"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
Bugün o kahrolası iki Temmuz, O karanlık, o kahpe gün. Ateşin bile yakmaktan utandığı gün. Ama ALLAH diyerek insan’a kıyanların utanmadığı gün, olmayan beyinlerindeki karabasanı o gün ortaya çıkarmışlardı ve şimdi Suriye’de, Irak’ta ve daha dün Mısır’da, Libya’da kelle kesenlerdi onlar. Ha dün, ha bugün ha yirmi bir yıl önce.Allah yine Allah ve kelle koparan kul yine aynı kul. Yakan yıkan yine Aynı. Allah Allah diyen o pis sakallı yüzlerinde meymenet olmayan yaratık topluluğu. Oysa İnsan sevmeyi öğretmişti bize o ateşin koruna düşen yürekler. Bir mazlumun yüzüne inen tokadın acısını yaşamayı öğretmişlerdi. Ne bilirlerdi bizim yanı başımızda yanan yüreklerin acısıyla yıllarca kora döneceğimizi. Temmuz Adın Kalleş olsun ve Sivas yüzün yerde kalsın. Hasretin bile tadı yok, Hasretsiz bir dünya da! Oysa ne kadar tanıyorduk biz ki hasreti, kısacık şortlarımızla bir topun ardında koşarken. Ne bilirdik gülümsemesiyle dünyayı kucaklayan o kocaman yürekli insanı. Öğrendik biz insan olmayı öğrenirken nasıl insanların yakıldığını öğrenip insanlıktan korktuk zaman içinde. Ve bu zaman bize öğretti Aşkı acıyı ve biz Metin ALTIOK’tan öğrendik aşkın ve acının ikiz badem içi olduğunu. Acıdı yüreğimiz gözlerimizden yaş akmaya utandı yüreğimizdeki yangını söndürmek için yüreğimize döküldü gözyaşlarımız. Bizler acımızı dindirmek için sarıldık Türkülere ve Koca Nesimi’yi tanıdık o elinde küçük curasıyla nasıl yüreğini birleştirdiğini. O dizelerin nasıl yüreğinden kopup kopup canımıza işlediğini. Ve sanki başına gelecekleri bilircesine dile getirdiği “Unuttuk diye namazı; Bizi ateşe atarsın; Kul yanması abes değil; Gel bas kızgın saca Tanrı “ İşte O nağmeler yüreğimize işlerken bizim yüreğimizden kopan her bir parça ile insan olmaya çalıştık. İnsan! Yüreğimiz hiçbir zaman hoş olmadı, Çünkü biz Muhlis ağabeyimizin sesini sadece geçmişten gelen Türkülerde duyabildik. O bağlamasının yürek dolduran sesini, Dostun Hasretinin ne kadar zor olduğunu ve Dost kavramını o nağmelerde öğrendik. Öğrendik ve öğrenirken kimi zaman gurbete düştü yolumuz o gurbet ellerinde o derin sesle gözlerimiz doldu, yüreğimiz özlemle doldu ağlayamadık. Utandık ağlamaktan o adı kalleş temmuz’un dumanı hala tütüyordu. Sevdiğimize şikâyetimizi bile dile getiremedik bu ağır yük omuzlarımızda bizi ezerken. Ve Bizler kendimizi çözemedik,bu haksızlık bu dünyada sürüp giderken biz kendimize bir şekil veremedik. Bunca kör düğüm içinde İnsan olmayı öğrenmeliydik. İnsan! Temmuz adın kalleş olsun! Sivas yüzün yerde kalsın! Allah Allah deyip deyip gelenleri Allah Allah deyip yakanlar hangi Allah’a inanırlar bilmem ama aynı göğün altında aynı havayı solurken inandığımız yaradan sanırım aynı değil. Şimdi Azrail’in görevini devralmış zihniyet sabah akşam Allah deyip bu temmuz sıcağında kavrulup günahlarından sıyrılmaya çalışıyorlar. Bu temmuz sıcağı yaktığınız ateş gibi kavuruyor mu bedenlerinizi acaba? Acaba Şah Hüseyin’in Kerbela çölün deki halini hatırlatıyor mu o yok olmaya yüz tutmuş vicdanınıza? Acaba hala o Mekke’yi mancınıklarla taşlayan Emevi zihniyetinin adını taşıyan camilerde Allah adını zikretmeyi düşünüyor mu beyinleriniz? O Kuteybe bin Müslim denen caninin yolundan gitmeyi nasıl insanlığınıza sığdırıyorsunuz? Siz hangi İslam inancını taşıyor? Siz hangi Allah’ın kulluğunu yerine getiriyorsunuz? Temmuz adın kalleş olsun… Yüreğimizdeki yara sadece temmuz sıcağında kan ağlamıyor bizim. Pir Sultan’ın her dizesinde kanıyor yüreğimiz.” Şu Kanlı Zalımın Ettiyi İşler ;Garip Bülbül Gibi Beni Zareyler ; Yağmur Gibi Yağar Taşlar Başıma; İllede Dostun Bir Fiskesi Yaralar Beni” deyip o yaralarımızı insan olup sarmaya devam edeceğiz. Her ne kadar insan olsak yada insan kalsak ta. Sevdayı kuşun kanadına yeniden çıkarıp, Nesimi’nin curasının sesini yeniden duyuracağız. Ve bizim olan dünyada Akarsular yine coşkun Çağlayacak ve yine acı ile aşk ikiz badem içi olarak kalacak yüreklerimizde! Ve yüreklerimizden 37 can hep bir fidan olup yeşerecek. Acısıyla tatlısıyla ama ne olursa olsun İnsan kalarak doğacağız karanlığın üzerine….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |