Kendinden daha uyanık insanları işe aldığın zaman, senin onlardan daha uyanık olduğunu kanıtlamış oluyorsun. -R. H. Grant |
|
||||||||||
|
Bir yandan ders çalışıyor, ara ara bişeyler atıştırırken biyandan da pencereden ovalara, tarlalara ve tepelere bakarak hatıralarımı canlandırıyor, düşler kuruyordum.. Derken kaynakçamın son sayfasını çevirmiş olduğumu fark ettiğim, zaten sıkılmıştım, bittiği iyi olmuştu.. Manisa civarlarında bir duvar yazısı gördüğümde bilgisayarımı açtım ve yazmaya başladım.. algıda seçicilikten olsa gerek, hızla giden trenden 1-2 saniyelik geçiş anında duvara gözüm takıldığında, yaldızlı boya ile yazılmış olan şu yazıyı okudum ; “herkes oyuncu olmuş, sokaklar sahne; bi sevdiğim vardı o da olmuş kahpe..” Sigara içen 3 kız çocuğu gördüm Akhisar garında, içim acıdı.. yaşları en fazla 15, nasılda özenti şekilde tüttürüyorlardı birbirlerine, arada bir de kendilerine bakan var mı diye çevreyi kolaçan ediyorlar, özgüven gösterisi şeklinde üflüyorlardı dumanı.. derken bi tanesi sigarasını atıp çantasından rujunu çıkardı, sürmeye başladı ve tren hareket etti.. Arazinin tam ortasında minicik bir ev, ya da kulube.. önünde paslanmış bir yel değirmeni, etrafında zeytin ağaçları ve üzüm bağları.. kim kalıyor acaba o evin içinde? Bi çocuk musallat oldu başıma bilgisayarı açtığımdan beri, adı Tanser mi Tansel mi öyle bişey, tam anlayamadım.. anlamını sordum biliyor musun diye, evet dedi ama söylemedi.. Dizine oturabilir miyim dedi, hayır yanıma otur dedim istemedi.. yan taraftaki küçük çocuğun oyuncaklarıyla oynamaya başladı.. oyuncaklar da hayvan maketleri; fil,gergedan,aslan,kaplan,kurt falan var, çok güzeller.. benimde küçükken aynılarından vardı.. Orada bir köy var uzakta, tepenin yamacında.. ama o köy bizim köyümüz değil, gitsek te, kalsak ta bizim köyümüz değil orası.. küçükken ilkokulda nasıl da kandırmış bizi şair.. Koyu yeşil zeytin ağaçları, turuncu meşeler ve bej rengi kavaklar muazzam bir manzara oluşturuyor.. doğa gerçekten her mevsim güzel.. Bir de sanayileşme bozmasa bu Tanrı üretimi tabiatın eşsiz güzelliğini.. uzun uzun bacalardan anladım, termik santralin siyaha boyadığı şehir, Soma’ya gelmişiz.. Kırkağaç’ı yine fark etmedim, hep sağ tarafa bakmışım yine sağ tarafa oturdum diye.. Bi de solcu geçiniriz, ne işim var sağda.. Neyse ki, soldaki yolcular az önce Soma’da inmişler.. önümdeki kız da elinde kitabıyla onların yerine geçmiş, panik isimli kitabını okuyor.. kızın kafasından kalan boşlukta Soma’nın üzerindeki puslu havayı görebiliyorum sadece.. yazık, insanlar o kadar güzelim yeşilliklerin arasında, bol oksijen yerine kara dumanı çekiyorlar ciğerlerine.. Birden İzmir geldi aklıma, Tınaztepe’den baktığımda da aynı görüntüyü görürdüm.. şehrin üstündeki toz bulutu her seferinde, insanlar nasıl sağlıklı yaşıyorlar böyle kirli havada diye düşündürürdü beni.. doğrusu pek sağlıklı oldukları söylenemez ya.. Az önceki kız, tekrar önümdeki yerine geçerek sol taraftaki pencereyi de benim görüş alanıma bıraktı.. Şimdi her iki taraftan da görebiliyorum doğayı.. O kadar güzel bir an ki şuan, kulağımda sanat müziği ve sol taraftaki pencereden güneşin batış anından biraz önceki hali.. gökyüzü turkuaz ve turuncunun çeşitli tonlarıyla dans ediyor adeta koyu yeşil zeytin ağaçlarının üzerinde.. Başımı tekrar çevirdiğimde, karnı acıkmış bir şahinin av turlarını atarken görüyorum.. Çok kısa süre sonra o da gözden kayboluyor.. Bir ev daha tepenin ortasında, tek başına.. ama dumanı tütüyor, içinde birisi olmalı.. kim acaba, nasıl biri yada birileri? Dağların üzerinde oluşan ufuk çizgisinde renk bordoya dönüşüyor ve hava gitgide kararıyorken, bu kısa doğa betimlemelerimi sona erdimek zorunda kalıyorum.. Ah ne kötü böyle güzel yerler varken ve doğa böylesine genişken, insanların şehirlerde beton yığınları arasına sıkışıp kalması.. Sanırım gerçek özgürlük köyde yaşamak.. her şeyden uzak, mutluluğa yakın.. Söylemeyi unuttum, Soma’dan çıkarken abim aramıştı.. O da istanbul’dan feribota binicekmiş 6 buçukta.. Bi aksilik olmazsa, aynı anda varıcaz Bandırma’ya.. Gar ve İskele yan yana zaten, ilk gelen beklesin, eve beraber gidelim dedik.. Savaştepe’ye gelmişiz, istasyon bomboş.. Elinde işaret eden bir bekçi var sadece.. O da üşümüş, titremesinden belli.. Şu tren tuvaletlerine de bi türlü çare bulamadılar.. insan üstüne yapıcak sallanırken.. Görevlinin kapı kilidini de bozuk parayla açması cabası.. Hava karardı ya, köylerin olduğu yerler süs ışıkları gibi parlamasından belli oluyor.. Köy yoksa eğer gerçekten ürpertici bi hal alıyor dışarısı. Bazen upuzun bir tünele girmişim gibi hissediyorum.. Vagonda pek fazla yolcu da kalmamış şöyle bir dikkat edince.. Tek tük oturuyorlar.. Önümdeki kız da sıkıldı heralde, kalktı dolaşmaya başladı.. Bi bilse kendisi hakkında yazı yazdığımı, kim bilir ne düşünür.. Sanırım tünele girdik, dış ses değişiverdi birden, yankılanmaya başladı.. Tren yolculuğu yapanlar bilir, bilmeyenler için söylüyorum; tünel, tren yolculuklarında çocukların akılda tuttukları yerlerdendir.. çocukken heyecanlanırdım tünele girince, hep tünelleri sayardım, bir sonrakini sabırsızlıkla beklerdim, pek eğlenceli gelirdi tünelden geçmek o zamanlar.. Yol yapım çalışmalarında çalışan işçilerin vay haline.. bi görseniz ne perişan haldeler.. kendilerine küçük bi klübe yapmışlar orada kalıyorlar.. üstelik hava kararmasına rağmen hala bişeylerle uğraşıyorlar.. bu soğuk havada o küçücük klübenin özlemini çektikleri yüzlerinden kolayca fark ediliyor.. Vagon soğudu, kalorifer yine arıza yaptı sanırım.. Bir devlet demiryolları klasiği.. Yazın klima arızası, kışın kalörifer.. Artık hiç şaşırmıyorum.. Söylenmeye de gerek yok, bu paraya bu kadar hizmet diyorlar.. Tren düdük çalmaya başlayınca kafamı kaldırıp bakıyorum dışarı, ışık hüzmeleri gözüme çarpmaya başlıyor.. Bir sürü yığılmış kereste görüyorum.. Sanki yıllardır aynı keresteler orada duruyorlar, çünkü sırası ve şekli hiç bozulmamış gibi geliyor ne zaman buradan geçsem.. Evet Balıkesir burası, 10 numara şehir.. Önümdeki şu kız, Balıkesir’de iniyormuş.. Az önce valizini indirmesine yardım ettim.. 4 saat sonra tek iletişimimiz bu oldu. Teşekür etti ve yine kendisi hakkında yazılanlardan habersiz, valizini sürükleyerek gidiverdi.. Balıkesir Gar.. İzmir’den gelen trenlerin Eskişehir-Ankara ve Bandırma yönüne olmak üzere ikiye ayrıldığı yer.. Bikaç kere ankara’ya giderken, buradan binmiştik trene, gece expresi.. Hatrıma geldi biran.. Bomboş koltuklar birdenbire kapışılıverdi.. Akın etti yeni yolcular resmen. Vagon neredeyse tamamen doldu.. Biraz önceki sessizlik yerini kısa süreli uğultuya bıraktı.. Bekçi işaret yaptı, makinist düdük çaldı ve tren hareket etti.. dışarıda yolcu edenler ve içerideki yakınları birbirlerine el sallama ritüelini tamamladıktan sonra herkes yerine yerleşti ve gürültü kesildi diyordum ki ”evet, balıkesir’den yeni binenler..” sesi vagonun arka tarafından yükselmeye başladı.. Biletçi yine kontrole gelmişti.. Bir litrelik limonata ve yarım litrelik suyu bitirmiş olmanın verdiği haceti gidermek için yine o komediyi çekmek zorunda kaldım az önce.. Muhayyer kürdi makamında bir yolculuk her insana gerekiyor bazen.. hemzemin geçitten geçerken çalan çanların tınısı, kanunun sesine ne kadar da benziyormuş.. Düşündüm de, twitter insanın yaşadığı anları parça parça anlatmasına neden oluyor.. yaşadığın şeyi cümle içerisinde kullan der gibi tıpkı... Bi süre sonra cümle parçalarını birleştirdiğinizde anlamsız bir tablo çıkıyor karşınıza.. Oysa güzel bir tablo ancak bütünüyle çalışılınca ortaya çıkar.. parça parça çalışırsanız eğer, her seferinde renklerin tonunu tutturamazsınız.. Bu yazı da sanki twitlerin birleştirilmişi gibi bir hal aldı.. ama ben renklerin tonunu tutturmayı başarmışım sanırım.. konu bütünlüğü hala korunmakta çünkü ben hala trendeyim.. “Susurluk yolcuları hazırlansın..” diye bağırarak ön kapıdan vagona dalıverince görevli, irkildim.. Meğer Susurluk’a gelmişiz..ne güzel, köpüklü bi ayran içilirdi şimdi yörsanda ama gel gör ki tren beklemez.. otobüsler gibi mola vermiyor bu soğuk demir makina.. ona rağmen otobüslerden daha çok duygu hissettiriyor nedense.. belki de uzun sürmesi ve ilginizi dağıtacak başka şeyin olmaması buna sebeptir.. Gerçekten o kadar sıkıcı bir yolculuk ki, çocukken nasıl seviyormuşum anlayamıyorum bi türlü o psikolojimi.. Geçenlerde Yavuz Bingöl anlatıyordu televizyonda, devlet memuru babası yüzünden, küçükken hep ordan oraya taşınırlarmış.. o anıları hep tren yollarında geçmiş.. sanırım ona da kara tren türküsünü yazdıran o anıları olmuştur.. Bilgisayarımın şarjı bitmek üzere, 5 dakikası kalmış, uyarı verdi.. yine de iyi dayandı vala bravo.. bir de sol tarafıma susurlukta boşaldıktan sonra, arka taraftan kalkan başka bir kız oturdu.. nedir bu kızların alıp veremediği benim sol tarafımdaki yan koltukla anlamadım.. laptopa gömülmüş yazı yazıp duran bir adam çok mu dikkat çekiyor ne.. Bu kısmı evde tamamlıyorum.. bandırma’ya indiğimde beni karşılayan anne ve babamı görünce çok mutlu olmuştum.. benden bi 15 dakika sonra da abim gelmişti.. öyle mutlu olmuştum ki o an, çekirdek aile sıcaklığının özlemini gidermenin ne büyük bir keyif olduğunu bir kez daha anlamıştım.. Şu yan tarafıma oturan ikinci kız, iskelenin önünde abimi beklerken yanımızdan geçti tek başına göz ucuyla bizi süzerek.. Ulaş Tuzak
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ulaş Tuzak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |