..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilmek kadar kuşku duymaktan da zevk alıyorum. -Dante
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Aşk Romanı > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




11 Ekim 2012
Mevsim Gülbahar (2. Bölüm/3. )  
Kemal Yavuz Paracıkoğlu
Anadolu Üniversitesi rektörlük binasındaki Sosyal Bilimler Fakültesi dekanı Prof. Dr. Nezih Al’ın bürosu iç içe iki odadan ibaretti. İçeriye, Nezih beyin yanına, dış odadaki sekreter kızın yanından geçilerek giriliyordu.


:ACAC:
Anadolu Üniversitesi rektörlük binasındaki Sosyal Bilimler Fakültesi dekanı Prof. Dr. Nezih Al’ın bürosu iç içe iki odadan ibaretti. İçeriye, Nezih beyin yanına, dış odadaki sekreter kızın yanından geçilerek giriliyordu.
Sekreterin kulakları içerdeki sohbetten kendisine ulaşan seslerdeydi.
“Rektör, bana ait olması gereken bir tasarruf hakkında bir emrivakide bulunmaz herhalde?”
“Ama dekanım, siz de rektör beyi kıramazsınız...”
“Nedenmiş? Kendi bölümüme rektör kırılmasın diye kendi istediğim birisini atamak yerine rektörün istediği ismi atayamam doğrusu! ”
“Bu problem olacak gibi...”
Halil Kaya, elleri cebinde, içeri girip sekreterin önüne kadar geldi, “N’aber, ablası?” diyerek hatır sordu. Genç adam yirmi dört yaşında olmasına karşın saçlarının tepe noktasındaki kellik iyice belli olmaya başlamıştı.
“İyilik… Ne olsun?”
Bu mesafesiz hatırlaşma birbirlerini uzun zamandır tanımaların-dan dolayıydı.
“Patron beni bekliyordu…”
“Yardımcısıyla, senin için kavga ediyor. Bekle biraz…”
Halil Kaya, “okey,” diyerek, iç odanın aralık bırakılmış olan kapısından duyulan seslere kulak vermeye başladı.
“Herkesin bir talebi var; şimdi moda olan bu… Neyse ki rektörümüz olgun bir adam. Münhal Yardımcı Doçentlik kadrosuna doktora öğrencimi atayacak olmamı problem yapmayacaktır.”
“İnşallah!”
Halil Kaya’nın duyduğuna kulakları inanamadı. Fısıltıyla, “İşte bu!” diye haykırarak, sekretere elini uzatıp, çak yaptı. Sonra, samba dansı...
Onun bu çocuksu sevinci sekreter kızı güldürdü; güldüğü an sesinin içeri gideceğinden korkuya kapıldı. Sus işareti yaparak kendisi sustu. Fısıldayarak, “ne var bunda, bu kadar şımaracak? Otur şuraya!” diye söylendi.
Halil Kaya, “Değil şımarmak, takla bile atarım,” diyerek oturdu. Dört yıllık fakülteyi ilkokul okur gibi geçiştirdikten sonra yüksek lisans, daha sonra doktora; özellikle de dört yıl boyunca orta öğrenim düzeyinde verilen bir yabancı dil eğitimi sonrası titizlikle talep edilen yabancı dil başarısı, anasından emdiği sütü burnundan getirmişti. Beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokul, üç yıl lise, dört yıl lisans, iki yıl yüksek lisans ve iki yıl da doktora, toplam onsekiz-ondokuz yıl… Bir insan ömrünün bir bölü dördü eğitimle tüketiliyordu ve açık yakalanabilen tek bir münhal kadroya kapağı attığın belli olduğunda da sevinçten göbek atılıyordu.
Sekreter kız, “benim babam kurmay albaylıktan emekli oldu. Emekli olduğu yıla kadar, sürekli eğitim gördü. Elli yıl…” dedi.
“Güleriz ağlanacak halimize…”
“Öyle… Emekli olduktan sonra da çalışıyor, biliyor musun? Emekli maaşımla geçinemiyorum diyerek, ilkokul mezunu bile olmayan bir tüccarın yanında… Yah!”
“Yah…”
Ceketi elbise askılığında asılı, üstünde kravatlı beyaz gömleği, gri tonlu pantolonu ile tıraşlı, tüysüz, saçsız, elli yaşlarında kısa boylu bir adam olan S.B.F. Dekanı Prof. Dr. Nezih Al, oturduğu yerden doğrulurken, yardımcısına muzipçe baktı.
“Öğrencimin doktorasını tamamlayarak okulumuzda akademik kariyere başlayacak olması rektörden çok seni mi geriyor, ne?”
“Ne münasebet?”
Masasında bir şeyler toparlamaya başladı.
“Hadi, bırakın bunları. Bu delikanlıya güvenin. Ne kabiliyette olduğunu ben biliyorum onun. Şimdi izin verirsen, masamı toparlayayım da yola çıkmak için hazırlanayım.”
Dekan yardımcısı yerinden kalkarken, “Bu okulun birinci derecede sorumlusu olan sizsiniz. Bu sizin bileceğiniz bir şey,” dedi. Elini uzatıp Nezih Al ile tokalaştı. “Size iyi yolculuk... Bir ay sonra buradasınız inşallah.”
“İnşallah... Size bıraktığım vekâletle, ben dönünceye kadar bu atamaya ait işlemleri tamamlamış olacaksınız, unutmayın...”
Dekan yardımcısı, bozularak, “Hiçbir şeyi unutmam. Bir ay sonra yeni görevine başlamış olur...” diye söylendi.
“Umarım.”
Halil Kaya, kapıdan çıkan olduğunu fark ederek bir hamleyle ayaklandı, odadan çıkan dekan yardımcısı mesafeli tavırlarla onun önünden geçip giderken, o, kibirli adamın uzaklaşmasını nefretle bakarak seyretti.
Prof. Dr. Nezih Al, hızlı hareketlerle gitmek için hazırlanmaktaydı, epeyi bir şeyler doldurdu çantasına. Telefonu çaldığında telefon alıcısını kulağına kaldırıp az dinledikten sonra, “Gelsin!” dedi.
Kapı çalındığında, kapıya doğru seslendi. “Gel, Halil’ciğim!”
Kapı açıldı, içeri Halil Kaya girdi, hemen kapı önünde ellerini kavuşturup ayakta beklemeye başladı. “Beni emretmiştiniz hocam.”
“Estağfurullah! Sınav sonucunu söylediler mi?”
“Yok.”
“Kendim haber vermek istedim.” Adam, onun yanına giderek yüz mimiklerini izlemeye başladı. “Doktoranı tamamladığını söylememi umuyorsun, biliyorum.” Karşısındaki gencin yüzündeki sevinmeye hazır rahatlığı gördü. “Böyle, damdan düşer gibi olacak; ama, doktora tezinin kabul edilmediğini söylemek zorundayım.” Bu defa Halil Kaya’nın yüzündeki rahatlığın hayal kırıklığına dönüşümünü izleyerek muzipçe omzuna dokundu öğrencisinin. “Bunu hak etmemiştin. Üzgünüm!”
Halil Kaya, altı yıllık öğrencilik sürecinde bir kez bile şaka yaptığına şahit olmadığı hocasının, kendisine şaka yapabileceğine en küçük ihtimal bile vermiyordu, ama onun dekan yardımcısıyla konuşurken söylediği o lafları yeniden yorumlamaya çalışarak, yanlış anlamış olamayacağına hükmetti. Evet, evet… Altı yıl boyunca bir kez bile şaka yaptığına şahit olmadığı hocası bu defa şaka yapıyordu. Yüzünün çizgileri yeniden yumuşadı, gözleri yine ışıdı.
Prof. Dr. Nezih Al, “Bir ay boyunca yurt dışında olacağım. Senden ricam, bu arada yeni bir dosya hazırlaman,” dedi. Bu arada öğrencisinin kaçamak bakışlarının ışıdığını o da fark etti ve sempatiyle gülümsedi.
“Yemedin değil mi?”
“Yok.”
Halil Kaya mahcuplukla gülümsedi.
“Kapı aralığından misafirinizle konuştuklarınızı duydum da…”
Masasına dönerek çekmecesinden çıkarttığı evrağı Halil Kaya’ya götürüp, “Hadi, daha fazla üzmeyeyim seni,” diyerek teslim etti. “Çok başarılı bir öğrencilikten sonra, bunu hak ettin sen!” Verdiği evrağı eline alan Halil Kaya’yı yanaklarından öperek tebrik etti. “Tebrik ederim!”
“Çok… Çok teşekkür ederim, hocam… Yani, şey… Aldım mı? Doktoram bitti mi, yani… Çok teşekkür ederim! Her şey sizin sayenizde oldu!” Halil Kaya’nın sinirlerine hâkim olamayarak gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. “Çok teşekkürler!”
Prof. Dr. Nezih Al, askılıktaki ceketini sırtına geçirdi, masasının üstünden çantasını aldı. “Benim şimdi, çıkmam gerekiyor… Haydi, beraber çıkalım!”
Halil Kaya, hocasıyla tokalaşırken, “Tabii… İyi yolculuklar dilerim, hocam!” dedi.
Nezih bey, tokalaştığı öğrencisinin elini kapıya kadar bırakmadı.
“Sağ ol! Sen ne zaman dönüyorsun Ayvalık’a?”
“Buralarda bir işim kalmadı. Bugün giderim.”
“Çok iyi... İyi bir tatil yaparsın artık... Bir ay sonra buraya gel de, üniversitede ki işine başlatalım.”
“Gelirim hocam.”
Prof. Dr. Nezih Al, “Tamam. Sana da iyi yolculuk!” diyerek kapıyı açmak için uzandı.
Halil Kaya, ani bir refleksle hocası için kapıyı açtı, tuttuğu kapıdan çıkmasını bekledi. Onun peşinden kendisi de kapıyı çekerek çıktı.
*
Eskişehir Anadolu Üniversitesinin Tepebaşı kampusu içindeki sessiz ve hareketsiz ortam, huzursuzluk kokuyordu. Tam bir kaos dönemi yaşanıyordu. Halil Kaya ortalıkta yalnız başına bulunmaktan kurtulmak ihtiyacıyla, acele adımlar atarak Yunus Emre kampusu yönünde uzaklaştı.
Mavi Hastane önündeki yol boyunca ilerliyordu.
Karşı yönden birilerinden kaçarak gelen öğrenciyi gördü. Her kaçanın bir de kovalayanı olurdu. Müthiş bir korkuya kapılarak o da hastane binasına doğru kaçtı.
Bir yerlerden birileri ortaya fırlayarak, taşlarla sopalarla kaçan öğrenciyi kovalamaya başladı. Hastane kapısı içinden hastane görevlileri ile birlikte onları seyretti bir süre.
Kapıdaki Güvenlik Memuru, “yiyin birbirinizi serseriler!” diyerek küfretti.
Hastabakıcı kılıklı diğer bir görevli, “hastanemizin müşteri adayları onlar,” dedi. “Az sonra ya ölüleri, ya dirileri getirilir buraya.”
Halil Kaya, kovalayanların da gözden yitmesi üzerine dışarı çıkarak, hızla uzaklaştı.
*
Prof. Dr. Nezih Al, rektörlük binası önündeki park alanından aldığı arabasıyla hareket ettiğinde, kendisine doğru kaçarak gelen öğrenciyi gördü. Öğrenciyi kovalayan grup, aradaki mesafeyi iyice kapatmıştı ve kaçan öğrenciyi yakalamak üzereydiler. Bunu fark ettiğinde, onların yakalayacakları öğrenciye büyük bir zarar vereceklerinden kaygılandı. Arabasının vitesini büyültüp, tekerleklere patinaj yaptırarak kaçan öğrencinin yanına ulaştı, arabanın ön kapısını açarak, “bin haydi! Çabuk!” diye bağırdı.
Öğrenci, can havliyle arabanın içine atladı; iyice korkuya belenmiş, tir tir titriyordu.
Arabasına aldığı öğrenciyi oradan kaçırmak için, hızla kovalayanların arasına daldı, kendine yol açtı. Kenarlara kaçışanlar ellerindeki sopalarla, taşlarla arabaya vurmaya başladılar.
Açtığı yoldan uzaklaşmaya başladığında, patlayan bir silah sesi duyuldu. Araba uzaklaştı, uzaklaştı, o süratle, yol kenarındaki bir çam ağacına çarparak durdu.
Silahı atanla birlikte olayın vahametini anlaya diğerleri, çil yavrusu gibi bir yana kaçıştılar.
Kurşun, Prof. Dr. Nezih Al’ın sırtındaki beyaz gömleği ala boyamıştı.
*
Kafeteryada sağa sola asılmış hoparlörlerden yabancı şarkılar yayılmaktaydı.
Bora Kavak, “Mamy Blue” isimli şarkı çalınmaya başlayınca, dikkat kesilerek müziğin ritmine uygun hareketler yapmaya başladı. Aynı müziği kafeteryanın dışındaki hoparlörlerden solcu öğrenciler de dinleyerek şarkının ritmiyle uygun hareketler yapıyorlardı. O daima, hem sağcıların, hem solcuların aynı müştereklerde buluşmasının mümkün olabileceğini düşünürdü. “Ricky Shane’nin Mamy Blue’si bunu becerebiliyorsa, yurtseverlik ideolojisi neden beceremiyor?” diye düşünmekteyken, dışarıda ki solcu grubun yanına elinde şişkin bir poşetle gelen, sınıf arkadaşı Metin’e dikkat kesildi. Metin, gruba el kol hareketleri ve mimiklerle bir şeyler anlatıyordu. Onun, arkadaşlarına anlattığı şeylerin neler olduğunu işitebilmeyi çok isterdi. Buradan bir tahminde bulunmak gerekiyorsa, konuşmalarının arasında, elindeki poşete baktığına ya da onu gösterdiğine göre, gruba poşet içindekiler hakkında bilgi veriyor olmalıydı.
Aynı görüntüye Burhan da takmıştı kafasını. “Komünistleri görüyor musun abi?” diyerek masadakilere Metin’in bir şeyler anlattığı grubu gösterdi. “Ekonomicinin elindeki poşette, kitaplar var?”
Cemal, Burhan’a, “ekonomicileri niye genelliyorsun kardaş?” diye çıkıştı. “Ben de ekonomi okuyorum, Bora da, Hülya da… Bir sürü ekonomi okuyan kardaşımız var…”
Burhan, “yok, genellemiyorum abi… DıKapital okuyan ekonomicilerle bir tutar mıyım sizi hiç?” diyerek sırıttı.
Ahmet, dışarıdakileri göstererek, “gene kitap dağıtacaklardır bunlar,” dedi.
“Pazar günü toprak sahadan kovduğumuz yetmemiş bunlara, anlaşılan… Bir derse daha ihtiyaçları var bunların.”
Kemal, “Ne kitabı dağıtıyorlar bunlar?” diye sordu.
Paşa, “Nutuk’u dağıtacak değiller ya... Karl Marks’ı dağıtıyorlardır…” dedi.
Halil Kaya kafeteryaya girdiğinde bir masayı çevreleyerek oturmuş arkadaşlarını hararetli bir sohbet içindeyken buldu.
Halil Kaya, “Selamünaleyküm!” diyerek masaya geldi. Masadakiler onun selamını “Ve Aleykümselâm!” diyerek aldılar.
Halil Kaya elindeki evrakı masanın üstüne doğru attı. Attığı evrak piste inen uçak gibi süzülerek masanın üstüne kondu. Paşa onu eline aldı, şöyle bir göz atıp, “Doktora diplomanı almışsın?” dedi.
“Az önce aldım.”
Paşa, ayağa kalktı, heyecanla haykırdı: “Hey millet! Doktor Halil Kaya’yı alkışlayın!”
Kafeteryada bulunanlar büyük bir curcuna ile alkışlamaya, ıslıkla tempo tutmaya ve haykırmaya başlamıştılar.
“Helal olsun sana Ayvalıklı!”
“Islatalım o diplomayı!”
Masadakiler ayaklanmış, her biri sevinç gösterisi yaparak Halil Kaya’yı tebrik etmişti.
“Sağ olun arkadaşlar! Aslında ben buraya, vedalaşmaya geldim.”
Cemal, daha önceden konuştukları için, “Halil Ayvalık’a gidiyor bugün,” dedi.
Paşa, Cemal’e, “ev arkadaşın ile ayrılıyorsun, desen ya?” dedikten sonra Halil’e dönerek, “Eşyalarını götürmüyorsan, yeni öğrencilere vermek için ben alırım,” dedi.
Ona cevabı yine Cemal verdi: “Götürmüyor. Bir ay sonra işbaşı için dönecek ya…”
Paşa hatırlayarak, “haa, sahi,” diye söylendi.
Ahmet, Cemal’e, “bu bir ay boyunca tek başına mı oturacaksın hangar gibi evde?” diye sordu.
“Ne hangarı kardaş! İki göz ev… Hülya yerleşecek Halil’in odasına şimdilik…”
“Bora?”
“N’olmuş Bora’ya?”
“Sevgilisine seninle aynı evde kalmasına izin veriyor mu?”
Bora, bozularak müdahale etti. “Hülya, ev arkadaşlarıyla anlaşmazlığa girdi. Ona yeni bir ev ayarlayıncaya kadar, şimdilik Halil’in boşaltacağı odaya yerleşecek… Hem bende takılırım onlarla.”
Cemal, Ahmet’e sataşarak lafa girdi. “İstersen gel, Hülya’nın yerine, seninle oturalım. Kiranın yarısını ödersen tabii…”
“Mümkün değil! Senin evin yarı kirasıyla ben bir ay geçiniyorum.”
Kemal, lafa karışarak, “herkesin babası seninki gibi mebus değil kardeşim,”dedi.
Burhan, “hem de toprak ağası,” diyerek üsteledi.
Cemal, arkadaşlarının esprilerine gülümseyerek, “şurada bir ay sonra dönecek Halil… Hem oturmayacağı bir ayın yarı kirasını da ödedi zaten…” dedi.
Onun üstüne daha fazla varmamak için herkes sustu.
Halil Kaya, “sizin geyiğiniz bitmez,” diyerek ayaklandı. “Hadi ben vedalaşayım da gideyim…”
Sinan da, “Biz de geliriz otogara, geçirmeğe,”diyerek ayaklandı.
Halil Kaya, “doğrudan otogara gitmeyeceğim, başka işlerim de var. Burada ayrılalım,” diyerek Sinan’ın elini tuttu, yanak yanağa öpüşmeyi andırır biçimde kafalarını tokuşturdular.
Sinan, “iyi madem, sen bilirsin,” diyerek onunla kucaklaştı.
Halil Kaya masadakilerle sırayla aynı şekilde kafa tokuşturup kucaklaşmaya başladı. Öteki masalardan gelenler de oldu. Yoğun bir vedalaşma töreni yaşanıyordu… Bora vedalaşma sırası kendisine geldiğinde,
“Hülya’yla gideceğin yerlere arabayla götürüvereceğiz kanka,”
diyerek orada vedalaşmayı kabul etmedi. Nihayet herkesle vedalaştıktan sonra Halil Kaya, son bir kez, “Allahaısmarladık!” diyerek el sallayıp Bora ve Hülya ile birlikte oradan ayrıldı.
Kafeteryadan çıkıp otoparka doğru yürürken, Hülya, “e? buradan nereye?” diye sordu.
Halil Kaya, “evden iki valiz ile bir çanta alacağız, sonra doğru otogara,”dedi.
“O kadarcık mı? Hani başka yerlere gidecektin?”
“Yok yahu… Gelmesinler diye öyle dedim.”
Gülüşerek otoparka doğru gittiler.
*



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk romanı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/40)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/37)
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/10. (1. Bölüm Sonu)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/36. )
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/39)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/35. )
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/38)
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/34. )
Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/32. )
Mevsim Gülbahar (2. Bölüm/7. )

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bizim Köyün Ayıları
Paşazade... 2
Paşazade…1.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/3.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/1.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/9.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/4.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/2.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/8.
Mevsim Gülbahar - 1. Bölüm/6.

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.