..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Ayşe Kaya




6 Kasım 2010
Anı Kolleksiyonum (İstanbul)  
Ayşe Kaya
Üçüncü hafta hava genelde boz bulanık. Ne yapılır ki bu havada evde oturup uyku modundan başka? Yine böyle bir günde pazara gidiyorum ama yok artık kesmiyor “en iyisi yeni yerler keşfedeyim” diyerek başlıyorum bilmediğim sokakları arşınlamaya. Ben sokaklarda dolaşırken sanırım yağmur beni kıskanıyor yada yalnız olmama gönlü razı olmuyor oda eşlik ediyor bana. Yağmur ve ben… Severiz birbirimizi, sık sık da gezeriz. Böylece sevgimizi İstanbul’a da göstermiş oluyoruz.


:AFHD:
Bir aylık gezme maceram sone ermiş ve yeniden otobüse binme vaktim gelmişti. Otobüs hareket ettiğindeyse artık yapacak tek bir şey kalmıştı, pencereden öylesine dışarıyı izlemek. Bende işte öyle yaptım ve bir müddet izledim koşuşturan insanları.
Vedalar ağır geliyor bünyeme, kaçamak kaçamak bakıyorum ağlamamak için ablamın yüzüne. Burada vedalaşacak çok kimse yok o yüzden yinede ucuz atlatıyorum veda sahnesini. Ama her veda yani her yolculuk, sanki geride bıraktıklarımı bir daha göremeyecekmişim korkusunu yerleştiriyor kalbime. İşte bu yüzden her veda bir hüzün çökertiyor içime.
Buraya gelirken uğurlanışımı hatırlıyorum. Annemde bir mahzunluk vardı. Anlaşılan evde boşluğumu çok arayacaktı. En yakın arkadaşlarım çok kalma diye sıkı sıkı tembihliyorlardı.
Son olarak sanal ortamda tanışıp güzel bağlar kurduğumuz arkadaşlarımla yaşanmıştı veda. Ablam yerindeki arkadaşım sevdiğim bir şarkıyla uğurlamak istiyordu beni, dj abim ise bir değil tüm sevdiği şarkıları yollayalım en iyisi diyerek sırayla çalıyordu şarkılarımı. Neredeyse bilgisayarımı kapatamayacak, neredeyse evden çıkamayacaktım.
Sevilmek ne güzel şey. İşte bu yüzden “ya bir daha göremezsem” korkusuyla sevdiklerini geride bırakıp yola çıkmak kedere bürüyor kalbi. Artık yolculuk başladığındaysa yavaş yavaş değişiyor işler ve Rabbe tevekkül ediliyor. Bende birazcık o duygusallıktan çıkıp rahatlıyorum. Yol boyunca da sevdiklerimle sürekli telefonda görüşmek iyice kendime getiriyor beni, anlıyorum ki; hiç biri geride kalmadı hepsi de her zaman benimle.
Nihayet bitiyor tüm tereddütler ve ben yeni hatıralar toplamak için iniyorum otobüsten…
*************************************
İlk durak Şirinevler, artık her köşesini karış karış biliyorum. Her canımın sıkıntısı Şirinevler’e gidip orda boş boş gezmem demek. İkinci cumartesi geldiğinde Dursun Ali TAŞÇI Hoca’mın mesnevi dersine katılıyorum Sultanahmet’te. Ben buraları bilmem rehber olarak yeğenim var yanımda ama oda benden pek farklı değil adresi bulmakta birazcık zorlanıyoruz ama azim bir kez daha zaferi getiriyor ve nihayet buluyoruz medreseyi. Mesneviden kesitler dinlerken adeta ruh uçup gidiyor olduğu yerden. Sonsuz bir huzur kaplıyor her yani ve insan özünü buluyor. Sırf bu derslere her hafta katılabilmek için hep burada olmayı temenni ediyorum. Dersten sonra Sultan Ahmet Camisini ziyaret ediyoruz ve karnımızı doyurup evin yolunu tutuyoruz.
Pazar günüyse arkadaşlarla buluşuyoruz saat 12.30 gibi. Adres tabiki benim tek bildiğim yer olan Şirinevler. Saat 13.00 gibi oturacak bir yer bulup, 18.30’da zor çıkıyoruz. Hani Gülsün Abla karşıya geçecek olmasa daha da oturmaya niyetimiz var. Zaman nasıl geçiyor fark etmiyoruz muhabbetimiz tam gaz. Bu güzel buluşma en güzel günlerimden biri oluyor buradaki.
Üçüncü hafta hava genelde boz bulanık. Ne yapılır ki bu havada evde oturup uyku modundan başka? Yine böyle bir günde pazara gidiyorum ama yok artık kesmiyor “en iyisi yeni yerler keşfedeyim” diyerek başlıyorum bilmediğim sokakları arşınlamaya. Ben sokaklarda dolaşırken sanırım yağmur beni kıskanıyor yada yalnız olmama gönlü razı olmuyor oda eşlik ediyor bana. Yağmur ve ben… Severiz birbirimizi, sık sık da gezeriz. Böylece sevgimizi İstanbul’a da göstermiş oluyoruz.
Her ne kadar grip mikropları zorlasa da bünyemi, asla kaçıramam mesnevi dersimi. Günlerden cumartesi ve adres yine Sultanahmet. Bu hafta arkadaşlarımı da davet ediyorum ve onlarda eşlik ediyor bana. İtiraf ediyorum ki sürekli burnumu çekmek zorunda kaldığımdan bir an önce bitsin istiyorum ders. İçimi rahatlatan duyuru D. Ali Hoca’mdan geliyor ve bugün dersin yarım saat erken biteceğini söylüyor. Bir gün böyle bir dilekte bulunacağımı asla tahmin edemezdim gel gör ki; hastalık her şeyi yaptırıyormuş insana. Ders çıkışı ilk adresimiz bir çay bahçesi, ancak çok kalmıyoruz burada sebepse arkadaşlarımın kedilerden korkması. Mecbur çaylarımızı içiyoruz, ben arkadaşlarıma ebrularını hediye ediyorum Burcu’da bana güzel bir kitap hediye ediyor ve kalkıyoruz. İkinci durağımız kaptanımız Meryem’in önderliğinde Gülhane parkı. Gülhane’ye gelince çocukluğumuzda geliyor bizimle, patlamış mısır almaya karar veriyoruz ancak bir tane mi yoksa iki tanemi alalım bir türlü fikir birliğine varamıyoruz, en sonunda iki tane almaya karar veriyoruz ancak bu kez de bu iki paketi eşit bir şekilde paylaşma tartışmamız olay oluyor. Bizim bu işin içinden çıkamayacağımızı anlayan mısırcı en sonunda el atıyor bu işe ve ilk mısırı Meryem’den geri alıp ikinciden de ekleyerek üçüncü bir mısır hazırlıyor bize, böylelikle olay çözülmüş oluyor ama mısırcı Meryem’den paketi isterken Meryem’in “niye yaaa” diyişi günün komedisi oluyor. Ayrılana kadar o halimizle dalga geçiyoruz. Tabi tüm bu olaylara sebebiyet veren mısırları yerken de bol bol resim çekmeyi ihmal etmiyoruz. Katalog çekimi titizliğinde bir bir veriyoruz pozlarımızı. Hem manzara hem de keyfimiz yerinde, Gülhane yeşilliğiyle mest ediyor ve biraz da sonbahar görüntüsü harika bir ortam sunuyor bizlere. Zamanın hiç bitmesini istemediğimiz günlerden biri oluyor bu cumartesi ama mecbur vedalaşıp ayrılıyoruz artık eve dönüş vakti. Eve dönerken ( ilk kez dönüyorum tek başıma ve zaten de ikinci gelişim) biraz tedirgin bekliyorum otobüsü, neyse ki sora sora Bağdat bile bulunuyormuş bende bulup biniyorum nihayetinde. Ancak ineceğim yeri kaçırmamak için sürekli yol takibi yapmaktan ve bu işkenceye bir buçuk saat maruz kalmaktan biraz başım ağrıyor.
Aslında bu pazartesi için dönüş biletimi ayırtmıştım ama ablam ısrar edince ve havada iyice güzelleşince hadi diyorum kırmayayım ve bir hafta erteleniyor dönüşüm. Böylece şimdiye kadar pekte dolu geçmeyen İstanbul maceramda her gününe plan yapılmış yoğun bir haftaya başlıyorum. Galiba grip mikropları beni sevmedi, terk ediyorlar beni, üç dört günde toparladığım hiç olmamıştı böylece bir de ilke imza atmış oluyorum. Günlerden pazartesi ve ilk kez ablamla Şiirinevler’e gidiyoruz. Burada yapacağımız tek şey mağaza mağaza gezmek bizde öyle yapıyoruz ve yatsı ezanı okunmasına rağmen biz daha eve girmemiş oluyoruz. Tabi bunda Irmak’ın arabasından inip, yürüme hevesinin payı da çok büyük.
Salı günümüzü hem enerji toplamak hem de yorgunluk atmak için evde geçiriyoruz. Çarşambaysa ver elini Bakırköy. Hava şimdiye kadar ki en güzel yüzünü gösteriyor bize. Deniz kenarında yürüyoruz biraz, sonrada karşısında bir banka oturup bakışıyoruz bir müddet. Deniz anlıyor insanın halinden ve onu yatıştırmasını iyi biliyor. Bence en etkili terapilerden biri deniz. Her neyse… Denize dalarsak şimdi mevzu uzar. Bugünkü buluşmamız terapi değil, onun güzelliğini sadece hayran hayran izlemek için. Denize mest olduktan sonra artan iştahımızla kumpir yemeye gidiyoruz ama pekte iştahımıza değmiyor, sonuç hüsran. Neyse en azından hevesimiz geçti diyoruz. Minibüse bindikten sonra “ya abla hazır gelmişken seni bıraksaydık, ben bulurdum yolu” diye soğuk bir espri yapsam da, aslında Bakırköy’ün bana iyi geldiğini söyleyebilirim her anlamda:)
Perşembe günü program sabit, ablamın arkadaşlarıyla sohbet. İlk hafta sıkılmıştım aslında bir köşede sessiz sessiz oturmuştum. “Bir an önce dağılsak ya” diye dua ediyordum içimden. Ama şu an tam benlik “tüh keşke kendimi bir oraya bir buraya ışınlayabilseydim” aslında ne güzel olurdu herkes her istediği yere gidebilirdi böylece. Yedi sekiz samimi arkadaş her hafta bir aradalar, bu ortamda bulunmaktan mutluyum kısacası. Geçen hafta gidiyorum diye vedalaşmıştım herkesle, bu hafta görünce şaşırıyorlar tabii ve bu defa gidecekleri zaman kimse beni kale almadan ortaya Allahaısmarladık deyip çıkmaya yelteniyor ve hepsinin peşinden “bi dakika bi dakika ben bu hafta gidiyorum hakkınızı helal edin” diye koşturmak zorunda kalıyorum.
Cuma benim için kritik gün. Hiç bilmediğim yollara tek başıma düşeceğim. Ablam sıkı sıkı tarif ediyor; sol taraftaki yolun sonunda minibüse bineceksin Topkapı son durakta ineceksin, yolun karşı tarafına geçeceksin Kâğıthane arabalarını bulup parkı takip edip benzinliğin orda ineceksin, inşallah diyorum ve haydi bismillah çıkıyorum yola. Arabaları ve inip bineceğim yerleri bulmam sandığımdan daha kolay oluyor ve trafikte olmadığından bir saat sonra Kâğıthane’de buluyorum kendimi. Bugünkü kılavuzum yine Meryem, izinde olması benim işime yarıyor. Evde biraz konaklayıp öylen namazını müteakip ilk durağımız olan Miniatürk’e geliyoruz. Miniatürk Türkiye’den kesitlerle dolu, İstanbul’daki pek çok tarihi yerin yanı sıra, Anıtkabir’den Sümela Manastırına, peribacalarından bizim çifte minarelere (Sivas), Divriği Ulu Camiden Urfa balıklı göle varana kadar Türkiye’nin tarihi ve turistik yerlerinizin minyatürleri sergineleniyor burada. Mardin taş evler gitmediğim yerlerden en çok ilgimi çekenlerden oluyor. “Hmm mutlaka gitmeliyim.” Mardin’in çok mistik bir havası var umarım bir gün orayı da görürüm. Miniatürk’te gezmek uzun süre vaktimizi alıyor ee nede olsa koca Türkiye gez gez bitmez.
Bugünkü ikinci durağımızsa Eyüp. Yani Hz. Peygamber’e ev sahipliği yapmış o yüce sahabeyi ziyaret edeceğiz. Bilirdim İstanbul’da Eyüp Sultan diye bir ziyaret var ama bilmezdim ki o Eyüp sultan İslam tarihinde adını sık sık duyduğumuz Ebu Eyyub el Ensari. Daha öncede ziyaret etmiştim ama dediğim gibi o ziyaretler bilinçsizdi. Şimdiyse Hz. Peygamberin dostlarından birinin huzurunda olmanın heyecanı var içimde. Eyüp sultan İstanbul için çok önemli bir manevi güç, çünkü Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “ashabımdan herhangi bir kimse bir ülkede ölürse kıyamet günü onlar, o ülke halkı için bir lider ve nur olarak mahşere kaldırılır.” İşte bu müjdeli hadis kıyamet günü İstanbul’un liderinin Eyüp Sultan olduğunu gösteriyor bize. Ne mutlu o halka… Camiinin kokusu bile mest olmaya yetiyor aslında. Eyüp turumuzun sonunda istikametkah yerim Meryem’ler. Yorgun argın evin yolunu tutuyoruz.
İstanbul’daki son cumarteside yine Sultanahmet’te mesnevi dersiyle geçiyor. Bu haftaki derste yine candan vuruyor insanı, bu derslere sürekli katılabilmeyi çok isterdim doğrusu. Bu haftaki ders de maalesef erken bitiyor çünkü salonda dergi fuarı varmış, zaten içeriye girdiğimizde stantlar karşılamıştı bizi, bizde şöyle bir gezmiştik, mesneviden sonraysa Meryem ayrılıyor bense biraz kalıp dergilerle iyice haşır neşir oluyorum.
Bugün pazartesi artık eve dönme vakti geldi. Uzun bir müddet valizimi yerleştirmeyle uğraşıyorum. Hiçbir şey almadım diyorum ama bu valiz nasıl bu hale geldi bir türlü aklım almıyor. Evet, şu dakika evden çıkma anı, Meral şoförümüz oluyor sağ olsun. Yol biraz karışık ablam epey bir zorlanıyor “acaba şuradan mıydı, yok az daha git, yok yok buradan gir içeri” derken epey bir karışıklık yaşıyoruz neyse ki adresi bulamama ihtimalini ablam hesaba katmış ve o yüzden bizi yarım saat öncesinden çıkarmış evden. Uzun süre dolanıyoruz yolarda en sonunda sora sora buluyoruz neyse ki. Orada on, on beş dakika kadar bekledikten sonra artık arabamız kalkmaya hazır. Ağlamamak için zoraki gülümsüyoruz işte, Allahaısmarladııııııık… Yerim cam kenarı koltuğuma yerleşip el sallıyorum. By by…
******************************************
Artık sayılı dakikalar kaldı yolculuğumuzun bitmesine, birazdan babamı arayacağım gelip beklesin diye. Aslında ilk başta niyetim çat kapı yapmaktı ama valizimin ağırlığı yürüme niyetimi frenliyor, birde taksi parası da veremem, neyse babam gelsin bari.
Neyse… Bir aydır evde yoktum ve merak ediyorum bakalım babam yüz ifadesinde yeni bir imaj yapıp “ hoş geldin canım kızım” diye gülerek sevgi gösterisinde bulunacak mı bana yoksa ben imajımı bozmam diye ağır baba duruşuyla mı karşılayacak.
Geçen hafta annemle telefonda konuşurken fonda babamın sesi geliyor “ ne zaman geliyormuş?” annem babamla aramızda köprü oluyor sor bakalım diyorum geleyim mi?” “gelsin” diyor babam. Özlemiş mi diye sorduruyorum, yine “gelsin yeter artık” diyor. Yok yaa... öyle kolay kolay tamam dermiyim.” Özlediyse gelirim yoksa gelmiyorum” diyorum son söz. Ve nihayet zorla güzellik oluyor ve babam: “ özledim işte gelsin tamam” diyor. Yaşasın ben kazandım. “Eh tamam o zaman pazartesine geliyorum” diyorum. Bu olaydan zorla güzellik olup olmadığı anlaşılmış oluyor:) Bu olayı hatırlayınca aslında babamın beni normal haliyle karşılayacağını tahmin etmek pek de zor olmuyor, olsun ben yine şımarıp boynuna atlayayım bari.
Neyse… artık babamı aramalıyım.
Ooofffffffffffffff….
Yine çenem düşmüş, çok geç kaldım zaten gelmişiz. Şimdi bekleyen ben olacağım.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Habersiz Ziyaret
Hayatımın Hatırası

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sevgiliye Kırgın Satırlar
Aynalarda Kalan 2
Ey Yar...
Sustum... Mu?
Aşkımın Son Sözleri...
Uzaktaki Sevdiğim
Kısacık Aşkımız
Yalnızlar Şehri
Hasret Günleri
Aşk Yorgunu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Aynalarda Kalan [Şiir]
Öğrettiklerin... [Şiir]
Bendeki Sen [Şiir]
İki Ateş Arasında Aşk [Şiir]
Yine Sana Sitemler... [Şiir]
Rahmet Peygamberi [Şiir]
Hacım [Şiir]
Gökkuşağım [Şiir]
Bilseydik [Şiir]
Kararsız Aşk [Şiir]


Ayşe Kaya kimdir?

Niye bilmem hep sonbaharı sevdim, Dökülen yapraklarda buldum kendimi. Bir tarafım olabildiğine mutlu dedim, Diğer tarafım çözemediğim kadar gizemli.

Etkilendiği Yazarlar:
senai demirci, mustafa islamoğlu, ramazan kayan


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ayşe Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.