Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Dünden beri masamın üstünde duran zarftan gözlerimi ayıramıyordum. Bursa Askerlik Şubesinin gönderdiği celp / tebliğ zarfıydı bu. Askerliğimi tecil ettirmiştim, hala sürem vardı; anlayamıyordum, tecilliyken nasıl askere çağırırlardı beni? Zarfı tekrar aldım, celp kağıdını bu kaçıncı okuyuşumdu, bir kez daha okumaya başladım : "İzmir Ulaştırma Tümen Komutanlığı Ulaştırma Okuluna Yedek Subay Adayı olarak celbinize...3 gün içerisinde hareket ederek birliğinize tesliminize..." Bir gün bitmek üzereydi, daha iki günüm vardı hareket etmek için. Sıkıntılı ve beklemediğim bir durumdu bu. Camdan dışarı bakmaya başladım. Bürom ikinci kattaydı, ünlü bir turizm şirketinin Bursa Temsilciliğini yapıyordum o sıralar. Büromun kapısı salona açılıyordu, salonda çalışanlar vardı. Bursa' nın en işlek caddesiydi, günün 24 saati bu cadde kalabalıktı; sanki insan seli akıyordu...Başkasına çarpmadan geçemezdiniz. Ben kalabalığı seyrederken neredeyse doğurmak üzere olan bir kadının hüngür hüngür ağladığını ve bu kalabalıkta birisine çarparak yere düştüğünü gördüm. Onun düşmesiyle birlikte ben de salona, oradan da merdivenlere yöneldim hızla. Ardından caddeye fırladığım gibi, kaldırıma diz çökmüş ağlayan kadını kollarından tutarak kaldırdım. Bunları yaparken onu sarsmamaya dikkat ediyordum. Bu işlerden anlamıyordum ama, sanırım her an doğurmaya hazırdı. Kadının koluna girerek büromun alt katındaki kafeye soktum, hem ağlıyor, hem de minnetle bana bakıyordu. Bir masaya oturttum, garsondan acele bir şişe su getirmesini söyledim, su ve bardak gelince bardağı doldurup kadına uzattım, suyu içmesini söyledim. Tekrar garsonu çağırdım, bir paket peçete rica ettim. Gelen peçeteyi kadına uzattım. Ağlamaktan konuşamıyordu. Kadını uzun uzun seyredip, sakinleşmesini bekledim, uzunca bir süre ağladı, gözyaşlarını peçeteye siliyordu, ben de o sildikçe, yeni bir peçete çıkarıp veriyordum, su içtikçe yeniden bardağını doldurup uzatıyordum. Biraz sonra sakinleşti. Kendisine kafenin lavabosuna gitmesini, elini yüzünü yıkamasını söyledim. Gitti. Beş dakika sonra döndüğünde açılmıştı biraz, bana çok teşekkür etti, gerek yok dedim. Ne içeceğini sordum. Sonra, senin için en iyisi portakal suyu dedim. İkimize de aynısından söyledim. Kadın başladı anlatmaya, anlattıkça da ağlamaya başladı yeniden. Biriyle berabermiş, nikahı yokmuş, doğurmak üzereyken adam kayıplara karışmış. Böyle durumlarda ne söylenebilir? Benim durumum ondan parlak değildi, tek fark onun doğuracak olmasıydı. Kadına söyleyecek söz bulamıyordum, ne söyleyebilirdim? Neyse ki ailesi vardı kadının ve oraya gidiyordu, çok içerlemiş ve caddede ağlamaya başlamış, derken bana rastlamıştı. Rahatlamıştı kadın, artık ağlamıyordu, bazan da gülümsüyordu, normale dönmüştü. Kalkmak istedi, hesabı ödedim, dışarı çıktığımızda, iç cebimde ne kadar kağıt para varsa hepsini zorla eline tutuşturdum, almak istemedi, ben borç olduğunu söyledim ve ısrarlarıma dayanamayıp aldı. Yukarı büroya çıktım, telefon çaldı, açtım. Arayan annemdi, ne yapıyordum, merak etmişti. İyi olduğumu söyledim. Başka, daha daha ne yapıyordum? "Anne iyi olduğumu söyledim!" "Sakın bir daha sesini yükseltme!" "Peki anne, neyi öğrenmek istiyorsun?" "Askere alınacağını duydum!" "Yalan! Benim daha tecilim bitmedi." "Şubeden bittiğini söylediler." "Anne, yoksa sen mi askerliğime karar aldırdın? Bu işlerin arkasında senin olduğunu anlamalıydım, yoksa durduk yere..." " Sesini yükseltme! Akşama evde görüşürüz, daha iki günün var!" demesiyle telefonu yüzüme kapaması bir oldu. Vay! Zaten uzakta aramamak gerek, bu tür olaylar yakınların tarafından yapılır hep. Aman Allahım! Annem, biricik annem, benim isteğim dışında askerliğime karar aldırıyor ve beni Bursa' dan İzmir'e uzaklaştırıyor. Böyle şey olur mu hiç? İnsanın öz annesi nasıl böyle yapar? Az sonra kapı açıldı, içeriye orta yaşlı bir adam girdi, buyur ettim, karşıma oturdu. "Erden Bey, İstanbul' dan geliyorum, beni genel müdürlükten gönderdiler." " Öyle mi? Hoşgeldiniz!" "Hoşbulduk!" dedi, çantasını açıp içerisinden büyükçe bir zarf çıkarıp bana uzattı. Zarfı açtım, ben yokken karşımda oturan beyin yöneticiliğe vekalet yazısı, bana genel müdürden gösterdiğim üstün başarılardan ötürü takdir yazısı ve banka hesabıma çalışmalarıma karşılık yatırılmış yüklüce bir miktar paranın dekontu vardı. Ayrıca genel müdürün her ihtiyacım olduğunda arayabileceğim el yazısıyla yazdığı teşekkür yazısı vardı. Gelen adamı salona çıkardım, çalışanlarla tanıştırdım, yokluğumda asaleten bir atama yapılıncaya kadar bu beyin benim yerime vekalet edeceğini belirten kısa bir veda konuşması yaparak İzmir' e gideceğimi söyledim. Kızların gözleri dolmuştu. Hepsiyle teker teker vedalaştım. Sonra kızlara döndüm, masamı toplamalarını ve şirketin getir götür işlerine bakan Ahmet efendiyle eve göndermelerini söyleyerek çıktım bürodan. Ağlamaklı olmuştum, az önce doğurmak üzere olan kadın ağlıyordu, şimdi de ben... Bu piyasada 23 yaşında yönetici olan bir ilktim ben. Bu şirketin Türkiye' de ilkiydim, üstelik henüz askerliğimi bile yapmamıştım. En genç turizmci, o tarihte, yani on yıl önce bir ilktim ben. Sanırım bu rekor hala bende, bir başkasının firmasında 23 yaşında Bursa gibi önemli bir kentte çeşitli yetkilerle donatılmış bir yönetici olmak kolay değildi! Ben çalışanlarımdan bile küçüktüm o zamanlar... Şimdi ne yapacaktım, aman Allahım! Bunlar hiç hesapta yoktu, ben şimdi ne yapacaktım? O gece arkadaşlarla büyük bir eğlence düzenledik. Okul arkadaşlarım, çocukluk arkadaşlarım hep benimleydiler. Üstelik eğlenceyi düzenlediğimiz otel benden para almadı, geçmişteki ortak çalışmalarımıza karşılık bir asker ziyafeti dediler...O gece eve gitmedim ve otelde kaldım. Ertesi günü bir mağazaya girdim, artık takım elbise ve kravattan kurtulmam gerekiyordu; bir blucin, tişört ve spor ayakkabı aldım, üstümdekileri mağaza yetkilisine teslim ettim, ev adresimi verdim, göndermelerini rica ettim. Artık İzmir' e gidebilirdim, bir arkadaşımı aradım, çocukluk arkadaşım; benimle İzmir' e gelmesini, benim arabamla gideceğimizi, dönüşte arabamı bizim eve teslim etmesini söyledim, hemen geldi. İzmir yolunda çok sıkıntılıydım. Yolda arabayı kullanırken, aklıma Marmaris' teki bir kadın geldi. Ben , Martı Otelde kalıyorum, ikinci günü eşiyle birlikte bu aklıma gelen kadın gelmişti otele. Yeni evliydiler. Balayı için gelmişlerdi. Adam iriyarı, göbekli, kıllı bir ayıya benziyordu. Eşi de bir kuğu gibi zarif bir kadındı. Nereye gitsem o kadınla karşılaşıyordum. Yemekte, spor salonunda, havuzda, teknede...Ben hep tekneyle Marmaris' in dışında Akvaryum denilen bir yer var, oraya giderdim; deniz yeşildir orada ve balıklarla birlikte yüzersiniz; orayı çok severim. Sık sık tekneye binip orada yüzmeye gidiyordum, bu kadın da geliyordu, tabi eşi de yanında...Prensip olarak evli bir kadınla asla birlikteliğim olamaz, ancak öyle bir göz göze geliyorduk ki...Bakışlarıyla bana öyle şeyler anlatıyordu ki..Ve ben onu o kadar iyi anlıyordum ki... Bu şiirimi o zaman yazmıştım, daha doğrusu bir tekerleme olarak dilime dolamıştım : "Bir kadın ki gözleriyle neler anlatır; yüreğine işler insanın, içini sızlatır..." Daha sonra çocukluğumdan kalma ve hala sık sık oynadığım bir oyun geldi aklıma... Ben ünlü bir piyanistim. Sahnedeyim, binlerce kişi beni izlemeye gelmiş ve ben arabanın direksiyonunu piyano gibi kullanıp, çalıyorum, ben çaldıkça alkışlar...alkışlar...alkışlar... Yıllar sonra büyüyünce aslında annemin bana çok büyük bir iyilik yaptığını, annelerin çocuklarından başka birşey düşünmediğini, Karşıyaka' da bana ev bile tuttuğunu, evi; dayımı görevlendirmek suretiyle döşettiğini ve bana haber vermeden bunları yaptığını anlayacak ve çok üzülecektim, oysa ben askere giderken o güzelim yanaklarından öpmemiştim, vedalaşmamıştım annemle ve dargın ayrılmıştık. Her insanın böyle unutulmayan hatıraları vardır; benim unutulmayan hatıralarım ise sırasıyla; bir, çocukken direksiyonu piyano gibi çalmak ve kendimi büyük bir sahnede binlerce kişinin izlediği bir piyanist gibi görmek; iki, doğuracakmış gibi olan kadın acaba ne oldu, hala onu düşünürüm; üç, annemin askerliğime karar aldırmasıyla aniden işimden ayrılmam; dört, Marmaris' teki kadının bakışlarını asla unutmadım ve sık sık hatırladım, hala da hatırlıyorum... İşime asaleten bir atama yapılmadı, o turizm firması Bursa' da pek iş yapamadı, bir süre sonra satıldı. Şimdilerde ise başka turizm bürolarının yan temsilciliği olarak çalışıyor ve imajı çok düştü, güven vermiyor, özellikle çifte rezervasyonlarla gündeme geliyor basında. İzmir'e piyano çalacağım diye beş saat yerine, üç buçuk saatte gittim, rastgele bir yerde öylesine bir yemekten sonra Gaziemir' e gittik, oradan Narlıdere' ye gönderdiler beni ve aman Allahım! Deniz tam karşımdaydı,ve ben deniz yanımda olsun da burada ömür boyu askerlik yapabilirdim!... ERDEN ERKİN UNUTULMAYAN HATIRALAR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ERDEN ERKİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |