Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
SAAT: 22.22 Korkularım yeşerdi içimde kocaman, korkularım dağ kadar tedirginliğimle çoğaldı. Kimseden saklayamadığım canımın süzgecinden süzülen, benim kalbimi kabartan her buğulu göz sızıntı olup, çırpıntılarla göçüp gidiyorlar tek tek sevgimin sonsuz topraklarından. Yokluk var o topraklarda, var yokluk topraklarımda… Sessiz sedasız sürülen ve yeşeremeyen, esintiyle gürleşip, kokusuyla derinleşen köklerine bakamadan, susuzluğuyla çürümeye mahkum bırakılmış, çaresiz çaresi beklemek bekliyor beni. Beklerken, acılar teker teker çörekleniyor sislerin ardındaki kalbime. Aynı zamanda yavaş yavaş gökyüzü kararıyor, bir tren garında ve dışarıda, soğuk havada, kalabalık bir topluluğun içinde gözlerimi dikip uzaklara, trenin gelmesini bekliyorum. Tren gelmiyor, etraf bir iki kişinin aralarında konuşmalarının dışında ölüm sessizliğine bürünmüş vaziyette. Tren gelmiyor, ben sürekli saatime bakıyorum, kolumda saatim yok, çünkü en yakın bildiğim ve dostum olan birine vermiştim, o yüzden telefonumun saatine bakıyorum devamlı, aynı zamanda o cihazın saatinden çok bekliyorum. Bir ses bekliyorum, bir varlık bekliyorum, ama yok. VAZGEÇİYORUM!!! Merdivenlerden yavaş yavaş çıkıyorum, soğuk ve ayazdan dizlerim donmuş vaziyette. Ellerimi hissedemiyorum bile, yine telefonuma bakıyorum, ses seda yok yine. Kendime bakıyorum da gitmekten vazgeçiyorum ama Onu beklemekten vazgeçememişim henüz. Beton geçitten geçerken trenin geldiğini görüp arkamı dönüyorum, tren yolcularını alıyor, ben artık onların içinde yokum diyorum. Geçidin tam ortasında durmuştum farkında olmadan, bir adım atıp koşsam trenin içine gireceğim, dönüp diğer yanıma adım atsam tren düdüğünü öttürerek gidecek. Gökyüzüne bakıp bunu hak ediyor muyum Allah’ım diyorum kendime, kalbim yerinden fırlamış gibi, tokmakla dövünen bir davul gibi inleyip duruyor göğüs kafesinin içinde. Derin bir nefes çekip veriyorum, nefesimin buharı karanlık geceye karışıyor. Boynum eğiliyor aniden, bu arada tren de hareketleniyor, bunu görünce içim burkuluyor, içim acıyor. Tekrar hareketleniyorum ileriye doğru, bu sefer hızlı adımlarla yürüyorum ‘’Tren kaçtı artık" diyorum. Tren kaçtı… Geçitten geçtikten sonra cebimin içinde, daha doğrusu avucumun içinde tuttuğum sigara paketini çıkarıp bir tane yakıyorum. İçime çektiğim her nefeste sigaranın ucundaki kor, yanıp yanıp sönüyor… Farkındayım, susuyorum hala, unutmak istediğim hiçbir şeyi unutamıyorum ve kendimden kaçarken bir tren garında yine kendime yakalanıp, kaçamıyorum. Aynaya bakmaktan nefret ettim, saçımı taramaktan, yüzümü yıkamaktan, tırnaklarımı kesmekten, banyo yapmaktan, dişlerimi fırçalamaktan bıktım. Yemek yemek bile istemiyorum, şu sıralar bana bu bile çok anlamsız bir meşgale olarak geliyor. O yüzden tam on kilo vermişim, basküller öyle diyor! Yazık etmişim kendime, onun için ise; tüh tüh, vah vah çekmek yerine artık bazı biten duygularımdan bahsetmek gerekiyor belki de. Olacak iş değil. Bitişleri anlatmak istemiyorum! Bu şekilde kalmalıyım. Sabahında akşamında ağlamalı mıyım, belki bırakmalıyım tüm her şeyi! Trenin kaçtığının farkındayım, şimdi bir daha geri dönmek olmaz. Ya cesaret edemiyorum kaçmaya, ya da onun olmadığı bir şehir bana tamamen boş gelir diye korkuyorum. Gece üzerime üzerime geliyor. Ben Tuzla istasyonundayım, hava öylesine soğuk ki iliklerime kadar üşüyorum. Kazananı olmayan yarışlardı, herkesin bildiği ama cesaret edemediği. Çoğu zaman kendimi içine çekmekten korktuğum duygulardı onlar. Bir gün geldi, kapımı hızlıca çaldı, beni benden aldı, adına AŞK dedi, içimi yaktı ve gitti! Ben özlemeyi sende sevmiştim. Hiçbir hasret bu kadar güzel kokmamıştır burnuma! Özlediğim sendin ve teninin kokusunu getirirdi rüzgar her estiğinde. Bana kokusunu çok gördü, bana çoğunu götürdü gibi geliyor mutluluğumun ve özgürlüğümün. İçime hapsettim seni! Bakıyorum zannediyorlar ama bakmıyorum, konuşuyorum zannediyorlar ama konuşmuyorum. Nefes alırken bile gözlerim buruk bakıyor, hani içim daraldı derler ya! İçimin daraldığını verdiğim nefesten anlıyorum. Bütün bunlar biliyorum bir gün bitecek, çünkü kendimi biliyorum…. Fakat şimdi kalan bir şey var içimde ‘’ONSUZLUK’’ Bir hiç, bomboş, sıfır… Boşaltılınca, yani sen gidince ağırlığın da gider diye düşünmüştüm. Bu biraz tersine oldu zannedersem, sen gidince ağırlığın da gitmiyormuş! Aksine, fizik kuralları kifâyetsizleşiyor nedense... Hani matematik vardı, hani birden bir çıkarıldığında sıfır kalırdı? Benden sen çıktığından beri sıfır kalmadı işte! Ben buna kızıyorum, işte o yüzden şu matematiği HİÇ SEVMİYORUM!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © YETER ÖZHAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |