|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
24 Aralık 2003
Gerilimin Adresi Değişti
kalbinizi sağlam tutun!
nihat
Dünyanın her yerinde korkuyla yüzleşen ve korkuyu yerleştiren ABD’nin gerektiğinde resmi sıfatını da taşıyan sineması Hollywood, Halka’nın ardından Karanlık Sularda ile karşı karşıya kaldı. |
|
Geçmişe özlem duyarken, biraz daha fazla yaşamak için çırpındığımız anlarla karşı karşıya geliriz. Köyden kente geçişin, kişisel özelliklerin toplumsal dönüşümle harmanlanması insanda bir duraksama meydana getirir. Belki bunu uzun uzadıya düşünmez de sinema diliyle söylersek flaşbekle hatırlayıp geçiveririz. Modernitenin, teknolojinin, büyük binaların, az alana çok şey sığdırmanın, kendi haklarının farkında olmanın, yaşadığımız toplumla uyumlu olmanın gerektirdiği sorumluklular bizim bilincimizi yeniden dizayn ederken hemşehriler ya da eski dostlarla bir araya gelindiğinde veya genç nesle anlatılanlar bir işe yaramadığında eski hatırlanır ve ‘geçmiş’ güzellikler yad edilir.
Daima ilerlemek zorunda olan medeniyetlerin en küçük taşıyıcıları olan insanlar, büyük işler peşinde koşarken küçük gibi gördükleri önemli işleri de bir kenara itmekten çekinmezler. Çiçeğin, böceğin, yeşilin sesinin kısılması bu yüzdendir, bülbül onun için terk etmiştir bu diyarları. Köyünün güzelliklerini anarak şehre ısınmaya çalışanlar fark ederler durumu ve gözler nemlenir…
Şöyle bir geçmişe döndüğünüzde ‘nerde o eski…’ yakınmalarınızdan biraz uzaklaşıp korkularınızla yüzleşin desem, zihninizin kör noktalarına sakladığınız korkuları çıkarır mısınız orta yere. Elektriğin olmadığı, uzun kış gecelerinin ancak masallarla, cenklerle, hikayelerle, anılarla ısınabildiği fi tarihlerden bugüne sadece torunlara emanet edilemeyecek kadar unutulmuş bölük pörçük düşler kaldı. Genellikle dağ başları, karanlık yerler, mezarlıklar bir korku unsuru taşır yüreklere eğer şehirden uzaktaysanız. İş, aş deyip yollara düştüyseniz büyük şehirlerin metropol kabuslarına uyanmak zorunda olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Bütün bunlar, insanı düşündüren ve bir an sonra unutuluveren korkular. Bunun daha büyük boyutlara taşınmış gülyabanisi ise dönem dönem ortaya çıkar ve istikrar adına sürüldüğü meydandan istikrarı alarak çekiliverir. Bu öcünün ismi değişiklik arzedebilir. Bizim toplumumuzda korkuların bir travmaya sebebiyet vermemesi, biraz güçlü bağlara biraz da hayata tutunmaya çalışan insanlarımızın tevekkül etmelerine bağlı. Peki bu toplumun çok da uzağında durmayan, yılda sekiz dokuzla sınırlı kalsa da çekilen filmlerinde korkunun yeri var mı? Aslına bakarsanız pek yok. İşe kitabi yönden bakalım orada da devamı gelen, yenileri yazılan eserler az. Peki nasıl oluyor da sürekli üretilen korku araçlarına rağmen, korku gelip geçici bir duygu olarak görülüp kabullenilmiyor? Ya da bu korkusuz halimiz ‘bize bir şey olmaz’ diyen dillerimiz bir karmaşa karşısına çıktığında hangi görüşe dayanacaktır?
Bütün bu sorular cevaplanmayı bekleyedursun Hollywood sinemasının bilinçaltlarına servis ettiği korku ve gerilim artık miadını doldurmak üzere. Sinemayla gerçeğin, akla karanın boy ölçüşebildiği bu bol simülasyonlu dönemde tedirgin edici, insanı kendi gerçekliğinden koparıcı uç örnekler pek konulmuyor ortaya. Çünkü uç gibi görünen örnekler yeterince doğallaştı ve insanların sanalla bütünleşmesi Matriks gibi bir fenomeni bile yeni bir felsefi akım haline getirip tartıştırabildi. ABD’nin yeterince korku ve gerilimle haşır neşir olması, sinemada üretilen yeni filmleri de zora sokuyor. Panik Odası adlı filmi izleyenler hatırlarlar, ABD’li zenginler bu filmden sonra evlerine güvenlik kameralarıyla donatılan, tehlikeye karşı korunaklı panik odaları yaptırmaya başladılar. George Clooney gibi bir aktörün de aynı yöntemi izleyip kendini panik durumlara düşürmesine bakılırsa, korku bir film boyutlarını çoktan aşmış durumda. Dünyanın her yerinde korkuyla yüzleşen ve korkuyu yerleştiren ABD’nin gerektiğinde resmi sıfatını da taşıyan sineması Hollywood, Halka’nın ardından Karanlık Sularda ile karşı karşıya kaldı. Evet, artık ustalık işi filmlerin bir kaynağı daha var o da Japon sineması. Ortaya konulan filmler, bir çırpıda izlenip unutulabilecek örnekler değil. Etkisi uzun sürecek bir korku kuşağı oluşuyor. Hollywood’un yalnızca yeni versiyonlarını çekmekle yetineceğini sandığımız bu yeni dönemin en şiddetli sarsıntısı Halka ve Karanlık Sular ile gerçekleşti.
Amerika ve Avrupa’yı etki altına alabilen trendin en iyi örneği ülkemiz sinemalarında gösterime girdi. Filme gitmeden önce gerilim dozajına karşı hazırlıklı olmanızı öneririm. Hayır, hayır sizi korkutmak için bir sürü numara çekmiyor yönetmen. Sizi ucu açık, yorumlarınızda özgür bırakan bir gelişimle hikayenin sonuna kadar gidiyor. “Ring / Halka” filmiyle korku sinemasının kurallarını yeniden yazan ve bu türün piri olduğunu herkese ispatlayan Nakata, uluslararası festivallerde birçok ödül almış filmi “Karanlık Sular”da da benzer formülleri uygulayıp, mide bulandırıcı görsel efektlere başvurmaksızın hedefi yine onikiden vuruyor.
Beş yaşındaki kızının velayetini almak için mücadele veren Yoshimi, bir yandan iş ararken, yeni bir başlangıç yapmak üzere, izbe ve karanlık bir apartman dairesine yerleşir. Anne ve kız, bir süre sonra, dairenin tavanından ve duvarlarından sızmaya başlayan çamurumsu sular ve gizemli bir şekilde ortadan kaybolan küçük bir kıza ait kırmızı bir çantanın belli belirsiz durumlarda karşılarına çıkması gibi esrarengiz durumlarla karşılaşmaya başlarlar.
Yoshimi, çaresizce bu garip durumlar ile başetmeye çalışırken, gizemli olayların altında yatan gerçekle yüzleşince, içinde bulunduğu dehşetengiz durumdan kurtulmak uğruna hayati önem taşıyan bir karar vermek zorunda kalır.
Karanlık Sularda, eşinden ayrılmış, küçük kızının kendisinden alınmaması için mücadele eden, bir yandan da yeni bir işe girebilmek için mücadele veren bir annenin yaşadığı esrarengiz olaylar karşısında zor seçimini ele alıyor. Büyük bir yayınevinde çalışırken tashihini yaptığı kitapların etkisiyle günlerce uykusuz kalan ve hayaller gören Yoshimi, kızının yanında kalması için mahkemede verdiği mücadele, geçmişte yaşadığı hayallerin bilinmesi yüzünden zora girer. Taşındığı izbe ve kullanılamaz hale gelen apartmanın iç korkutucu, insanı geren görüntüsüne bir de geçmişte kaybolmuş bir kızın hayaleti eklenince durum iyice çıkmaza girer. Bir yandan kızını hayalet kızdan korumak, öte yandan da olayı iyice anlamak için çırpınan Yoshimi, kızının ana okulunda kaybolan kızın saldırısına uğramasından, evin üst katını su basmasından sonra başka bir eve taşınmaya kara verir. Avukatı eğer evden çıkarsa kızının kendisine verilmeme riski olduğunu söyler. Yoshimi bütün başına gelenlere çaresizce karşı koymaya çalışırken kaybolan küçük kızın annesi olma tercihiyle baş etmek zorundadır. Küçük kızını mı kendini mi feda edecektir anne? Bunu izleyiciler filmden çıkarken zaten cevaplayabilecekler.
Filmin yönetmeni Hideo Nakata, 19 Haziran 1961’de Japonya’nın Okayama şehrinde doğdu. Tokyo Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdikten sonra Nikkatsu Stüdyoları’nda kariyerine başladı. Nakata, bu dönemde bir korku filmi yönetmeni olmak gibi herhangi bir amaç gütmeksizin, yedi yıl boyunca, film endüstrisi hakkında kendisine bütün bildiklerini sağlayan Masaru Konuma, Hiroyuko Nasu ve Yoichi Sai gibi yönetmenlere asistanlık yaptı.
1992 yılında, görüntü yönetmenliğini de kendisinin üstlendiği televizyon filmi “God’s Hand” den sonra 1996 yılında “Ghost Actress” adlı ilk sinema filmini çekti. Bu filmin başarısı kendisine uluslararası bir ün kazandıran “RINGU” / “HALKA” projesini gerçekleştirmek için gerekli finansmanı sağladı, ve Japonların Stephen King’i olarak adlandırılan, “Ringu”nun yazarı Suzuki Koji, Nakata’nın ilk filmini gördükten sonra yönetmenle bağlantı kurmasıyla birlikte, ikili şimdiden bir kült film olan “HALKA” filmini sinema tarihine kazandırdılar.
Nakata, daha sonra bu filmin devamı olarak çektiği “RINGU 2” ve “The Sleeping Bride” gibi korku filmlerinin yanı sıra romantik-macera gibi farklı türlerde de filmler üretti. “Karanlık Sular” / “Dark Water”, yönetmenin stüdyodan ayrıldıktan sonra çektiği ilk filmi.
Korku ve gerilimin adresi değişiyor mu değişmiyor mu Karanlık Sular’yı izlediğinizde bir fikre varacaksınız. Bana filmde ilginç gelen bir nokta daha var. Tanrıkent filminde göçmenler için kurulan yeni yerleşim yerleri altyapı ve ihmal yüzünden çetelerin doğmasını anlatıyordu. Karanlık Sular’da ise terkedilmiş ya da terk edilmek üzere olan binaların çabucak karanlığa teslim edildiğini görüyoruz. Yıllar sonra, büyük gerilim yaşayan ve annesinin tercihiyle ortada kalan küçük kız apartmana döndüğünde iyice harabe halini almış evlerin uzaktan görüntüsüne odaklanır kamera. Adeta bu görüntü filmin karanlık boyutunu simgeler. Yönetmen Karanlık Sular’da hem küçük kızın düşüp boğulduğu deponun gizemini, hem de apartmanın bu gizeme ortaklığını ortaya koyuyor.Japon sinemasının yeni sürprizi Hideo Nakata olsa gerek. Baksanıza fantastik bir türden iyice korku dolu tünellere giren sinemanın korkuya ve gerilime bakışı yavaş yavaş değişiyor, modern dünyanın bilincine uzaklardan bir selam yollanıyor. Filmi izlerken kalbinizi sağlam tutun, ne olur, ne olur!
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
istanbulluyum. yaşarken yazmak nasıl bir şey keşfetmeye çalışıyorum, inanılmaz güzel ve bir o kadar da acılarla dolu.
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|