Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
Kirpiklerin ise sıkıca göz pınarlarına yapışmış, gözlerine ulaşabilecek bütün köprüleri yıkmıştı. Ulaşmak isteyenlere bir türlü geçit vermiyordu. Sık dizilmiş oklar söz birliği etmişçesine bütün uçlarını sivrilmişti. Sanki taarruza hazırlanan ordu kadar ciddiydiler. Sanki bir emir bekler gibi teyakkuz halindeydiler. Ayın gölgesi gamzelerine dolmuştu. Işık ise sadece gölgesini bırakmıştı. Sadece geçerken uğramış hiç kalmaya niyeti olmadığını belirtip gitmiş gibiydi. Geçerken gölgesinden izler bırakmıştı. Gözlerine baktım yüzünde saklanan tebessümü orada aradım her köşesine baktım… Bulamadım… Gözlerin bende sır gibi yaşayan ifadesini yitirmiş gibiydi. Tıpkı buz tutmuş su gibi tepkisiz ve soğuktu… O gün tebessüm fısıltıları dudaklarını terk etmişti, Ağzında biriken ve çözülmek isteyen bütün kelimelerde tutsak edilmişti sanki. Sözcüklerin mecali yoktu dökülmeye. Yarış halinde olan ellerde hareket dahi yoktu, sıkıntı seni bağrına öyle bir basmıştı ki, ellerin dahi kımıldamıyordu. Teslimiyet bayrağı çoktan çekilmişti. Yenilginin bütün hatları kendini ele veriyor gibiydi. O gün saçlarına kar kokusu sinmişti. Çok uzaktan sıcak bir bahar esintisi dokunuyordu tenine. “yorgunum git, bırak peşimi” diyordun. Gitmiyordu… Senden yana esip duruyordu, önce ellerine dokunuyordu titreyerek. Ürkekliği had safhadaydı, ama dinlemiyordu bile. Anlamaya çalışıyordu. Önüne konulan hediye paketini açmanın heyecanı sarıyordu etrafını. Korkunun bütün izlerini bertaraf ederek paketi açıyordu yavaş yavaş… İlk cümleyi kuran çocuk heyecanı ile fısıldıyordu “bu mu?” yine aynı fısıltı ile cevap alıyordu. “Bu”. O vakit düşlerde sıralanan bütün soruların yanıtı tek tek veriliyordu. Her cevapta parmaklarının arasına yerleşiyor, dokunduğu ellerinde kayboluyordu. Zaman geçtikçe küskün yüreğine bir türkünün ezgisi yerleşiyordu. “Diyardan diyara bir yol sor beni yârim yârim…” Martılar bir anda terk ediyordu koca denizi. Çığlıkları duyulmaz oluyordu… Su kadar sevdim ellerini… Bahar kokusu sinen ellerini… Tuz tadan ellerini… Ezberimdeki bütün cümleler, adının kapladığı yere kendini bırakacak kadar çok sevdim seni. Sen, ılık bahar rüzgârı… Sıcak yaz kokusu… Sen deniz… Sen martı… Martı… ? Sen! Yorgun tebessüme kendini bırakmış sevdam. Sen! Sonbaharımda camın arkasında beliren sevdam... Sen gelincik gülüşü aklımda saklı sevdam… Sen! Bitmek bilmeyen sevdam… Sen benim bebek yüzlüm, sen benim en güzel türküm… Seni hep çok sevdim… Ve ömrüm boyunca hep seveceğim... Bir kez daha sana söz… Seni hep çok çok seveceğim… DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |