..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Ortamsal > seyfullah ÇALIŞKAN




9 Aralık 2011
Gökçeada 2  
Yok

seyfullah ÇALIŞKAN


Ahşap binanın alt katı dükkân, üst katı evdi. Merdivenlerden bir kız indi. Yüzünün alı tam al, beyazı kar gibi lekesiz, gözlerinin karası gece gibiydi. Kumaş boyası alamadık. Çünkü kız bu işlerden anlamıyordu. Babası da yarım saate kadar gelecekti. Ama hırdavatçı dükkânında Camcı da saatlerce beklenmezdi. Elimiz boy olarak dükkândan çıkıp gittik. Biz sonra yeniden geliriz dedik. O kızı bir kez daha gördüm. Gökçeada çarşısında postanenin önünden geçip gitmişti.


:AICD:
GÖKÇEADA 2
Bana hiç yüz vermemiş olsalar da, yüzüme bir kez bile bakmadıkları için ayıp etmiş olsalar bile Rum kızları güzeldi. Şimdi adını unuttum ama bir camcı vardı. Kızlarının güzelliği bütün adanın dilindeydi. Şaka maka değil gerçekten çok güzeldi. Yanağının alını güller, dudaklarının kırmızısını görse elmalar kıskanırdı. Bir daha ömrü billâh böylesini görmedim. Yorgo ile Camcı’nın dükkânına gitmiştik. Koyunları işaretlemek için kumaş boyası alacaktı. Camcı yoktu ama dükkânı açıktı. İçeri girdik. Kimse yok mu diye seslendik. Ahşap binanın alt katı dükkân, üst katı evdi. Merdivenlerden bir kız indi. Yüzünün alı tam al, beyazı kar gibi lekesiz, gözlerinin karası gece gibiydi. Kumaş boyası alamadık. Çünkü kız bu işlerden anlamıyordu. Babası da yarım saate kadar gelecekti. Ama hırdavatçı dükkânında Camcı da saatlerce beklenmezdi. Elimiz boy olarak dükkândan çıkıp gittik. Biz sonra yeniden geliriz dedik. O kızı bir kez daha gördüm. Gökçeada çarşısında postanenin önünden geçip gitmişti.
Aklınıza yanlış bir şey gelmesin. Kıza yiyecek gibi falan bakmadık. O mahcuptu gözlerimiz karşılaştığında biz de utangaçtık. Öylesine baktık, bir ağaca, taşa, duvara, hırdavatçı dükkânındaki nesnelere bakar gibi. Yüzeysel ve öylesine işte. Yorgo ile yaşıt olmalarına rağmen pek tanışıyor gibi değillerdi. Çünkü karşılaştıklarında hiçbir samimiyet belirtisi göstermediler. Onların bu durumu aslında biraz garibime gitti. Çünkü topu topu birkaç bin kişilik bir Rum topluluktular. Bunu Yorgo’ya sordum. “Camcı’nın kızı Yunanistan’da okuyor. Biz İstanbul’da. Neredeyse hiç karşılaşmıyoruz,” demişti.
Kaleköy de yazın günbatımları çok güzel olur. Güneş Kaleköy sahilinde inmeden önce Semandirek adasına bakır bir ayna tutar. Sahildeki evleri göreceğinizi sanırsınız. Belli belirsiz beyaz lekeler ortaya çıksa da gördükleriniz ev midir seçemezsiniz. İki adanın arasındaki bütün deniz portakal rengine boyandığında Yıldız Koyunda resmen artık alacakaranlıktır. Küçücük bir tepe güneşi bu kadar saklar mı diye düşünmeden edemezsiniz. Güneş Gökçeada’dan ayrıldıktan sonra Semandirek’te varınca orada biraz dinlenir gibi gökyüzünde asılı kalır. Bazen bir iki bulut çizgisi kılıç gibi incecik güneşe doğru uzanır. Bazen de martılar güneşe doğru uçarlar. Resimlerdeki gibi… Dikkatli bakarsanız karşı kıyıdaki tepelerin neon lambası gibi parlayan ışıktan çizgilerini görebilirsiniz. Elimde değil, bu manzarayı her gördüğümde coğrafya dersinde öğrendiklerimin hepsini kaldırıp zihnimden atarım. Dünya bilmem hangi hızla güneşin etrafında dönermiş ve iki meridyen arasındaki zaman dilimi dört dakikaymış. Masal bunlar. Kaleköy’e gidin gün batımını izleyin. Siz de benim gibi güneşin ada ada dolaşıp kafasına göre takıldığını göreceksiniz.
Kaleköy sahillerinde bazen zıpkınla balık avına takılırdık. Su öylesine duru ve aydınlık olurdu ki onlarca metre ilersini bile görebilirdik. Müthiş bir renk cümbüşü ve yüzlerce balık çeşidiyle seyrine doyum olmazdı. Bir arkadaşım parlak renkli göz alıcı güzellikteki canlılara fazla yaklaşma demişti. En tehlikelileri onlardır. Zıpkınla vursan bile kıyıya getirmeden dokunma sakın. Anlayan birine göster. Parlak renkli canlılar hep zehirli olurmuş.. Balığın bol olduğu kayalıklar beni hep ürkütürdü. Arkadaşlarım yanımda değilse gidemezdim. Sadece kumsalın açıklarında dolaşırdım. Kayaların kuytu ve koyu gölgeleri denizi dipsiz kuyular gibi gösterirdi. Ve aniden kocaman bir balık çıkıp üzerime doğru gelse ne yapacağımı bilemezdim. Birkaç kez karagöz vurdum. Kefal, levrek ve adını bilmediğim birkaç karabalık. Orfoz vurmadım örneğin, ya da akya… Gökçeada dışında bir daha zıpkınla hiç dalmadım. Hala her gittiğim yerde Gökçeada’nın o büyülü, berrak sularını ararım.
Sinemacı Namık öğrencilerle muhatap olmazdı. Zayıf, ince, bir deri bir kemik diye tanımlanan insanlardandı. Cezaevindeki mahkûmiyeti bittikten sonra memleketine gitmeyip adaya yerleşenlerden olduğu söylenirdi. Düşmanlıkları ve pişmanlığını memleketinde bırakıp adada kendince bir yaşam kurmuştu. Öğrencilerle sıkı fıkı olmamasının nedenini anlayabiliyorum. Çünkü öğrencilerin neredeyse hepsi genç olma sıkıntısından sivilce döken çocuklardı. Biraz bitirimdiler ve azıcık da kurnaz. Elini veren kolunu geri alamazdı. Örneğin o yıllarda öğrencilere sıcak davranan bir lokantacımız vardı. Adamın canını burnundan getirirdik. Bizden yediğimizin, içtiğimizin yarı parasını zor alabilirdi.
Sinemacı Namık akşama doğru Kaleköy’e giderdi. Külüstür bir mobiletli vardı. Arkasında da küçücük bir sepeti... Her akşam Kaleköy Limanının bitişiğindeki falezlere olta atardı. Tipik bir balıkçıydı. Her zaman birkaç günlük sakalı olurdu. Yem takmadığı, misinasını sarmadığı zamanlarda dudağında sürekli yanan bir sigara otururdu. Kalın misinanın ucundaki kocaman bir kancaya irice bir istavriti veya sardalyeyi büsbütün takıp denize atardı. “Bu adam balinaya mı olta atıyor,” derdik. Yunus ya da köpek balığı avlasa anlarım. Sıyırmış abi bu adam. Sıyırmış işte bi …kimi tutamaz bu oltayla.” Aslında biz ne oltadan, ne de balıktan anlardık. O neredeyse her akşam kocaman bir orfoz avlardı. İhtimal ki satardı. Çünkü o kocaman balığı insan bir hafta yese bile bitiremezdi. Falezlerin dibinden çektiği balığı gördüğümde gözlerime inanamadım. Kocaman balığı kan ter içinde kayaların üzerine çeker. Karşısına geçip bir keyif sigarası içerdi. Kayaların üzerinde çırpınan balık kolay kolay ölmezdi. Zıpladıkça rengi çekilir, solardı. Sudan çıktığı andaki pırıltılı hali ölümüyle birlikte silinip giderdi.

Seyfullah
Ağustos 2009




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın ortamsal kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tek Taş
Kadınlar Denizi
Tacizci

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Nataşa, Mavra ve Rakı
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]


seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.