Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Hülya, salondaki masada ders çalışmaktaydı. Kapı çalındı. Kalktı, gidip kapıyı açtı. Gelen Cemal’di. “Selam!” “Hoş geldin!” Birlikte salona geldiler. Hülya, ders çalıştığı masadaki sandalyesine dönerken, “Ay, birden annemi hatırladım,” diyerek gülümsedi. “Öyle mi? Neden?” Hülya, nedenini kısaca açıkladı. Sesi az hüzünlüydü. “Ben çok küçükken. Altı falan yaşımdayken… Yani, babam bizi terk etmeden önce, annemin, babam kapıyı çalınca gidip açıp, onu içeri alışını anımsadım, nedense…” Cemal gitti, aynı masanın önündeki sandalyeye oturdu. “Çok küçük bir detay… Hafızan güçlü,” dedi. “Alakası yok. Ama, geldi işte hatırıma. Birden, senle beni aynı evde yaşayan karı koca gibi hissettim.” Cemal, “Bora cezaevinden çıkınca, onunla gerçekleştirirsin bunu, inşallah…” dedi. “Baban ne diye terk etti sizi?” diye sorarak konuyu Bora’dan da, evlilikten de başka mecraya çekmek istedi. Hülya’nın hüznü gitgide artıyordu: “Anneme felç inmişti. Yatalaktı. Babam da sağlam bir kadınla defoldu, gitti işte,” dedi. “Yapma ya! E, siz ne yaptınız o gidince?” “Ben? Ben baktım anneme. Yemeğini yedirdim, altını temizledim, ilaçlarını içirdim…” “Altı yaşındaki bir çocuk için bu…” Hülya, onun sözünü keserek, “Altı yaşımdan onbir yaşıma kadar. Tam beş yıllık çocukluk için bu…” diyerek düzeltti. “Çok zordu, çok… Sonra öldü annem.” Cemal, öfkelenerek, “Başka kiminiz, kimseniz yok muydu yahu size sahip çıkacak?” diye çıkıştı. “Vardı elbet. Anneannem, dayılarım, yengelerim. Bir sürü insan vardı. Ve hepsi, annene ne de güzel bakıyorsun, aferin Hülya’cığım, demek için arada bir uğruyorlardı…” Hülya da öfkelendi. “Kapat şu mevzuu! Sen ne yaptın? Benim için, babanla konuşabildin mi?” Cemal, “İş için mi?” diye sordu. Hülya şaşırarak, “dün akşam konuştuk ya, abiciğim! Bana bir iş ayarlatmak için babanla…” diye söylenmeye başladı. Cemal, gamsız, “Okulun bitmesine daha bir ay var. Aceleye gerek yok,” diyerek onun sözünü kesti. Hülya ısrar ederek, “Olur mu ya… Bir ay sonra iş aramak için vakit ayıramam. Bir gün dahi işsizliğe tahammülüm yok. Anlamıyor musun? Anlatamıyor muyum sana!” diyerek söylenmeye başladı. Cemal, ağzındaki baklayı çıkartmaya karar vererek, “Senin bir banka memuresi olmana gönlüm razı değil. Zeki ve çalışkan bir elemana ihtiyacımız var bizim. O neden sen olmayasın?” “Nasıl yani?…” “Sana Bulanık’taki maden ocağından bahsetmiştim ya…” “E?…” “E’si şu ki, o işte çalışmanı istiyorum senden.” “ Ne iş yapacağım ki orada?” “Maden çıkartıp yurtdışına ihraç edeceksin. İhracat işlerine bakacaksın yani.… Yapılacak o kadar çok işin olacak ki, şaşarsın.” “Allah’ın dağı başında ne işi olur… Hem korkarım ben; teröristler filan…” Cemal gülmeden edemedi. “Hiçbir şeyden korkmana gerek yok. Herkes senden korksun!” Hülya, merakla, “Hakikaten mi, bu iş…” dedi. “Hakikaten…” “Yani ciddi, ciddi…” “Ciddi, ciddi…” “Baban? Ya o ne diyecek?” “İşin başına, böyle akıllı ve çalışkan bir hanımefendiyi geçirdiğim için tebrik eder beni…” “Bak ama… Dalga geçiyorsan…” “Geçmiyorum.” “Ama ciddiye alacağım…” “Tamam. Al.” “Tamam len gakkoş! Mademki öyle, iş benim…” “Senin dedik ya.” “İnşallah kalkarım altından…” “Kalkarsın, kalkarsın. Şu anda o işleri takip eden herif lise mezunu. O becerdikten sonra, sen haydi haydi becerirsin…” “İnşallah!” Cemal, ceketinin yakasından söküp aldığı toplu iğnenin ucunu yaktığı çakmağa tuttuktan sonra, “Uzat elini,” dedi. Hülya, tereddüt etti. “Ne yapacaksın. O iğneyi batırmayı düşünmüyorsun, değil mi?” “Ayıp oluyor ama… Hani birbirimize duyduğumuz güven?” Hülya, elini uzatırken, “Eh, canımı acıtacak bir şey yap da, sorarım sana,” diyerek gülümsedi. Cemal, kızın elini tutar tutmaz öteki elindeki iğneyi kızın parmağı ucuna batırdı. Hülya, canı acıdığı için değil ama, korkarak çığlığı bastı. “Ah…” Cemal, aynı iğneyle hemen kendi parmağını da kanattı. “Oldu işte. Şimdi kan kardeş olabiliriz artık.” Kanayan parmağını, kızın parmağı üstüne değdirdi. “Kanlarımız birbirine karıştı. Şimdi yemin edeceğiz.” “Edelim bakalım… Tamam da, ne diye yemin edeceğiz? Sen biliyor musun?” Cemal, “Bilmiyorum,” dedi. “Ama, uydururuz bir şeyler. Kanlarımızı birbirleriyle birleştirerek, aynı anne babadan doğmuş iki kardeşin duygularıyla birbirimize bağlandığımıza yemin edeceğiz.” “Tamam. Söyle benimle sen de… Bu birleştirdiğimiz kanımız…” “Bu birleştirdiğimiz kanımız…” “Bizim kardeşliğimizin…” “Bizim kardeşliğimizin…” “Şahiti olsun…” “Şahiti olsun…” “Bu kardeşliğe…” “Bu kardeşliğe…” “Hiçbir duygu ile…” “Hiçbir duygu ile…” “Ve hiçbir menfaat uğruna…” “Ve hiçbir menfaat uğruna…” “İhanet etmeyeceğime…” “İhanet etmeyeceğime…” “Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim…” “Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim… Olduk mu? Kanka mıyız bundan böyle?” “Ömrümüzün sonuna kadar…” “Eh, bi ihanet edersen bu kankalığımıza, çekeceğin var!” Cemal, elini uzattı. “Çak…” Hülya, onun eline çaktı. “Çak…” Birden, dış kapının kilidinin kurcalanmakta olduğunu duyarak irkildiler. Cemal, salon kapısından antreye baktıktan sonra dış kapı kolunun zorlandığını fark ederek hızla odasına koştu; elinde tabancayla döndü. Silahın ağzına mermi sürerek salondan antreye, dış kapıya yöneltti. Hülya, Cemal’in elindeki silaha baka kaldı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |