Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo |
|
||||||||||
|
Dini bayramların ilk günü sabahı, aile hep annemde toplanır. En büyükleri annemdir. En az yüz yıllık, belki de çok daha eski bir gelenektir bu ailemizde. En büyükleri annem olduğu için, dayım ve eşi; teyzem, eşi ve kızı bize gelirler. Yapılan yemekler yenilir, bayramlaşılır. Bu ailenin olmazsa olmazıdır. Aslında ben pek umursamam ancak annemden çekindiğimden dünyanın öteki ucunda olsam bile eve gelmeye ve ilk bayram sabahı sofrasında bulunmaya mutlaka özen gösteririm. Yoksa annem çok üzülür ve beni affetmez. Uzun süre beni yok sayar, konuşmaz. Diğerlerini de... Bu gelenek aile büyüklerinin birer vasiyetidir. Bu sebeple bayramlarda kimse ilk gün bir yere gidemez. Aynı şey aile içi düğün, nişan ve benzeri törenler için de geçerlidir. Bayramın bu ilk günü sabahı annem gözlerini dikip, tabağıma "ye" dercesine bakmakta. Oysa sabah sabah yiyemem ki... O da inat, ille de sarışın başını dikecek ve bana bakacak, masmavi gözlerinin altında ezecek beni. Hatır için çiğ tavuk örneği, annem istiyor diye zorunlu yemeğe başlarım yardımcı kadının tabağıma koyduğunu. Bir gün bana kızdığında hiç unutmam, "Korkarım ki bana bir şey olursa bu çocuk aile geleneklerimizi ortadan kaldırsın!" demişti. Ben pek evde durmadığım için o da kız kardeşimi istediği gibi eğitmekte şimdi,(kız kardeşim tekstil mühendisi, aynı zamanda tekstil üzerine şirkette annemin, dayımın ve teyzemin en büyük yardımcısı) sanırım bu konuda pek güveni yok bana. Çünkü hep turizmciliği bırakıp, işlerle ilgilenmemi ister; ben de tam tersi, turizmciliği çok seviyorum. Yemekten sonra bayramlaşma faslı başlar. El öpmeyi hiç sevmem. Teyzem ve dayımla öpüşürüm, annemin de yumuşacık ellerinden öperim. İstersen öpme, bayramlarda bu bir zorunluluk. Olmazsa olmaz. Kendisini dedemin yerine koyar, ailenin en büyüğü odur, ailenin en büyüğüdür ya, herkes elini öper. Bayramlaşma faslı bitince bana döndü, bir zarf uzattı, her bayram böyle zariftir, ille para verecek hepimize, ayrıca, gömlek, kravat, çorap çamaşır vesaire, her bayram böyle. Ben de kendisine parfüm almıştım, onu verdim, pek bir hoşuna gitti; gülümsedi, o mutlu olunca ben de oluyorum. Sonra bana döndü, " Hadi, komşuannene uğra!" Komşuanne, karşımızdaki dairede oturuyor. Elinde büyüdüm sayılır. Deniz'in annesi... Hayatta tek arzusu benimle Deniz'in evlenmesiydi, olmadı. Kısmet değilmiş. Deniz tercihini başka yönde kullandı. İstanbul'da yaşıyor, benim çocukluk aşkım. Ünlü bir manken, arada dizi filmlerde oynuyor. Yardımcı kadınla da bayramlaştım, annemin bana verdiği içinde para olan zarfı gizlice yardımcı kadına verdim. Ben çıkarken çok şık ve yakışıklı olduğumu söyledi. Karşı dairenin zilini çaldım. Ayak sesleri duydum, kapı açıldı. Açılan kapıdan Deniz'in sarışın başı göründü önce, sonra yeşilin yüzlerce tonuna sahip gözlerini gördüm. Bir çığlık attı:"Erden! Canım, canım ...Hadi gir içeri, dışarıda durma!" Girmekle girmemek arasında tereddüt ettim. Bu ara komşuannem geldi, beni içeriye çekti. Etiler karakolunda sabahladığımdan bu yana Deniz'i görmemiştim. Barda bir arkadaşımla otururken Deniz orta yaşlı erkek arkadaşıyla gelmişti bara. İkisi de alkol duvarını aşmıştı. Deniz iki de bir bana sarılınca sevgilisi olacak adam beni kıskanmış ve bana saldırmıştı, yumruğu patlattığım gibi pistin orta yerine serilmişti. Az sonra polis gelip hepimizi karakola götürmüştü. Sonra bıraktılar beni. İçeriye girdim. Komşuannemi yanaklarından öptüm, aldığım parfümü zarif çantasıyla birlikte uzattım komşuanneme, Deniz atıldı, "Bana yok mu Erden?" Sesimi çıkarmadım. Geçip oturdum. Deniz de yanıma oturdu. Bu sıra komşu annem kayboldu, sanırım özellikle bizi yalnız bırakıp anneme uğramıştı. Deniz ellerimi tuttu, gözlerime bakıyordu eskisi gibi. Sanki yıllar geçmemişti, hala o eski günlerdeki gibi çocuktuk. "Nasılsın?" dedi. Parmaklarımı dudaklarına değdirdim. "Sus," dedim. "Hiç konuşma!" Sadece bakışıyorduk. Eriyordum gözlerinin derinliğinde. Sanki hiç zaman değişmemişti ve benim çocukluk aşkımdı, ne de olsa içimde onulmaz bir yaraydı. Bana yaklaşıyordu gittikçe. Fesleğen kokan nefesini yanaklarımda hissediyordum. Bu büyüden kendimi alamıyordum, kurtulamıyordum. Yanağımı öptü. Kendimi geriye çektim, ben çektikçe o üstüme geldi. Gözlerinde yine o kahpe gülüşleri gördüm, silkindim, kalktım koltuktan. Beni yenemeyecekti, izin vermeyecektim buna. Kendini ne sanıyordu? Benim kolay biri olmadığımı biliyordu. Ellerimle ittim Deniz'i. Kalktım, kapıya doğru yöneldim. Dönüp baktığımda arkamdan hüzün dolu gözlerle beni izliyordu. Gözlerim mi doldu, yoksa bana mı öyle geldi, doğrusu ben de bilmiyorum, bildiğim, içim acıyordu; derin acılar, tarifsiz kederler içindeydim. Sadece asansöre yöneldiğimi, arabama bindiğimi ve şehrin tenha caddelerinde dolaştığımı anımsıyorum. ERDEN ERKİN... BAYRAMIN İLK GÜNÜ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ERDEN ERKİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |