Hayaller olmasaydı, umutlar dünde kalırdı. - Dolmuş atasözü |
|
||||||||||
|
Bu hikâye evcilik oyununu anlatan hikâye değil. Bu hikâye sevgilicilik oyunu hikâyesi. Evcilik oynar gibi başlayan… Bir yaz mevsimi nasıl olurda hem en güzel mevsim, hem de en kötü mevsim olabilirdi. Olmuştu işte. Hayatımın en güzel ama aynı zamanda en kötü mevsimi olacaktı… Lise son sınıftaydık. İkinci dönem başlamıştı. 17 yaşındaydım. Bir genç kızın hayali ne ise benim de hayalim o idi. Okuyacak, edebiyat öğretmeni olacaktım. Ama o yıl sınavlara girmeyi düşünmüyordum, okul biter bitmez hemen işe girecek bir yandan çalışıp bir yandan üniversiteye hazırlanacaktım. On parmakla daktiloda yazı yazmayı bildiğim için hemen iş bulabilirdim. Ama önce okul bitmeliydi. Okulda 2. dönemler çok çabuk geçer hep. Yılsonu gezileri, sınavlar, son sınıf partileri derken Haziran ayı geliverirdi hemen… O dönem de çabuk geçecekti ve biz yine anlamayacaktık. Üstelik bu son senemizdi. Bir yandan, bir an önce bitsin derken diğer yandan da üzülmekten kendimizi alamazdık… O gün sıradan bir okul günüydü. Öğrenciler toplanmış okul panosunu inceliyorlardı. Bir gezi ilanı vardı. Kapadokya’ ya gezi düzenleniyormuş. Sınıftaki arkadaşlarla çok düşkünüz birbirimize. Nereye gidersek gidelim hep beraber gidiyorduk. Birçoğunun flört ettiği arkadaşı vardı. Ve gezilere de hep birlikte giderdik. Sınıfımızda, iri siyah gözlü ve yanakları gamzeli biri var. Yüzü çok güzel, ama şişko biraz. Burnunun üzeri sürekli terlerdi, yaz kış hep aynıydı, ne zaman görsem burnunun üzerindeki teri silerdim. Bazen de dalga geçerdim. ”Şişkosun ya, ondan burnunun üzeri terliyor” derdim. Onunla beraber ilan panosundaki gezi programına bakıyoruz. —“Gidelim mi?” dedim. —“Gidelim” dedi biraz şaşırarak. —Oğlum bak sana bir şey söyleyeceğim, baksana herkesin sevgilisi var ve hepsi gezilere beraber gidiyor. Biz, yani ikimiz, sevgili olalım mı? Varsayalım oyun oynuyoruz. Gezilere falan katılırız, bak, yılsonu partileri de var, ne dersin? —“Manyak mısın kızım git başımdan uğraşamam seninle” dedi arkasını dönerken. Yanına gittim konuşmaya başladım. 2–3 dakikamı almadı. İkna etmiştim. —“Ama bak sevgililer birbirine ismi ile hitap etmiyorlar. Ben sana bebek yüzlüm diyeyim, ne dersin?” diye sordum. Dalga geçer gibi. —“Peki, ben sana ne diyeyim?” —Ne bileyim oğlum ya kendin bul işte, onu da mı ben bulayım? —Biriciğim diyeyim o zaman. Hatta biricik sevgilim nasıl, oldu mu? —Sen bilirsin biraz iddialı oldu ama boş ver. Nasıl olsa oyun oynuyoruz fark etmez. Çocukların oyunundan daha güzel başlamıştı bizim sevgilicilik oyunumuz. Her sabah beni kapıda karşılıyor. Yemekhanede sırasını bana veriyordu. Beraber yemek yiyoruz. Teneffüse çıkıyoruz. Zaten sınıfta da beraberiz. Aynı sırada oturuyoruz. Ama derslerimizi ihmal etmememiz gerektiğini söylüyorum hep. O yüzden dersi çok dikkatli dinliyoruz. Bebek yüzlüm o yıl sınavlara girecekti. ”Hayatta en çok istediğim şey üniversite okumak”" demişti bir kez. O yüzden oyun oynamak bir yere kadar olmalıydı. Okul gezisine katıldık beraber. Çok eğlenceli bir geziydi. sürekli konuşup güldük. Giden adama, bir kadının saçına, bir mağazadaki kıyafete, arkadaşlarımıza, komik olup olmadığını düşünmeden, her şeye gülüyorduk. Bir gün yine dalga geçerek burnunun üzerindeki terleri silerken: —-“Bana bak oğlum, benden başka kimse dokunmayacak burnuna anladın mı?” dedim. Sevgililerin birbirlerini kıskanması gerektiği için birbirimizi gereksiz yere kıskanıyoruz. Bazen küsüyoruz. Kısaca oyunun her kuralını uyguluyoruz. Hafta sonları tatil olmasını hiç istemiyoruz. Bir kez: —-“Seni çok özlüyorum biricik aşkım.” demişti. —-“Oğlum saçmalama, insan iki gün içinde özler mi? Abartma istersen” Sadece: —-"Abartmıyorum", demişti. Haftalar bu şekilde geçiyordu. Derslerimiz fena sayılmazdı. Geçeceğimiz kesindi. Bizim sınıf, 19 Mayıs gösterilerine katılacaktı. Provalara başladık. Prova zamanlarında dersler boş geçerdi genelde. Provalar kısa sürer, bize gezmek için çok vakit kalırdı o zaman. Bir prova çıkışı bebek yüzlüme döndüm. Dalga geçerek: —-”Oğlum biz nasıl sevgiliyiz elimi bile tutmuyorsun. Bak bütün sevgililer el ele geziyor” dedim. Bir yandan da şaka yaptığımı düşünerek gülüyordum. Bana baktı: —-”Ben sana dokunmaya kıyamıyorum elini nasıl tutayım söyle bakalım.” dedi. Söyleyemedim. Cevap veremedim. Gülüşüm yarım kaldı. Kalbim titriyordu sanki. Ayaklarımdan bir şeyler yukarı doğru çekilip boğazımı tıkamıştı. Yutkunmayı denedim olmadı. Nefes bile alamıyordum. Ayaklarımı hissetmiyordum. Hiç bir şey hissetmiyordum. Yüzüm yanıyordu sanki. Acaba yanaklarım kızarmış mıydı? Utanıyorum bir yandan. Ne saçma ya neden yüzüm kızarsın ki durup dururken. Ellerim de titremeye başlıyor. Dalga geçmek istiyorum. Bir şeyler söylemek istiyorum. Hatta alay eder gibi gülmek istiyorum. Hiç birini yapamıyorum. Kalkıp gitmeyi istiyorum. Yok kımıldayamıyorum. Başımı ellerim arasına alıp öylece kalıyorum… Bebek yüzlüm sadece susup bana bakıyordu. Hiç bir şey yapmıyordu. Oyuna devam etmiyordu. Oyun bozulmuştu. Sihir bozulmuştu… Kızmaya başlamıştım sanki. Oyun sırasında mızıkçılık yapan çocuklar gibi bağırıp onu parçalamak istiyordum. ”Oyunumuzu niye bozdun?” diye bağırmak istiyordum. İki gün ağlamıştım. Hafta sonu tatili girmişti araya. 2 gün içinde insan özleyebiliyormuş demek, bebek yüzlüm dediğinde onunla dalga geçmiştim. Çok kızgın olmama rağmen çok özlemiştim onu. Sabah okula girdiğimde sadece onu görmek istiyordum. O sabah da her zamanki gibi kapıda beni bekliyordu. Hiç konuşmadım. Sınıfta başka bir sırada oturdum. Bir kaç gün konuşmadık. Ama olmuyordu işte. Onu çok özlüyordum. Ne zaman ona baksam bana bakan iri gözlerini görüyordum. Bir kaç gün sonra bir arkadaşımızın ablasının düğününe davetliydik. İkimiz de gittik… Yan yana oturuyorduk ama konuşmuyorduk yine. Güzel bir müzik çalmaya başladı. Bebek yüzlüme döndüm: —-”Hadi dans edelim” dedim. —-”Kızım bir dur ben sana bu teklifi yapayım”. —-“İki saat seni mi bekleyeceğim, hadi kalk amma da nazlandın” dedim. Sanki böyle davranarak oyunu devam ettirmek istiyordum. Ama olmuyordu. Oyun artık bitmişti ve biz nedense başlatamıyorduk. Dans pistine çıktık, dans etmeye başladık. Başım, bebek yüzlümün göğsündeydi. Sadece müziği duyuyordum. Zaman durmuştu. Tepede dönen ışıklar durmuştu. Müzikten başka hiç ses yoktu salonda. Sadece müzik ve biz vardık sanki. Hiç bir şey eskisi gibi değildi. Ben duygularımla artık başa çıkamıyordum. Bebek yüzlüme tek söylediğim: --”sınava iyi hazırlan”" ya da ”şu gün sınav var unutma!” başka hiç bir şey demiyordum… Benim sınavlar çok kötü geçiyordu. Son iki yazılılarım çok kötü geçmişti. Umurumda değildi. Sadece bebek yüzlümü arada bir tehdit etmeyi elden bırakmıyordum. ”Bak bu sınavdan kötü not alırsan küserim haberin olsun” derdim. Küsmüyordum tabi. Çünkü iyi notlar alıyordu… Okulun son haftaları, yılsonu partileri ile geçiyordu. Aklımda kalan ve unutmadığım tek şey ettiğimiz danstı. Başımı bebek yüzlümün göğsüne koyar dakikalarca dans ederdik. Bizim sınıfın düzenlediği parti de son kez dans etmişim meğer. Bilemedim. O dansın son dansımız olduğunu bilseydim bebek yüzlüm sana sıkıca sarılırdım. Sımsıkı sarılır ve bir daha hiç bırakmazdım. Öss sınavlarına girdi bebek yüzlüm. Ve sınava girerken şunu demişti bana: —–”Hayatta en çok istediğim şey okumak demiştim ya hani, şimdi önce sen, sonra okumak diyorum” —–"Bu sınavı kazanamazsan ikimiz de yokuz haberin olsun” demiştim… Bebek yüzlüm sınavı kazanmıştı… O, gidip okulunu bitirecek. Ben çok çalışarak bir dahaki sınavlara girecek edebiyat bölümünü okuyacaktım. -”Söz ver bana” diyor. —“Söz, diyorum, sana söz veriyorum seni bekleyeceğim” Bu arada okullar kapanmış yaz tatiline de girmiştik. Benim 3 zayıfım vardı. Ama bebek yüzlüm geçmişti. O zaman mahallemizde telefon hattı olmadığı için evimizde telefon yoktu. Telefon kulübesi de bize çok uzak. Nasıl görüşecektik, nasıl haberleşecektik? Şimdiden özlerken nasıl dayanacaktım. Bebek yüzlüm başka bir ilçede oturuyor… Onların telefonu var. Ama ben arayamayacağımı söylüyorum. Annesi okul aile birliğinden biliyorum, tanıyorum ama yinede: -”utanırım arayamam” diyorum. Bunları düşünüyorum. Mektup yazarız diyoruz ikimizde sık sık mektup yazarız. Buluşacağımız günü mektupla belirleriz. Ayrıca ben işe girersem iş yerinden haberleşmek daha kolay olur. Ferahlıyorum biraz. Okul biter bitmez, ben hemen bir iş buldum çalışmaya başladım. Bebek yüzlüme mektup yazdım ”iş buldum hemen bak.” dedim. Telefon numarasını yazdım. İş yerinin adresini yazdım. … Bir kaç gün sonra ikinci mektubumu yazdım. … 15 gün geçti. 1. mektubum geçmiştir eline mutlaka. Neden aramaz? Evlerine telefon etmeye karar verdim. Bir telefon kulübesine girdim. Numarayı çevirdim. İnşallah bebek yüzlüm çıkar. Başkası çıkarsa ne konuşurum ki: Telefon çalmaya başladı. Annesi: —-"Efendim” dedi. —-Teyzeciğim ben …(bebek yüzlüm) le görüşmek istedim ama. Ağlamaya başlamıştı. Niye ağlıyordu ki; —- Kızım …(bebek yüzlünü) kaybettik. Kocaman çocuk kaybolur mu gelir neredeyse. Niye ağlıyor peki? Susuyorum. Anlamak istemiyorum. Umurumda değil, anlamak istemiyorum. —“Bakın söz veriyorum bir daha aramayacağım. Ona sadece ”...( Biriciğin ) seni sordu" deyin yeter. Aramamı istemiyorsanız aramam yemin ederim bir daha aramayacağım. Söz... Söz… Söz… —–“Kızım …(bebek yüzlünü) trafik kazasında kaybettik 10 gün oldu” … Kımıldayamadım. Dizlerimin kırıldığını hissettim. Kollarımda hareket etmiyordu. Burnum kanıyordu galiba. Yoksa başım mı? Kolumu oynatsam anlayabileceğim… Yok kımıldayamıyorum. Donmuştum… Ama bu arabalar niye geçiyor ki? Rüzgâr da esmesin. Ağaçlarda yapraklar hiç kımıldamasın. Şu şeftali dalından düşmesin. Susturun şu bebeği ağlamasın. Bu müzik… Bebek yüzlümle beraber dans ettiğimiz müzik, ne olur, Kapatın yalvarıyorum kapatın. İnsanlar neden tepemde? Niye kımıldıyorlar, onlarda dursun, her şey dursun. Zaman akmasın. Gözlerim kapanıyor, engel olamıyorum, direniyorum başaramıyorum… Gözlerimi açıyorum. Sonra üzerimde ki çarşafı atıyorum, sonra kolumdaki hortumu hızla çekip çıkarıyorum… Kalkmak istiyorum ama yok, yapamıyorum. Etrafıma bakıyorum. Birileri yemek yiyor. İçerisi sıcak, havasız. Bu hastaneler neden hep aynı kokar. Bayılacağım şimdi diyorum kendime. Güneş içeride. Güneş doğmuş demek. Kıyametin kopmadığı yetmiyormuş gibi bir de güneş mi doğmuş? Bu kadın niye yemek yiyor ki? Bu kadar insan niye dikildiler başıma. Kimseyi görmek istemiyorum gözlerimi kapatıyorum… Bir ara bebek yüzlümün geldiğini hissediyorum. Gözlerimi açıyorum. İşte karşımda ağlamaya başlıyorum. Ama burnunda hiç ter yok bu sefer… Yüzümü avuçlarının içine alıyor. “Gözleri, iri siyah gözleri ne kadar güzel” diye düşünüyorum. Gözlerimin içine bakıyor. Ellerini tutuyorum. Ne çok özlemişim seni. Gözyaşlarıma engel olamıyorum. —-"Ağlama sakın. Bak yeni bir oyun başlatmak için geldim. Seninle bir oyun oynayacağız. —-"Oyun oynadık ya! Bitti artık oyun oynamayalım." —-"Bu son oyun söz” —-... —–"Hani sen bana, beni bekleyeceğine söz verdin ya?” —–"Evet” . —-"Şimdi roller değişti tamam mı?” —- ”Tamam” —–"Artık, ben seni bekleyeceğim. Ama bana söz ver yine, bunun için hiç acele etmeyeceksin.” —–"Nasıl yani?” —–"Ben seni bekleyeceğim ama sen bana gelmek için hiç acele etmeyeceksin anladın mı?” —–"Anladım” —–"Söz ver bana” —–"Söz, acele etmeyeceğim" —-"Seni çok özledim bebek yüzlüm.” —-"Beni ne zaman özlersen söz veriyorum geleceğim. Ne zaman istersen yanında olacağım. İstersen eğer her gece gelirim.” —-"Tamam, o zaman bu gece benimle kal olur mu?" O gece bebek yüzlümle beraber uyuduk. Kolunu yastık yaptım. Başımı bebek yüzlümün göğsüne gömdüm. Birbirimize o kadar sıkı sarılmıştık ki; aklımda artık ne oyun vardı ne de başka bir şey. Yüzüne baktım. Bir erkek bu kadar mı güzel olurdu Allah’ım. Ama burnunun üzerinde neden hiç ter yoktu? Daha sıkı sarıldım. Uyudum. Hastanede kaç gün kaldığımı hiç kimseye sormadım. Hastaneden çıktım. Zaman anıları kaydetmeyi ihmal etmeden hızlı hızlı geçti. Hem kıyamet kopmadı, hem de güneş her zaman ki gibi doğdu ve battı. Bebek yüzlüm, söz verdiği gibi ne zaman özlesem geldi. Ama hep çok uzakta durdu. Ne zaman yaklaşmaya çalışsam bir adım geri gider. O gitmesin diye ben olduğum yerde kalakalırdım. Sadece bana bakar ve giderdi. O kadar… Bebek yüzlüm sana söz verdiğim gibi hiç acele etmiyorum ama bak sen de artık gelmiyorsun eskisi gibi. Seni çok özledim. Ne çok zaman geçti bak. Ne kadar çok şey yaşadım bunca yıl. Edebiyat öğretmeni de olamadım. Her şey yarım kaldı bebek yüzlüm. O günden sonra, senden sonra yarım kaldı her şey. Yaşadığım her an yarım… Mutluluk; sadece seninle dans ettiğimiz andı. Özlemin adı zaten sen. Huzuru yanına geldiğim zaman bulacağım ancak. Sana bunun için söz verdim mi bilmiyorum ama ben bir daha hiç kimse ile seninle dans ettiğimiz gibi dans etmedim. Hiç kimsenin göğsüne başımı koymadım. Hiç kimsenin kolunu yastık yapmadım. Sevgine hiç ihanet etmedim. Seni hiç unutmadım. Özlemin her geçen gün daha da çoğalıyor. Ve ben başa çıkamıyorum artık. Sana verdiğim sözün süresi dolmuş olmalı artık. Ve ben bu gece sana geleceğim. Sana söz verdiğim gibi acele etmeden. Lütfen beni karşıla. Hani okulda sabahları karşılardın ya! İşte öyle. Hatta elini uzat ne olur. Ve tut. Bak ben elimi uzattım sana… Adsız...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |