Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Sevgi bir ihtiyaç olduğu doğrudur; hatta en temel ihtiyaçtır. Ancak, sevgi, meta olamaz; meta ile yer değiştirildiği varsayımı bir yanılsamadır; çünkü söz konusu (meta varsayılan) sevgi, sevgi olmaktan çıkmış ve söz konusu gerçek anlamdaki (sevgi olan) özünden boşaltılmış bir duygu sömürüsüne dönüşmüştür artık. Duyguların her türü, her insanda var olduğu için, bazen, iç ve dış çelişki veya koşulların etkilemesiyle kimi duygusal kavramlar yer değiştirebiliyor. Ancak, her birinin kendi koşulları oluşunca, yer değiştirmeleri söz konusu olabiliyor. Örneğin sevgi ve nefreti ele alalım; bir insan, sonradan nefret etmek için sevmez; yoksa niyeti, sonradan nefret olanın sevgisi, göstermelik bir taktiktir ve özünden boşaltılmış olduğu için de adına sevgi diyemeyiz. Sevgi, öncelikle tek kişilik bir eylemdir; şayet sevgi, bir kişiye karşı ise ve o kişiden karşılık da bulmuşsa, buna karşılıklı sevgi denebilir ve ikili bir eyleme dönüşebilir. Sevgi emek ister ve yürek tezgâhından beslenmek zorundadır. Sevgi, katıksız saflıkta ve karşılıksız bir fedakârlığı gerektiriyorsa buna aşk da diyebiliriz; ancak aşkın böylesi, egolarını tatmin veya bilinçaltlarındaki bir boşluğu doldurmak için olması söz konusu olamaz. Böyle bir yaklaşım olacaksa; sevgiyi anlamamanın veya sevgiyi tatmamışlığın bir sonucu olabilir belki. Tarihte efsaneleşen veya saf özgünlüğüyle öne çıkan aşk öyküleri, (Leyla ile Mecnun; Ferhat ile Şirin vb.) örneklerinin zamanımıza kadar dillendirilmesinin başlıca sebebi; (eşdeğer bir karşılık bulan bu aşkların) mutlu sonla bitmedikleri ve sevgiyi anlamak istemeyen, (her şeye meta gözüyle bakan zengin veya otorite sahibi) kız tarafının, anut ve nefret dolu duygularla (sevgiyi/aşkı öldürerek), kavuşmaları engellemeleri dolayısıyla bu aşkların sonunun acıyla veya ölümle noktalanmasıdır. İnsanın namını belirleyen, onur ve kişiliğin revaçta olduğu bir dönemde (feodalitede), birbirini seven iki yüreğin önüne konan her engel, onları, kavuşmaya iterek, zorlayan bir kırpaç gibi etki yapardı. Engeller çoğaldıkça, sevenlerin kavuşma azmi, ölümüne bir onur mücadelesine dönüşüp, sevdaları daha da körüklenmiş olurdu. Yani, buradaki sevgi ve nefretin, en derininden beslenip, en zirvesine kadar çatışması söz konusudur. Elbette ki, sevgiyi temsil eden seven/aşık ile nefreti temsil eden engel otorite (yani kız tarafı ağa, bey, patron vb.)’ yi beseleyen ve etkileyen etmenler; sevgi, nefret, uzlaşma, terk etme, ölüm, yaşam, meta, pazarlık vb. kavramlara dair kişilik veya olgular yer değiştirebilir. Bütün bunlar, o sevgiyi anlamsızlaştırmaz veya yaşanmışlığını yok sayamaz. Yaşanan duygusallığın tartışma götürmez kalitesi ve bu uğurda sergilenen fedakârlığın ve emeğin sınırsız boyutunun, o yaşanmış sevdayı, oran ve boyutuna göre tarihsel sürece damgasını vurarak, öyküleştirerek zamana yaymıştır. Ölümle taçlanmış sevgiler dışında, kavuşmaları gerçekleşmiş sayısız aşklar ise, tarihin sessiz sürecinde unutularak yitip giderken; insanın dağarcığında geriye sadece acı sonla biten inatçı aşk öyküleri kalmıştır. Bunlardaki sevgi, saf, duru, objektif, net ve ölümünedir. Bunlara karşı duran ve o birlikteliği kabullenmek istemeyen otorite ise, nefret yüklü, uzlaşmaz katılıkta, meta bakışlı çıkarcı ve acımasızdır. Burada, ne bir boşluk doldurma niyeti ve ne de bir yer değiştirme samimiyetsizliği yoktur. Bu olayların geçtiği zamanda, sözler erdemliydi ve mutlaka yerine getirilmesi gerekirdi; sevgiler yürektendi ve asla içinde ihanete yer olmazdı. Öyküleşmiş büyük aşkların önüne daha büyük engeller çıktıkça ve süreci boyunca çok derin acılar yaşandıkça, aşklar, dillere düşmüş ve hangi oranda ne kadar çok acıklı sonla bitmişse, o oranda halk arasında öyküsü yaygınlaşmış ve belleklerde derin izler bırakmıştır. Feodal toplumun karakteristik aristokrat duruşu gereği; o dönemde, ad, san, kişilik, onur, erdem vb. sıfatlar başat tarzda ve belirleyiciydi. Ölümüne sevenlerin, birbirlerine kaçmak zorunda kaldıklarında ise, sığınabilecekleri bir ünlü kimseden veya kabileden ölümüne bir destek alabiliyorlardı; aksine, böylesine kendilerine sığınanlara destek vermekten kaçınan kişi veya kabile için bu bir onursuzluk sayılıyordu. Destekler ise, beraberinde belki çatışmalar, belâlar ve yıkımlar da getirebiliyordu. Yaşanılan aşk, öyküsel bir süreçte, sözlü edebiyatın ve türkülerin konusu da olunca, dilden dile dolaşıp destanlaşabiliyor. Günümüzdeki sevgi, kapitalist toplumun bireyci çıkar atmosferinde olduğu için, feodal döneme tekabül eden benzer bir sevda öyküsü çıkmaz. Sevenlerin kaçıp sığınacağı ne bir yer, ne bir bey veya kabile yoktur artık. Kaçtığı yerde çalışıp para kazanmak zorundadırlar; para kazanamasalar, aç kalırlar ve bu açlık, belki onların sevgilerini de bitirebilir. Onların, olası bu durumları da, hiç kimsenin umurunda bile olmaz. Kendilerini besleyecek kimseyi bulamazlar. Belki onların haline bakıp, sadece dudak kıvırtıp, vah zavallılar, diye acıyan çıkabilir, o kadar. Kapitalist bireyci çağımızda aşk, salt başına sevgi ile beslenemez ve sevgi tek başına yetersiz kalır. Sevgi, temel ve belirleyici unsur olmuyor ne yazık ki... Sevenleri, öncelikle, ev- bark, düğün- dernek, takılar, ev döşemenin yanı sıra, ilerde nasıl geçinecekleri (garanti bir işleri var mı gibi) vb. sorunlar düşündürür ve ne yazık ki buradaki aşk, bütün bunların arasında sadece bir figür olarak yerini alır.. Kısaca, yürek ve akıl bir arada çarpar günümüz sevdalarında. Gerçekler acıdır; akıl öne çıkınca, duygusal yürek tali dereceye düşer ve geri planda kalır. Bireyci kapitalist toplumda, bireysel çıkarlar söz konusudur; bazen bir gül veya belirli günlerdeki bir hediye ihmali günümüz aşklarını bitirmeğe yetebilir. Onun için, tarihteki ünlü aşk öyküleri sıradan bir sevgiye dayanmadığı gibi, iki şahısla sınırlı gelişmiş değildir. Her olgu ve öyküde, araya hatırlı şahsiyetler (beyler, ağalar, aksakallılar, alimler) ve aşiretler karışmış ve kimi vakalarda bir çok cana mal olabilmiştir. Büyük acılar yaşatmış bu öyküler, tarafların ozanlarının dilinden; sözlü ve sazlı olarak, köyden köye, diyardan diyara, yanık türkülere malzeme olup yayıla gelmiştir günümüze. Bu zamandaki aşklar ise, bir gazete köşesinde haber konusu bile olsa, ömrü birkaç günlüktür. Seviyorum, demekle sevgi oluşmaz. Sevgi, emek ister; sevmeğe yürek ister. O yüreği de herkes taşımaz. M.Nazım Güler info@mnazim.com http://www.mnazim.com/konu-tarihsel-asklar-ve-sevgi-uzerine-829.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |