisi… Yani bir tekerlek buldum, geriye kaldı üç tekerlek ile bir araba… Bu dolambaçlı yoldan çıkacağım yok… Nerede olduğumu, nereye gittiğimi, nereye gitmek istediğimi, nereye gidebileceğimi bilmeden… Sadece, yüreğimin her bir köşesinden gelen, farklı sesleri dinleyerek yürüyeceğim. Kimi mahzunca bakıp fısıldıyor, kimisi hükümran, sırtımdan itip duruyor, kimisi uzaktan göz edip kışkırtıyor. Hepsi de, ‘’Beni yaz, beni yaz ‘’ diyor… Temmuz 2009 Çanakkale
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Şakarcan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |