..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




3 Haziran 2012
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/5.  
Kemal Yavuz Paracıkoğlu
Gülbahar, bir an eşelemeği bırakarak yukarı doğru kulak kabarttı. Alican korkarak, “N’oldu?” diye fısıldadı.


:BAJB:
Fiko dört adamıyla yan yana harabelerdeki kayalıkların eteklerine ulaştığında, Karabaş, onların düşman olduğunu hemen anlamış ve efendilerine bir zarar vereceklerinden kaygılanarak, korkup uzaklaşmaları için en gür sesiyle havlamaya başlamıştı. Kayaköy’ün köpeklerinden onu duyanlar da öyle bir havlamaya başlamışlardı ki, seslerini Muş Bulanık yolundan geçenler bile duyar olmuşlardı da, Kayaköy’de bir felaketin olduğunu anlayarak jandarmaya ihbar etmeyi düşünmeye başlamışlardı.
Bu durum Fiko’nun sinirlerini allak bullak etmişti.
İki adamını, “Susturun ulan şu iti!” diyerek kayalıklara yollarken, arkalarından da, “çobanı da alıp getirin,” diye seslendi.
*
Gülbahar, bir an eşelemeği bırakarak yukarı doğru kulak kabarttı.
Alican korkarak, “N’oldu?” diye fısıldadı.
Birden, harabelerin dışından Karabaş’ın çığlık çığlığa havlamalarını duymaya başladılar. Gülbahar, heyecanlanarak, “Keçilere bir şey oldu herhal!” deyip, ayağa kalktı.
Alican, korkuyla, “ Kurtlar sarmış olmasın?” diye atıldı.
Gülbahar, “Saçmalama! Kurt ne arasın burada? Gidip bir bakalım,” diye azarladı onu.
Bulundukları bölmeden çıkıp, yukarı çıkılan basamakları tırmanarak küçük mağaranın içine geçtiler. Küçük mağara deliğinden dışarıya göz atarak etrafta herhangi bir hareket göremeyince, sürünerek delikten dışarı çıktılar.
Karabaş, Kayalıklardan aşağı doğru durmadan havlamaktaydı.
Tam kaya yamacına doğru giderek Karabaş’ın havladığı yerden bakacaklardı ki, gördükleri şey karşısında korkudan yüzlerindeki kan çekiliverdi.
Başındaki poşusuyla iriyarı bir terörist yarın tepesine kadar tırmandıktan sonra, “Isıracak köpek dişini göstermez ulen deyyus!” diye söylenerek havlamalarla üzerine hamleler yapan Karabaş’ın üzerine atıldı.
Karabaş, havlamakla korkutamayacağını anladığı adamın ısırmadık yerini bırakmamasına karşın, hayatında hiç rastlamadığı kadar inatçı ve dirençli bir hasımla karşı karşıya olduğunu da anlamakta gecikmedi. Bu defa da o korkuya kapılıp kaçmaya hamletmeye başladı ama, adamın elinden kurtulup uzaklaşmayı başaramıyordu. Adam, nihayet tutup kavradığı hayvanı uçurumdan aşağı savurup atıverdi. Aşağılardan köpeğin son bir cıyaklaması duyuldu.
İriyarı eşkıya, Karabaş’ı soğukkanlılıkla yardan aşağı attıktan sonra, yaptığı vahşet sanki sıradan bir şeymiş gibi umursamasız, geride kalmış başka bir eşkıyanın tırmanmasına yardım etmeye başlamıştı.
Alican, şok halindeydi ve kekeleyerek, “attı! Karabaş’ı...” diye inlemekteydi.
Gülbahar, sakin görünmeye çalışarak erkek kardeşine, sessizce, fısıldadı. “Sus! Seni de mi atsınlar istiyorsun? Sakin ol... Korkma. Adamların arkası dönükken içeri dönmeliyiz.”
Çıktıkları in ağzı on adım kadar gerilerinde duruyordu ama bulundukları yerden ayağa kalktıkları takdirde teröristler hemen görecekti onları. Bir on adım kadar sürünerek gidip içeri dönebilseler, onların sürünerek ancak geçebildikleri dar delikten bir ayınınki kadar iri cüssesiyle geçemeyeceği için yakalanmazlardı adama. Kardeşinin kulağına fısıldayarak, “Şu kapıya doğru sürünmeye başla. Çabuk ol, ama sakın ses çıkarma. Sessiz olursak burada olduğumuzu asla anlayamazlar,” dedi.
Alican, Karabaş için sessizce ağlayarak ablasının dediğini yaparken Gülbahar da, dişlerinin arasından, “Acele et!” diye söylenerek onun peşi sıra sürünmeye başladı.
İri kıyım adamın çekip yukarı çıkarttığı ikinci adam sıska bir Kürt’tü ve o da poşuluydu. Adamlar, yıkıntıların arasında dolaşmaya başlamışlardı. Tam da küçük deliğe yaklaştıklarında adamları gören Gülbahar, Alican’ı bacağından tutup, durdurdu. Ölü gibi hareketsiz kalakalmışlardı. Nefes almaktan bile korkuyorlardı. Kalıntıların arasında, adamın görüş alanı dışındaydılar. İriyarı terörist gözlerini doğrudan onların yattıkları yere yöneltip, sanki onları görmüş gibi gözlerini kısarak bakmaya başlamıştı. Gülbahar, onun gözlerini üzerlerinde hissederek biraz daha hareketsiz bekledi. Adamlar, onlara doğru hareketlendikleri takdirde, onlar yanlarına ulaşmadan, birkaç adım ötelerindeki delikten içeri geçebilirlerdi, ama çok hızlı hareket etmek şartıyla.
İriyarı terörist, arkadaşını uyarmak için bağırmaya başladı, “Oradalar!”
Tam da onları işaret ediyordu ve birden onlara doğru koşmaya başladı.
Gülbahar, Alican’a haykırdı, “Koş!”
Alican hızla yerinden doğruldu ve ok gibi fırlayarak inin dar girişinden içeri daldı. Adamlara son bir göz atıp kendisi de aynı yere dalarak sürünmeye başladı. Adamlar girişin ağzına ulaştıklarında o da küçük mağaraya geçmiş bulunuyordu.
Dışarıdan adamların sesi geliyordu.
“Fare deliği gibi burası...”
“Bakın şuralara, bir başka giriş var mı?”
“Yok. Tek giriş bura. Kafam bile geçmez benim buradan.”
“Dur hele, ben sığarım belki…”
Ufak tefek teröristin sürüklenerek içeri girdiği görüldü.
Gülbahar, delikten sürünerek yanlarına girmekte olan sıska adamı fark edince, onun başına vurabilmek için bir şeyler bakındı, ama bulamadı. Alican’ı basamaklara çekiştirerek, birlikte aşağıya indiler.
Labirentin derinliklerine doğru ilerlediler. Taşların arasında daha evvelden bulup da inmeye cesaret edemedikleri basamaklara ulaştılar. Gülbahar, Alican’ın inmemek için direneceğini anlayınca onu sertçe ittirip içeri soktu, ardından kendisi de aynı yere daldı. İkisi de zifiri karanlık içinde basamaklarda indiklerini sanırken ayakları boşluğa basıp dengesizce aşağı yuvarlandılar. Sonra toparlanarak elleri ve dizleri üzerinde hızla ilerlemeye başladılar. Alican, cebindeki fenerini çıkartıp yaktı. Gülbahar onun elinden öfkeyle kaptı feneri.
“Ne yapıyorsun? Işıkla yol mu göstereceksin adamlara!”
Feneri kendi cebine sokuşturdu. Yıllarla birlikte yerler çamur, moloz ve tozla kaplanmıştı ve bu yığılma geçtikleri geçitlerin çaplarını zaman içinde küçük birer deliğe çevirmişti. Sivri Kayalar ellerini ve dizlerini kan içinde bırakmıştı.
“Kurtulmak için tek umudumuz izimizi kaybettirebilmek. Gayret et kardeşim! Ses çıkartmadan saklanmalıyız. Çabuk! Çabuk!”
Çok karanlık bir köşede durdular, görülmeyeceklerine emin olarak biraz dinlenerek, peşlerinden gelinip gelinmediğini anlamaya çalıştılar. Karanlığın içinde adamın az önce onların düştüğü merdiven boşluğundan düşerek homurdandığını duyunca, yeniden kaçmaya koyuldular. Labirentin derinlerine doğru hızlanarak, yer yer sürünerek, yer yer tırmanarak ilerlediler.
Artık gürültü yapıp yapmadıklarına da aldırış etmemeye başlamışlardı. Bir hendek bulup içine daldılar. Büyük bir levhanın altına yuvarlandılar ve yarısı toprağın altına gömülmüş bir merdiven boşluğuna düştüler. Buradan da başka bir geçide daldılar. Harabeler uçsuz bucaksızdı. Daha önce hiç gelmedikleri yerlerin, onları nereye götürdüğünü bilemeden bir aralıktan başka bir odaya geçtiler. Üzerlerindeki tavanın bir kısmı çökmüştü. Nereden geldiği belirsiz silik bir gün ışığı etrafı hafifçe aydınlatmaktaydı. Geniş bir gömüttü burası. Duvara gömülü sıralı girintilerde iskelet kalıntıları vardı. Kafatasları, karanlık ve boş göz yuvarlarından onlara bakmaktaydılar ve aralık ağızlarıyla sanki onların haline gülmekteydiler. Gülbahar bir çıkış bulma umuduyla ışığın kaynağına doğru baktı. Ayağa kalkıp tırmanmayı denedi, ancak buradaki duvar pürüzsüzdü. Ayağını koyacak, tutunacak hiçbir yer yoktu ve tuzağa düşmüşlerdi... Duvar girintilerinden birine, o yerin eski sahipleri olan iskeletleri temizleyerek, sindiler. Gülbahar, Alican’ı yan arkasında tutarak duvara yaslandı. Alican’ın bedeni bastırmaya çalıştığı hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı; yüzünü Gülbahar’ın omzuna gömdü.
Adamın, odanın hemen dışından gelen sesini duydular. Sesin geldiği taraftan belli belirsiz bir fener ışığı fark edildi. Adamın el feneri vardı.
“Hey! Neredesiniz, veletler?”
Bir sessizlik oldu. Sonra az önce kendilerinin girdiği açıklıktan içeri el feneri uzatıldı, yakıldı. Işığın aydınlattığı her yanı gözden geçirmeye başlayan adam onları da görmek üzereydi. Gülbahar, Alican’a sıkıca sarıldı. Ne varki görülmemeleri imkansızdı.
“O, buradasınız he!”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/3.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/1.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/9.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/4.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/2.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/8.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/6.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/7.

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bizim Köyün Ayıları
Paşazade... 2
Paşazade…1.
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/40)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/37)
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/10. (1. Bölüm Sonu)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/36. )
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/39)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/35. )
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/38)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.