..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Dünya > Mevlüt Tok




1 Ekim 2010
11 Eylül Karartması, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail  
Sömürgecilerin Terör Korkusu

Mevlüt Tok


11 Eylül saldırısından ulusal ve uluslararası arenada kazanç sağlayan merkez halen dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücüdür. 11 Eylül kışkırtması, Pentagon’a ve bağlaşığı uluslarüstü tekellere dünya egemenliği için toptan saldırı “gerekçesi” yaratmıştır. Darbeyi planlayanlar hem ABD’nın iç politikası üzerinde ve hem de dünya düzeyinde tam olarak söz sahibi olabilmek için önemli adımlar atmışlardır.


:BAAE:
11 Eylül saldırısından ulusal ve uluslararası arenada kazanç sağlayan merkez halen dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücüdür. 11 Eylül kışkırtması, Pentagon’a ve bağlaşığı uluslarüstü tekellere dünya egemenliği için toptan saldırı “gerekçesi” yaratmıştır. Darbeyi planlayanlar hem ABD’nın iç politikası üzerinde ve hem de dünya düzeyinde tam olarak söz sahibi olabilmek için önemli adımlar atmışlardır.

İkiz kulelere saldırının gerisinde, İsrail istihbarat birimleri ile ABD istihbarat birimleri içindeki bir gizli guruplaşmanın, karartmanın olduğu görüntüsü her geçen gün daha da gün yüzüne çıkmaktadır. 17 Eylül, 2001 tarihli Haaretz adlı İsrail gazetesi, “olayın hemen ardından FBI tarafından beş İsrail vatandaşı Yahudinin yakalanıp sorguya alındığı” yazmıştır. Bunların kimlikleri ve soruşturmanın sonucu hakkında hiçbir açıklama yapılmamıştır. Yine iddiaya göre, Ariel Sharon New York gezisini olaydan bir gün önce iptal etmiştir. İkiz kulelere çarpan uçaklar çok uzun süre rotalarının dışında uçtukları ve böyle durumlarda duruma el koymayı gerekli kılacak bir uyarı sistemi olduğu ve anında el konması olanağı da olduğu halde, sistem işlememiştir.

Pentagon çevreleri tarafından “saldırıyı örgütleyenlerin lideri” gibi yansıtılan ve fotoğrafları internet dahil tüm medya’da basılan Muhammed Atta ile ilgilidir. Hürriyet gazetesinin 3 eylül 2002 tarihli sayısında verilen habere göre, Atta’nın babası Muhammed el Emir Atta, yüksek tirajlı haftalık Alman gazetersi Bild’e, oğlunun 12 Eylül günü kendisini telefonla aradığını ve saldırıdan habersiz olduğunu anlatmıştır. Öldüğü duyurulan oğlunun halen yaşadığını ve ABD istihbarat birimleri tarafından yok edilmemek için saklandığını savunmuştur.

Michael Isikoff imzasıyla 2002 eylül ayının ilk haftası içinde Newsweek’te yayınlanan habere göre, 11 Eylül’ün ardından uçak korsanları olarak duyurulan Khalid (Halid) Almihdhar ile Nawaf Alhazmi’nin yakın arkadaşları (oda arkadaşları) olan biri, FBI’ın habercileri arasındadır. Olayla ilgili kuşkuları derinleştiren sorular artmaktadır. Usame bin Laden’i suçlayanların yanıtlayamayacakları daha onlarca soru vardır. Zaten Laden’de sözkonu “saldırıyı örgütlediği” iddiasına karşı çıkmıştır ve artık Laden’in yaşayıp yaşamadığı da kesin olarak belli değildir.

Ayrıca bu kişinin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından eğitildiği ve ailesinin Bush ailesi ile iş ortağı olduğu bilinmektedir. Laden ailesi en az 20 yıldır Bush ailesi ile iş ortağıdır. Başta Laden olmak üzere daha onbinlerce Vahabi ve Deoband tarikatları üyesinin ve en az 43 farklı ülkeden onbinlerce müslümanın CIA’nın eğitim kamlarından geçtikleri, bunların dosyalarının ABD istihbarat birimlerinin elinde olduğu bilgisi günlük basın organlarına yansımaktadır. Yine bilinen gerçeğe göre, kitleleri korkutan, toplumda paniğe ve büyük iktidar odaklarının oynamasına ve kullanmasına uygun sürü psikolojisi yaratan terör, İsrail istihbarat birimlerinin temel çalışma yöntemleri arasındadır. Sözde “İslami”, “sol” veya başka etiketli birçok terör örgütünün CIA ve İsrail’in ünlü istihbarat örgütü MOSSAD veya benzeri kuruluşlar tarafından ikinci elden örgütlenebildikleri ise artık bir sır değildir.

Şiddetin karşısında boyun eğen ve şiddete tapınan, yalanın ve ikiyüzlülüğün iktidarda olduğu öyle bir dünya da yaşamaktayızki, şiddeti en çok uygulayan ABD ve İsrail, zengin Batı’nın politik terminolojisinde “demokratik ülkeler” olarak anılmaktadırlar. Bu ikiyüzlülüğün ve yalanın en tipik örneklerinden biri, Ortadoğu’da terörün ve sivil halka yönelik en acımasız şiddet uygulamalarının başlatıcısı olan Meneham Begin’e 1978 yılında, Camp David “anlaşması”nın ardından Nobel Barış Ödülü’nün verilmiş olmasıdır. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile birlikte, İsrail Başbakanı, terörün babası Menaham Begin’e Nobel Barış Ödülü’nün verilmesinin gerekçesi, “Ortadoğu’da şiddeti yoketmesi ve teröre karşı mücadele etmesidir.” Bu ölçüde yapışkan derin bir yalanın, ikiyüzlülüğün yaşandığı bir dünyada, 11 Eylül saldırısının gerisinde ABD ve İsrail merkezli bir konspirasyonun olabileceğini düşünmek sonderece doğaldır.

11 Eylül terör eylemini ustaca örgütlediklerini düşünmek sonderece doğaldır. Sözkonusu profösyonel işi saldırıyı örgütleyip başarıya ulaştırabilecek terör bilgisine ve teknolojisine sadece onlar sahiptirler. Ve eylemlerini ırkçı bir ideolojiyle sürdüren bu güçler, sadece saldırdıkları ülkelerin halklarına değil, kendi halklarına karşı da bir sorumluluk ve sevgi taşımamaktadırlar. İkiz kulelerde ölen üç bin kadar insan için timsah gözyaşları döken bu güçlerin gözünde asıl önemli olan, 11 Eylül olayının propoganda yanıdır. Asıl önemli olan, önceden planlamış oldukları saldırıların “gerekçesini” 11 Eylül olayı ile yaratmış olmalarıdır.

İsrail’de 1996- 99 yıllarında Başbakanlık yapan ve geçmişi Menaham Begin veya Ariel Sharon’dan daha temiz olmayan aşırı sağcı Benjamin Netanyahu, propoganda amacıyla hazırlanmış ve 2002 eylül ayı içinde isveççe alt yazılarla Discovery adlı kanalda gösterilen bir 3BM üretimi dökümanterinin kameraları karşısında, yüzünde aşağılama, alay ve kışkırtma yüklü gülümsemesiyle, “Asıl hedef biz değiliz, asıl hedef tüm Batı dünyasıdır, ABD’dır, biz sadece küçük Şeytanız.”, demiştir.

Netanyahu’nun tüm Batı’yı İslam- Arap dünyasına karşı kışkırtması ile, ikiz kuleler olayının yarattığı aynı yöndeki kışkırtıcı etki arasında paralellik kurmak ve 11 Eylül kışkırtmasının gerisinde Netanyahu gibilerin olduğunu düşünmek doğaldır. İkiz kulelere yapılan saldırının ardından, -Netanyahu’nun özlemlerine uygun biçimde- Filistin halkının haklı özgürlük mücadelesine yönelik saldırılar yoğunlaşmıştır. Yine aynı şekilde, İsrail’in yok olmasını istediği Irak gibi Arap devletleri ve müslümanlar, ABD yönetiminin hedef tahtası olmuşlardır. Zengin Batı dünyasının üst sınıflarına özgü ırkçı Haçlı ideolojisi yükselişe geçerken, öncelikle Araplar ve tüm müslümanlar hedef tahtası durumuna getirilmişlerdir. Öncelikle ABD’da ve ardından Avrupa’da McCharty günlerini aratmayan antidemokratik uygulamalar ve yeni yasalar gündeme gelmiştir. Batı dünyasının yöneticileri, zengin doğal kaynaklarını sömürdükleri güneyli yoksulların dünyasına saldırılar örgütlemek ve sınırlarını bu ülkelerden gelen göçe karşı kapatmak için sözde gerekçeler elde etmişlerdir.

11 Eylül saldırısının dünyayı “değiştirdiğini” iddia etmek, ABD'nin sömürgeci amaçlarını gizlemeye, insan haklarını ayaklar altına alan tüm Pentagon operasyonlarının sorumluluğunu birkaç Müslümanın sırtına yüklemeye yaramaktadır. “Dünyanın 11 Eylül olayıyla birlikte kökten değiştiği” yalanı, USA sömürgeci saldırganlığının gerçek nedenlerini ve bu ülkenin dünya hakimiyeti için yaptığı kanlı planları gizlemeye yöneliktir. Müslüman eylemcilerin, ABD hava trafiğinin işleyişini ayrıntılarıyla bilmeyi gerekli kılan usta işi 11 Eylül eylemini gerçekleştiremeyecekleri ortadadır.

Hürriyet gazetesinin 5 Ağustos 2002 tarihli sayısında verilen habere göre, -Afganistan’a saldırı sırasında topraklarını kullandırtan- Pakistan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref, yukarıdaki gerçeği New Yorker dergisine açıkca belirtmiştir. Müşerref, Usame bin Laden’in ve El Kaide’nin 11 Eylül saldırısını gerçekleştirebilecek yetenekte ve yeterlilikte olmadıklarını nedensellikleri ile anlatmıştır. Pakistan istihbaratı Laden’i ve El Kaide örgütünü çok iyi tanımaktadır. Karmaşık toplumsal süreçlerin ürünü tarihi dönüm noktası niteliğindeki gelişmeleri bazı sözde kahramanların ya da çılgınların işlerine bağlamak, olayların gerisindeki büyük güçleri, asıl sorumluları gizlemeye yöneliktir.

Var olan uyarı sistemine karşın, 11 Eylül günü uzun süre rotalarının dışında yol alan uçaklara karşı neden eyleme geçilmediğini vs. gibi daha onlarca sorunun yanıtını aramaya alkışmadan, yalnızca Fransız Réseu Voltaire ajansının olayla ilgili haberine değinelim. İstihbarat örgütleri ve polis içinde güvenilir kaynakları olduğu söylenen ajans, “11 Eylül günü boyunca George W. Bush’un bir askeri darbeyle mi, yoksa bir dış terör saldırısı ile mi karşı karşıya kaldığına emin olamadığını” bildirmiştir. Yine aynı habere göre, “Ulusal Güvenlik Konseyi’nin üyelerinin hiçbiri de 11 Eylül akşamına dek bir terörist saldırı ile karşı karşıya olduklarını akıllarından geçirmemişler, askeri bir darbenin gerçekleşmekte olduğunu düşünmüşlerdir.” Başkan ve Güvenlik Konseyi üyeleri askeri darbe olduğunu düşünmüşlerdir; çünkü, ABD'nin politik yaşamında Başkan’ı ve hatta Ulusal Güvenlik Konseyi’ni aşan, kökleri Pentagon’a, askeri- endüstri tesislerine, uluslarüstü enerji tekellerine uzanan başka gizli iktidar odakları vardır.

Ayşe Olgun adlı gazetecinin 19 eylül tarihli Yeni Şafak’ta verdiği habere göre, Thierry Mersan adlı bir Fransız gazeteci tarafından yazılan “Dehşetengiz Hile” adlı kitapta, 11 Eylül günü İkiz kulelere yönelik saldırının bir “iç darbe” olduğu anlatılmaktadır. Gazeteci, “İkiz kulelere saldıran uçakların yerden idare edildiklerini” iddia etmektedir- şüphesiz bu teknonoji vardır. “Uçaklar çarptığı anda içeride meydana gelen patlamaların kulelerin yıkılmasına neden oldukları” iddialar arasındadır. Türkçeye’de çevrilen aynı kitapta, “Pentagon’a herhangi bir uçağın düşmediği” iddia edilmektedir. Fransız gazeteciye göre, ABD yönetimin olayla ilgili ciddi aydınlatıcı bir açıklama yapmaması, Pentagon, CIA, FBI, Baskan Bush, itfaiye örgütü gibi kurumları birbirleri ile çelişen açıklamaları, şüpheleri güçlendirmektedir. Thierry Mersan, 100 ton ağırlığında depoları dolu ve en az saatte 400 km hızla giden bir Boing 757’nin pentagon’un sadece dış cephesine zarar vermeyeceği, çarpmanın etkisinin fotoğraflarda görülenden çok daha büyük olacağı kanısındadır. Ayrıca, çekilen fotoğraflarda hiçbir uçak enkazı görülmemektedir. Ve gazeteci, “Pentagon’da uçağın kanatlarının izinin neden olmadığını?”, da sormaktadır. Peki o zaman ne olmuştur? Kendi aralarında bir çatışma mı yaşanmıştır?

ABD'de örtülü bir Pentagon darbesi olduğu iddiasını, aynı ülkenin Dışişleri Bakanlığı bürokratları ile yakın ilişki içinde olduğunu söyleyen Türk gazeteci Yasemin Çongar’da doğrulamaktadır. Çongar, Milliyet gazetesindeki 19 agustos 2002 tarihli haberinde, ismini vermediği bir Dışişleri Bakanlığı üst yetkilisinin “Her sabah kendi kendime ‘Amerika’da darbe oldu!’ diyorum.” dediğini ve “Ozaman bu yaşadıklarımız anlamlı gelmeye başlıyor!”, diyerek sözlerini tamamladığını yazmaktadır. Gazeteci, darbeyi gerçekleştirenlerin Pentagon içindeki şahinler olduğunu, Dışişleri Bakanı Colin Powel’a büyük ölçüde söz söyleme hakkı bırakılmadığını, Amerika’nın dışpolitikasını asıl olarak Pentagon ile birlikte Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in ve Savunma Bakan Donald Rumsfeld’in belirlediğini anlatmaktadır. Yasemin Congar, Powel’a savaş açan ekibin İsrail’deki Sharon gurubu ile ortaklık içinde olduğunu sözlerine eklemektedir. Aynen Menahem Begin gibi Sharon’un geçmişinde de kanlı bir terörün, Sabra ve Shatila katliamlarının kirli izleri vardır.

Yasemin Congar ile konuşan dışişleri yüksek bürokratının 11 Eylül saldırısını bir Pentagon darbesi olarak tanımlaması, başka çok güçlü delillerle neredeyse kanıtlanmaktadır. Neil Mackay imzası ile 15 Eylül 2002 tarihli Sunday Herald (http://www.sundayherald.com/print27735 ; http://crytome.org/rad.htm) gazetesinde yayımlanan makalede, Irak’a saldırının daha George W. Bush iktidra gelmeden -günümüzde Bush’un etrafını çevirmiş olan- Pentagon içinde bir gurup tarafından planlandığı anlatılmaktadır. Yazının altında, Eylül 2000 tarihli “Rebuilding America’s Defenses” (Amerikan Savunmasının Yeniden Kurulması) başlıklı Pentagon şahinlerine ait uzun kışkırtıcı rapor da yeralmaktadır. W. Bush’un sağ kolu Paul Wolfowitz’in de imzası ile birlikte 16 üst düzeyde Pentagon bağlantılı kişinin imzasını taşıyan 90 sayfalık rapora, ayrıca, http://www.newamericancentury.org/RebuildingAmericasDefenses.pdf adresinden de ulaşma olanağı vardır. Daha 2000 yılının Eylül ayında, aynı raporda İran- Irak- Kuzey Kore hedef gösterilmekte, öncelikle tüm Ortadoğu’yu ve Orta Asya’yı kana bulayacak bir saldırganlık ABD'nin yeni askeri stratejisi olarak öne çıkartılmaktadır. Şüphesiz böyle bir saldırganlığı öncelikle Amerikan halkına ve özellikle Avrupa halklarına ve hükümetlerine kabulettirmek pek kolay bir iş olmadığı için, New York’un ortasındaki iki dev kulenin ve 3000 kadar insanın canının aynı çevrelerce feda edilmiş olması düşünülebilir. On milyonlarca insanın canına malolabilecek çılgınca bir saldırganlığı “ABD’nin yeni savunma politikası” olarak planlayıp sunanların, ülkelerindeki diğer kurumları ikna edebilmek ve kitleleri peşlerinden sürükleyebilmek amaçlarıyla New York’un ortasındaki ikiz kulelere saldırmaları son derece anlaşılabilir bir kışkırtmadır.

Savunma Bakanı yardımcısı Paul Wolfowitz’e ve Pentagon danışmanı Richard Perle’ye (Karanlıklar Prensi) yakınlığı ile bilinen The Weekly Standart adlı dergide Powel’in istifasını isteyen yazılar yayınlanmaktadır. Şüphesiz tüm bu haberlerde önemli gerçek payları vardır ama, benim kanıma göre, Bush yönetimi içindeki çelişkileri abartmamak gerekmektedir. Kişiler arasında olaylar üzerine politik değerlendirme farkları olabilir ve ayrıca iktidar hırsının verdiği çekişmeler de yaşanabilir ama, -yüksek yararlar karşısında- bunlar herzaman uzlaşabilir çelişkilerdir. Aynı yönetim içinde bir ekibin daha saldırgan, diğerinin ise daha yumuşak maskelerle sahneye çıkması eski bir Bizans oyunudur. Bu oyun, sözkonusu yönetimin politik manevra olanaklarını arttırır. Saldırmak gerekiyorsa birileri, geri çekilmek gerekiyorsa diğerleri ön plana çıkartılır. Zamanında geriye çekilebilmek için kapı aralık bırakılırken, düşman saflarda ve dünya kamuoyunda sürekli sahte umutlar yaratılır.

Şahinler’in darbelerinin başarısı kesinlik kazanınca, George W. Bush TV kameraları karşısında, ailece yıllardır petrol işinde ortak oldukları Usame bin Laden’i ikiz kulelere saldırının sorumlusu olarak duyurulmuştur. Tüm bu baştan aşağı yalan yüklü propogandalara karşın, Laden’in önce Sudan yönetimi, ardından Pakistan kökenli Amerikalı işadamı Mansur Ijaz ve son olarakta Suudi Arabistan eski istihbarat şefi Prens Turki bin Faysal tarafından USA’aya teslim edilmek istendiği ve tüm bu tekliflerin CIA ve ABD yönetimi tarafından geri çevrildiği basın organlarında yazılmaktadır. Prens Turki bin Faysal, Suudi sarayında -CIA ile birlikte- Laden’i özellikle desteklemiş olanlardandır. Sudan yönetimi, 1992’de ülkelerine gelmiş olan Laden’i, Clinton’un “USA Anti Terör Yasası”nı imzaladığı 1996 yılında sınırdışı etmiştir. Açığa çıkan en önemli skandallardan biri de, 11 Eylül olayından tam iki ay önce, Temmuz 2001’in ilk iki haftası içinde Laden’in Dubai’deki ABD hastahanesinde idrar yolları iltihabı nedeniyle tedavi görmesi ve aynı süre içinde yerel CIA görevlisi ile görüşmesidir. Laden aynı günlerde yerel CIA yöneticisi Lary Mitchell ile görüşmüştür. Dubai emirliği Laden’in 4- 14 Temmuz 2001 tarihinde ülkelerindeki Amerikan hastahanesinde tedavi gördüğünü açıklamıştır. Yerel CIA şefi Lary Mitchell’de bu hastahanede Laden ile aynı günlerde görüştüğünü Fransızca yayın yapan İsviçre TV kanalı gazetecisi Labéviére’ye anlatmıştır. Laden Dubai’de lokal CIA görevlisi ile görüştüğü sırada, 1996 yılında Clinton tarafından imzalanan antiterör yasasının sonucu olarak USA güvenlik örgütleri izlenmekteydi. Yine Laden, 1998 yılında Kenya ve Tanzanya’daki ABD elçiliklerine yapılan saldırıların sorumlusu olarak sözde aranmaktaydı.

Aslında, CIA’nın eğitiminden geçmiş olan Laden ile ilgili işlere şaşmamak gerekir. Şüphesiz tüm bu olaylar Laden’in doğrudan CIA hesabına çalıştığını kanıtlamaya yetmese bile, ellerindeki fırsatlara karşın Laden’i yakalamak istemeyen USA istihbarat birimlerinin sözde İslamcı terör eylemlerinden politik çıkar beklediklerini ve bu tip örgütlenmelerin varlığından tedirgin olmadıklarını gösterir. Ayrıca bu tip örgütlerin varlığı, bizzat ABD istihbarat birimleri tarafından, CIA tarafından örgütlenen büyük terör eylemlerinin kamufle edilmelerine, söz konusu terörün İslamcı gurupların sırtlarına yüklenmesine yaramaktadır. Bunun en tipik örneği 11 Eylül saldırısıdır ve özünde kendilerinin örgütlediği bu saldırı, Pentagoncu faşist kliğe sadece uluslararası planda değil, iç politikada da saldırı olanakları sağlamıştır.

Lemonde Diplomatik’te Atack hareketinin önderi Ingnacio Ramonet tarafından kaleme alınan ve türkçesi üç aylık Cosmopolitik dergisinde basılan makaleye ve zaten bilinen gerçeğe göre göre, ABD Adalet Bakanı M. John Ashcrof, 11 Eylül olayının hemen ardından “yurtseverlik yasası” adı altında bir antiterör yasasını çıkarttırabilmiştir. Sözkonusu faşist yasa, güvenlik güçlerine, insanları belirsiz sürelerle gözaltına alma, gözaltına alınanları tecrit hücrelerine kapama, kişilerin telefon ve internet haberleşmelerini ve mektuplarını izleme, izinsiz olarak evlerini arama, aynı kişileri sürgüne yollama yetkisi vermektedir. Yasanın ardından tutuklanan en az 1200 yabancının 600’ü aşkını yargıç kararı olmadan ve avukatları ile görüşemeden gizlice hapsedilmişlerdir. George W. Bush, 13 Kasım 2001 günü, özel yargılama usulleri olan askeri mahkemeler kurmaya karar vermiştir. Askeri üslerde veya savaş gemilerinde kurulan ve asker üyelerden oluşan mahkemelerde sanıklar oybirliği olmadan ölüme mahkum edilebilecekler, karara itiraz edilemeyecek, sanığın avukatı ile görüşmeleri gizlice dinlenebilecek, hukuki usul gizli tutulacak ve davaya ait bilgiler on yıldan önce açıklanmayacaktır. (Daha sonra Küba’daki ABD’ye ait Guantanamo Askeri Üssü’ndeki gelişme, bu kararın pratiğe geçirilmesidir.) Aynı makalede, Cumhuriyetci yorumcu Tucker Carlson’un CNN’de işkenceyi “haklı” bulan ifadeler kullandığı ve bu “haklılığa” dayanak olarak da “demokratik İsrail”in Filistinli tutukluların yüzde 85’ine işkence yapmasını örnek gösterdiği yazılmaktadır. Aslında, tüm bu gelişmeler, Türkiye’de “Susurluk skandalı” olarak anılan olayı çağrıştırmaktadır. Buna karşın Amerika kökenli “Susurluk”, ulusal ve uluslararasi arenada birlikte oynanan dev bir senaryodur. Türkiye’de olanlar USA’daki gelişmenin sadece bir uzantısı ve minyatürüdür.

Pentagon darbesinin başarısıyla birlikte George W. Bush, çalışma masasına çoktan konmuş olan Afganistan’a yönelik USA askeri operasyonunun planlarını yürürlüğe koymuştur. Ramanot’in anlatımına ve zaten bilinen gerçeğe göre, USA Savunma Bakanı Donald Rumsfield, tüm pazarlık ve teslim olma taleplerini geri çevirerek Taliban’ın yanında savaşırken yakalanan Arap esirlerin öldürülmelerini istemiştir. Bunların 400 kadarı cenk kalesinde ve daha fazlası da Tora Bora’da yakalandıktan sonra katledilmişlerdir. Afganistan’ın başına onbinlerce ton bomba yağdırılırken, Cenevre anlaşmalarının tümü ABD yönetimi tarafından çiğnenmiştir. Ve zaten tüm bu nedenlerle Washington yönetimi, Uluslararası Ceza Mahkemesi projesine düşmanca yaklaşmıştır. Yabancı ülkelerde operasyonlar düzenleyen ve savaş suçu işleyen Amerikan askerlerinin diğer ülkelerin suç işlemiş askerleri gibi tarafsız uluslararası bir ceza mahkemesinde yargılanmaları ABD yönetimince kabul edilmemiştir. Avrupa ülkeleri, ABD’nin bu baskısı karşısında boyun eğmişlerdir. ABD'nin savaş ilanı, Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının ve yollarının tam ortasındaki Afganistan ile sınırlı kalmamış, Orta Asya’nın ve Alt Kıta Hindistan’ın arka kapısı konumundaki Basra Körfezi’ni tutan -aynı zamanda petrol zengini olan- iki ülkeye, Irak ve İran’a da yönelmiştir.

Kaynaklar:

1) 11 Eylül Konspirasyonu, USA, İsrail

Yusuf Küpeli


2) 11 EYLÜL TERÖR SALDIRILARI VE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİN AFGANİSTAN MÜDAHALESİ

İrfan POLAT


3) 11 Eylül ve 'Amerikan Engizisyonu'

Michel Chossudovsky



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın dünya kümesinde bulunan diğer yazıları...
Wikileaks, Mossad ve Cıa İşbirliği

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sözleşmeli Öğretmen
Kızılca Kıyamet: Bilişim Kıyameti
Sökün Köyü'nün Boynu Bükük Tarihi Camisi!
Askerliği Gereksiz Yere Uzatmak Yersizdir
Halk Ne Denli Varlıklı ve Eğitim Düzeyi Yüksekse, Yönetim Biçimi de O Denli Demokratiktir
Yoksulluğa Karşı Savaşta Din Görevlilerinin Önderliği
Çok - Kültürlü Toplumlar
Din Görevlisi Kanaat Önderi Olmalıdır
Uygarlıklar Dayanışması mı Yoksa Uygarlıklar Çatışması mı?
Ekinlerlerarası İlişkiler: Erime veya Bütünleşme

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ozymandias [Şiir]
Pars! Pars! [Şiir]
Ak Güvercinim, Özgür Yiğidim! [Şiir]
İl Olma Yolunda İlerleyen Silifke [Deneme]
Cayır Cayır Yanıyor Ülkemiz Şu Lanet Terör Yangınında! [Bilimsel]


Mevlüt Tok kimdir?

Emekli İngilizce okutmanıyım. 1954 Mersin doğumluyum. Bu sayfalarda çeviri denemeleri yapmak istiyorum.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mevlüt Tok, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.