Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Peki bu ''kanaat önderi'' kavramı neyi anlatır? Bu toplumbilimi kavramı modern demokrasilerde kamuoyu oluşturma alanında kullanılmıştır. Kamuoyu kavramı içerisinde yer alan “kamu” sözcüğü özetle “grup” ve “oy” sözcüğü de özetle “kanaat” anlamına gelmektedir (Bektaş, 1996:41-68). Toplumda yaşayan farklı grupların farklı konularda farklı kanaat ve tutumlara sahip olduğu hatırlanırsa, kamuoyunun sadece çoğunluğun kanaati olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Kamuoyu, çoğunluk ve azınlık kanaatlerinin karşılıklı etkileşmesinin de bir son ürünüdür (Vural, 1999:61). Özetle kamuoyu, belirli bir zamanda, belirli bir tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla ilgilenen kişiler grubuna ya da gruplarına hakim olan kanaattir; ancak bunun kendini etkin olarak duyuran kanaat olduğunu da eklemek gereklidir (Kapani, 1983:115). Ayrıca, kamuoyu konusunda çalışmalar yapanların kabul ettikleri bir gerçek ise, bu kavramın tek ve açık bir tanımının olanaklı olmadığıdır (Mutlu, 1993:117). Gökçe (1996:211), siyaset bilimi açısından kamuoyunu; yasama, yürütme ve yargı organlarının davranışını belirleyen ya da kanaat önderleri tarafından belirlenen ve oluşturulan ölçüt olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, kamuoyunun oluşumunda ayrıca kanaat, kanı ya da kamuoyu önderlerinin rolünden (Vural, 1999:50; Bektaş, 1996:109-111) de söz etmek gereklidir. Kanaat önderleri, görece belli bir sıklıkta, diğer bireylerin tutumlarını ve/ya da davranışlarını teklifsiz olarak etkileyebilen kişiye karşılık kullanılmaktadır (Mutlu, 1993:122). Arkadaşları tarafından belli bir konuda özel uzmanlığı olduğu kabul edilen, fikir ve öğüt almak için başvurulan kanaat önderleri, kamuoyunun oluşumunda önemli bir role sahip görülmektedir. Dar çevrelerde kamuoyunun oluşumunda kanaat önderleri, medyadan daha etkili kabul edilmektedir (Kışlalı, 1997:330). Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu’na göre: ‘‘Din görevlisi devlet memurundan öte, toplumla iç içe yaşayan sivil memurdur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplumun her kesimini kucaklayan, sosyal yaşantının içinde olan ve insanlara dini inançları konusunda yol gösteren bir kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sivil karakteri, bürokrat karakterinden daha öndedir. Camiler resmi kurum değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı da resmi kurum değildir. Zaten din ile devlet bürokrasisinin ayrı tutulmasının anlamı da bu olmalıdır. Camilerin, ibadet yapmanın yanı sıra, sosyal hayatta da çok önemli bir yere sahiptir. Camiler, gençlerin, çocukların, kadınların ve toplumdaki herkesin buluşacağı sosyal ve kültürel faaliyetlerin merkezi olmalıdır. Avrupa’da ve Amerika’da müslümanlar bulabildikleri bir camiyi hem ibadet için hem de sosyal ve kültürel faaliyetleri için bir merkez haline getiriyorlar. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olduklarını’’ bildirmektedir. İmam Arapça’da önder demektir. Cami imamının temel görevi müslüman topluluklara ibadet ve din inançlarını öğrenmede bulundukları çevrede halkımızı inanç, ibadet ve ahlâk konularında aydınlatmaktır. Buna yol göstermek de denebilir. Gerçekten müslüman topluluğun içine girmek, onlarla birlikte hareket etmek, acı ve tatlı hatıralarını paylaşmak çok önemlidir. Bu nedenle din görevlilerinde diğer kamu görevlilerinde olduğu gibi 8-17 saatleri içerisine sığdırılabilecek bir çalışma kavramına bakmadan toplumla iç içe yaşamak durumundadırlar. Daha güneş doğmadan seher vakilerinde uyanıp camiye koşan, gece vakitlerinde diğer kamu görevlilerinin evlerinde dinlendiği bir saate yine camiye koşturan, kalıplaşmış çalışma saatlerini kırıp aşarak müslüman topluluğa ibadetlerinde önderlik yapar. İmamlar gerçek bir toplum önderleridir. Toplumun kafasını kurcalayan her türlü toplumsal sorunlarla ilgili sorular gelir ona. Nerede, ne zaman, ve nasıl bir soru ile karşılaşacakları belli değildir. Durum böyle olunca onlar, yalnızca bir kuşağın değil, tersine çocukların, gençlerin, yaşlıların, okumuşların ve okumamışların da ümit ve moral kaynağıdır. Dolayısıyla bilgi, kültür, kabiliyet ve donanım bakımından, toplumun beklentilerine cevap vermek zorundadırlar. Din görevlilerinin müslüman topluluklarla kaynaşmasını ve çevrelerine ışık saçmalarını hararetle savunan Mehmet Akif Ersoy 30 Haziran 1910 tarihinde yazdığı, “Din Adamları ve Medrese” adlı bir makalesinde şunları söylemektedir: “…Lakin vaazlar yine eski Musevilerden kalma olup, bazı vaizlerimizin, söyleyecek sözleri -yani sepette pamukları- olmadığından, vakit geçirmek ve yerli yersiz halkı korkutup duygulandırmak için kullandıkları, kaynağı ve doğruluğu meçhul masalları olacaksa bunları bırakalım! Doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde ne kadar Müslüman varsa zillet sefalet içinde yaşamaktadır. Sefil bir milletin elinde kalan bu dini yüceltemeyen, onu bilmeyen ve anlamayan görevliyi kürsüye yaklaştırmamalı. Çünkü konuşmacı, milletin mazisini, hâlini bilmeli ve cemaati istikbale hazırlamalıdır.” Bu nedenle din görevliliğini tercih eden kişi, rahat ve kendisinden emin olmalıdır. Mesleğinin gerektirdiği bilgi, kabiliyet ve deneyimi önemsemelidir. Yerine göre halkla bir sosyolog, psikolog ve hekim gibi ilgilenerek yardımcı olmalıdır. Ülkemiz tarihinde ulusal bağımsızlık için verilen çetin uğraş yıllarındaki görünüm ve cumhuriyetin kuruluşundaki proje, görevlilerimizin toplumdaki sosyal yapılarını ortaya koymak açısından önemlidir. Sütçü İmam’ın Kahramanlığı, Maraş kalesine asılan Fransız bayrağının indirilmesi, Denizli Çal müftüsü Ahmet Hulusi Efendinin İzmir’i işgalden kurtarmaya yönelik fetvası ve bölge halkıyla cepheye yürümesi, Ankara Müftüsü M. Rıfat Börekçi’nin Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte cumhuriyeti kurma çalışması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, okunan ayetler, mevlitler ve yapılan dualar… Bu çizgiler ve görüntüler o günlerde olup biten önemli olaylardan birkaç tanesidir. Diğer bir söyleyişle bunlar; gerektiğinde din görevlilerimizin başarılarını gösteren belge ve kanıtlardır. Din iyi ve güzel, kötü ve çirkin, doğru ve yanlış, adalet ve zulüm gibi hayatın temel çelişkileri hakkında perspektifler veren, dünya hayatını anlamlı ve yaşanabilir kılan en önemli değer kaynaklarından biridir. Din, gerek kişisel bir tercih veya metafizik bir tecrübe olarak, gerekse toplumsal var oluşun vazgeçilmez bir unsuru olarak hayatın her alanında kendisini gösterir. Bu itibarla kişisel ve toplumsal kimliklerin sağlıklı bir biçimde oluşabilmesi için dinin, özellikle de temel inanç ve ibadet alanlarının öğretilip eğitilmesinin gereği görülmektedir. Ülkemizde din görevlileri yetkilendirilirlerse terör sorununun da üstesinden gelebilirler. Din görevlileri iyi bir eğitimden geçirilerek, yöre halkının dilleri de öğretilerek halkın arasına kamu görevlisi olarak değil, sivil görevliler olarak gönderilip terör konusunda atınlatılabilir. Din etnik öğeler arasında bütünleşmeyi sağlayacak güçlü bir tutkaldır. Yöre halkının dilini de bilen din görevlileri köy köy dolaşarak halkı bilgisizlik kıskacından kurtarıp İslam’ın ışığıyla ayrılıkçı terör örgütlerinin gerçek amaçlarını daha iyi görebileceklerdir. ‘‘Rahmet iklimi Ramazan'da kalleşçe bir saldırı nasıl yapılır? Bir din adamı neden sırtından vurulur?Taş atan çocukların ellerinden tutan, onları Kur'an'la tanıştıran bir imamı öldürerek ne elde eder terör örgütü? Hakkari'de bir cami imamını ezan okumaya giderken, üstelik sırtından kurşunlayan, hıncı geçmediği için başına sıktıkları kurşunlarla onu şehit eden teröristlere, kirli silahların sahibi kirli ellere bu sorular. Aziz Tan 49 yaşındaydı. On sekiz yaşından beri imamlık vazifesini sürdürüyordu. Kalbi insan sevgisiyle dolu, eğitim âşığı, barış dostuydu. Aziz'di, İslam'dı, bir cami imamıydı. Sahurunu yapmış, akşamdan kalma teravih yorgunluğu içinde vazife yaptığı Hacı Sait Camii'ne ezan okuyup, sabah namazını kıldırmaya gidiyordu. Hain eller onu yolda yakaladı. Savaşta bile dokunulmayana dokundu kalleşlerin elleri ve sokak ortasında kurşun yağdırdılar ona.’’ (HaberVakti, 25 Ağustos 2010). İslâm dininde “ruhban sınıfı” adıyla bir kesim bulunmamaktadır. Din bilginlerinin görevleri, sadece bildiklerini bilmeyenlere öğretmek ve bilgilerini soranlardan saklamamaktır. İslâm açısından din bilginlerinin, başkaları üzerinde, kendilerine din tarafından verilen “dinsel” bir üstünlük ve egemenlik hakları yoktur. Bununla birlikte, dinin özellikle temel değerlerinin eğitim ve öğretimi ile toplu ibadetlerinin düzenli bir biçimde yerine getirilmesi ve örgütlenmesi için de birtakım kişilerin görevlendirilmesine gerek vardır. Çünkü bugün insanlar bütün gereksinimlerini kendi başlarına karşılayabilecek birkaç kişi veya birkaç aileden oluşan, yalın ve basit bir dünyada değil; yaşam koşullarının ve ilişkilerinin gittikçe güçleştiği, karmaşıklaştığı ve çeşitlendiği bir dünyada yaşamaktadır. Böyle bir dünyada ise yaşam içerisindeki ilişkilerin düzenli ve gerektiği biçimde gerçekleştirilebilmesi için iş bölümü, iş güvencesi ve sosyal güvenliğe gerek vardır. Din hizmetlerinin sahipsiz bırakılması, din değerleri ve ibadetlerin bütünüyle savsaklanmasına ve yok sayılmasına hatta zamanla büsbütün ortadan kalkması tehlikesine yol açabileceği için, söz konusu hizmetlerin düzenli bir biçimde yerine getirilebilmesi konusunda birtakım görevlendirmelerde bulunmak gerekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Konusundaki 22.06.1965 gün ve 633 sayılı yasada, Başkanlığın görev ve yetkileri şöyle belirtilir: “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.” Diyanet İşleri Başkanlığının camilerde ve cami dışında yerine getirdiği hizmetlere “din hizmetleri” ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesi sırasında görev alanlara da “din görevlileri” denir. İnsanları doğru ve güzele, hak ve adalete yönlendiren din görevlisi, huzursuz ve mutsuz gönüller için bir umut ışığı; öksüz, yetim, kimsesiz ve haksızlığa uğramış kişiler için emin ve güvenilir bir sığınak; katı kalpli suçlular için düzeltici bir eğitici; kin ve nefretle dolu kalplere sevgi yayan bir gönül doktoru; her türlü günah kirine bulaşmış kimselere pişmanlık ve tövbe kapılarını açan bir yol gösterici; toplumun aktöresel değerlerini koruyan ve toplumsal yozlaşma ve kötürümleşmeye karşı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını pekiştiren gönüllü ve içten bir önder ve benzmeye çalışılacak güzel bir örnek kişidir. Nitelikli ve düzeyli bir din eğitim ve hizmeti, ancak nitelikli ve düzeyli din görevlileri tarafından verilebilir. Bugün, “Kalıplaşmış düşüncelerden kurtulmanın davranışsal ve toplumsal koşulları; kalıplaşmış düşüncelerin baskısından bizi kurtarmayı başaracakaraçlardan biri, gerçek anlamda gerçek din adamlarıdır. Bunlar dini, boş inançlardan temizlemeyi başaracak bir eğitim alırsa, çevrelerine en büyük yol göstrici olmayı başarabilirler.” (Halis Ayhan, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitime Getirdiği Değerler, Damla Yayınevi, İstanbul 1982, s. 59) Din görevlisinin, yerine getirdiği dini açıklama ve yol gösterme görevini yaparken, sahip olduğu derin alan bilgisi ve genel ekin de her zaman yeterli olmayabilir. Bunlar yanında onun engin bir sevgi ve hoşgörü kaynağı olan geniş bir gönle, her türlü zorluk ve güçlüklerle mücadele edebilecek sağlam bir güce ve kendisini insanlığın hizmetine verecek bir toplumsal olgunluk ve adanmış bir kişiliğe de sahip olması gerekir. Çünkü etkili bir din açıklaması ve yol göstericilik görevi, sıradan, değişmez ve durğan bir iş değildir. Bir kimse bütün içtenliği ile inanmadıkça ve kendi üzerinde bir davranışa dönüştürmedikçe, herhangi bir din konusunu başarılı ve inandırıcı bir biçimde başkalarına anlatamaz. Birtakım sıradan hareket ve eylemlerimizi yücelten, alışkanlıklarımız ile ibadetlerimiz arasını ayıran en önemli ögedir, insanların niyet ve Toplumsal olgunluğa ve adanmış bir kişiliğe sahip olan din görevlisi, müslüman topluluklarıyla ilişkisi sırasında, yararsız söz ve davranışlarda bulunmayacak, insanlar arası kanaat ve düşünce ayrılıklarını derinleştirmeyecek, doğru, çalışkan, içi ve dışı temiz, kendine güvenen, içten, ileri görüşlü, nazik, kolaylaştırıcı, olumlu güç ve sevgi dolu bir güzel arkadaş ve dost olacaktır. Kur’an-ı Kerim’de; “Allah sizin için kolaylık diliyor, zorluk istemiyor.” (Bakara, 185) denmiş, Hz. Peygamber Efendimiz de; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” buyurmuştur. (Buhârî, “İlim”, 11; “Edeb”, 80; “Cihad”, 164; Müslim, “Cihad”, 5; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 17) Amerika’da siyah müslümanlar için yayınlanan ‘‘Bilalian News’’ adlı dergide okudum. Mesid -Amerika’da bizdeki cami anlamında kullanılıyor- müslümanlar için yalnızca namaz kılınan bir yar değildir. Burası bütün toplumsal etkinliklerin yerine getirildiği canlı bir toplum merkezidir. Çocuklar da burada eğitilir. Burada oturup müslüman toplumun sorunları tartışılır, yoksullara yardım edilir. Hatta iş ilanları bile burada verilir. Gençlerin oturabileceği, kafeteryalar vardır. İsterlerse tenis oynayabilirler, isterlerse internete girebilirler. Sözün özü burası namaz kılmanın yanı sıra bütün yaşamı içine alır. Almanya ve İngiltere’ye gittiğimde de gördüm. Buralarda da Türkiye’deki kalıplaşmış cami kavramının dışında tam yaşamın ortasında yer alır. Bu gurbet ellerde göçmen işçilerimizin kimliklerini koruyup geliştirebilecekleri güvenli bir liman, güvenli bir sığınaktır. Buralarda işçiler biri birleine güçlü birdayanışma duygusuyla sarılarak dağılıp, eriyip yok olmaktan kurtulmaktadırlar. Kiliseler de benzer tkinlikleri sürdürmeye çalışmaktadırlar ancak gençler hızla kiliselerden uzaklaşıp ateism batağına saplanmaktadırlar. Hatta bazı kliseler toplumlarını yitirdiklerinden satılmaktadırlar. Bunlardan bazılarının satın alınıp camiye çevrildikleri de olmaktadır. Bizim Türklerde eriyip kaybolma korkusu ortadan kalkmış, Alman toplumunda da İslamlaşma başlamıştır. Avrupa artık kendilerini camilere alıştırmaya çalışmaktadırlar. Özgür düşünceli, önyargısız Avrupalılar bu İslamlaşma’ya karşı çıkmazlarken, ırkçılar ve tutucu sağcılar öfkeyle karşı çıkmaktadırlar. Irkçı ve İslam karşıtı düşünceleriyle tanınan Hollandalı aşırı sağcı lider Gert Wilders, Almanya'nın başkenti Berlin'i ziyaret etti. Wilders'ın hedefinde yine İslam vardı. Wilders, "Almanya'nın kendi kimliğini savunabileceği, İslam'a karşı bir harekete ihtiyacı var" dedi; Avrupa'daki İslam'ı "hayalet"e benzetti. Avrupa'da ırkçı ve İslam karşıtı düşüncelerin sözcüsü oldu. Sağcı hükümete verdiği dışarıdan destekle, Hollanda'da göçmen ve İslam karşıtı yaptırımları hükümet protokolüne soktu. Ardından da Berlin'e gitti, Almanya'yı karıştırdı. İslam karşıtı "Fitne" isimli filmiyle tanınan Hollanda Özgürlük Partisi lideri Gert Wilders, Almanya'nın başkentindeydi. Bir grup sağcı politikacı ve dernek tarafından davet edilen Wilders, bir oteldeki etkinlikte konuştu. Wilders, hem İslam'ı hem de Almanya Başbakanı Angela Merkel'i hedef aldı: "Almanya'nın kendi kimliğini savunabileceği, İslam'a karşı bir harekete ihtiyacı var. Alman demokrasisi ve ekonomik refahı, İslam'ın tehditi altında. Şu an Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor. İslam'ın hayaleti. Bu tehlike artık aynı zamanda politik bir tehdit. Çoğumuzun da bildiği gibi, İslam sadece din değil, tüm politika görüşlerin üzerinde tehlikeli bir ideoloji." Hollandalı Wilders, "Merkel Almanya'nın İslam ülkesi olmasından yanadır" görüşünü de savundu. Wilders karşıtı gösteriler Wilders etkinlikte konuşurken, sokaklarda da hem yoğun güvenlik önlemleri hem de gösteriler vardı. Yüzlerce protestocu, Wilders karşıtı eylem yaptı. (CNN Türk, 03.10.2010). Avrupa’da ve Amerika’da dinsel örgütlenmeler sekülarizm çerçevesinde oldukça özgürdür. Şu anda dinin devlete müdahalesi engellenmiş olduğu halde, devletin dine müdahalesinin önü açıktır. Özerk bir diyanetle din hizmetleri daha özgürce yapılabilir.Orada din devlete karışmaz, devlet de dine. Orada din kurumu özerk bir yapıya sahiptir. Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlanan Türkiye de dinsel örgütlenmesini Avrupa düzeyinde özerkleştirmesi gerekir. Avrupa ölçütlerinde tam bir din özgürlüğü geldiği zaman, hristiyanlar da doğal olarak sınırların ortadan kalktığı Avrupa Birliği topraklarında müslümanlar arasında yasal olarak da ülkemizde özgürce kendi dinlerini yayma çabasına gireceklerir. Bizdeki kamu görevlisi olma anlayışına sahip din görevlileriyle sınırlı-görevli din görevlileriyle müslümanların inançlarını misyoner akınınana karşı koruma olanağı zayıflayacaktır. Bizde bir ata sözü var: ‘‘AT İZİ , İT İZLERİNE KARIŞMIŞ-KÖYDE İTLER SERBEST TAŞLAR BAĞLI’’. Bu misyoner akınına karşın Türkiye’de bize özgü sekülerizle imamların elleri kolları bağlı kalacak ve müslüman halkımızın inançlarını korumada yetersiz kalacaklardır. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir an önce yasal düzenlemeler yapılarak üniversiteler ve Hakimler gibi özerk akademik bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Dünya koşulları yeniden gözden geçirilerek dinsel örgütlenmemiz de baştan sona gözden geçirilip Avrupa ölçütlerine göre –kliseden daha geri olmamak üzere- yeni bir örgürlenme ağı kurmak gereği ortaya çıkmıştır. Yoksa Avrupa Birliği’yle bütünleşme tamamlanınca bütün Anadoluyu yeniden hristiyanlaştırma çabasına gireceklerdir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mevlüt Tok, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |