İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
ayaklarını sıyırıp bir sudan geçer gibi…on yedisinden on sekizine geçiyormuş zarif bir delikanlı… deli kanlı… yeni çıkmış henüz bıyıkları… bıyıkları yanık fındıklarla boyalı… resimlerinden gördüm o çağlarını…saçları arkaya taralı… ince suratlı… yokluk yıllarının mağrur insanı… dimdik… alnını beklide ağartısı görülsün diye…kara çalınmamışlığı görülsün diye açık tutardı her daim…kim bilir… delikanlı yetim…dört kardeşin en ufağı babasını hatırlamaz…anlatamaz… ama yeminleri hep onun üstüneydi…ağabeyleri ve ablası anlatırken babalarını o bir çocuk hayranlığıyla dinlerdi ağzını açıp ve ağızlarına bakıp bakıp yutkunaraktan…yüzü gülmekle ağlamak arasında tereddütlü olurdu ve saklardı bakışlarını bizden…(o delikanlı yıllar sonra giderken aynı yürek yangısını salıp içine bir kızının ve bir oğlunun, onların hatıra defterlerine yazılmadı hiç …) siyah beyaz bir resimden gülümser hep…yılların inadına solmayan bir resim…beklide solmaya kıyamadığından…üzerindeki o güzel insan…ın hatırına… bir ceketin içinde zayıfça düşmüş biraz…bir beyaz gömlek gece yağmış karlara inat… ak mı ak…kolalı olurmuş o zaman gömlekler ve kömür ütülerinin altında bezenirmiş giyileceği bedene…bir gelin gibi…ter temiz… düğmeleri sonuna kadar ilikli…ki göğsünde ne sevdaların harmanları dövülmüş…hangi kızın nazik elleri üzerinde uyumuş yorgun düşüp…utandığından belki… belki de saygı düğmelerinin sona kadar iliklenmesi… moda belki de… geniş bir pantolon …korkarsın parmağını sürmeye …resimden fırlayıp çıkacak bir ustura ağzı keskinliğinde ütüsü…kahverengi olmalı rengi… en çok kahverengini severdi çünki…kahverengi…gözleri gibi… yılan derisi ayakkabıları varmış kibar ve güzel… onlar galiba ayaklarındaki…ufacık ayakları vardı…ve o ayakkabıları dillere destandı…(italyan iskarpinleri yorgun düşmezmiş sevdaları adımlarken) …çamur gördüm demişse eğer ayakkabıları, yalancı ve haindir … cam kırıklarında yalınayak yürür gibi yürürdü pür dikkat… bir ağaca yaslanmış… bir T harfi arar gözüm keskin bir bıçak ucunun işlediği… isimler kazınmazmış ağaçlara o zaman…ar bilinirmiş…ve ad çıkmasın diyeymiş…edep ve hayanın sevginin önünde yürüdüğü yıllarmış… bıçkın bir deli kanlı vesselam…ve yakışıklı…ve o nehrin kenarında…şehri ikiye bölen…sevdalar orda kök salarmış yüreklere… ***** bir kız… utangaç bakışlarının altında ince bir hüzün…(hiç gitmedi o hüzün gözlerinden) otuz yedisinde sekiz çocuğu ve gencecik karısını bırakıp ve atlayıp atının terkisine azrail in el sallayarak giden adamın üstten dördüncü çocuğu…alttan beşinci… yuvarlak yüzü ve yay gibi kaşları… incecik burnu ve dudakları incecik, açık renkli ve gül desenli bir entarinin omuz başlarına düşen saçları iki yandan örgülü …bir gül ağacı sanki ,ama biraz toparlakça kısaca boylu ve toplu biraz, ayakları seçilmiyor… çimenlere gömülü… utangaç bakışları…korkak…yüzü esmer çıkmış ama değil…(ay gibiydi yüzü)… utandığından olmalı ,kızarmış olmalı yüzü…al al elmalar gibi… utangaç bakışları…gözünün içine bakacak olsan düşüp bayılacak… öpmeye kalksan kızılca kıyamet… güzel kız…çok güzel ya on üç ya on dört olmalı…(önümden bir su geçerdi ve o zamanlar atlayıp o suya babamın peşinden gitmek isterdim derdi hep…döndüğünde beni köyümüze götürecekti…ama o bir daha dönmedi…) öyle durmuş resimde o kız…biraz emanet durmuş…biraz eğreti…her an atlayıp o suya gidecek gibi… (sonunda gitti o kız…ama babasının değil…bıçkın bir delikanlının peşine el sallaya sallaya ve güle oynaya babası da oradaydı gerçi…babasını kırk altı yıl bekletti… o delikanlı on yedi yıl bekledi…on sekize sabredemedi…)... ***** ilk gördülerinde bir birlerini, ikiside vurulmuş, damdan düşmüş yürek üste, aşık olmuş yürekten… bir zaman mektuplar yazılmış sarı saman kağıtlara ,kargacık burgacık arap harflerinin inadına ışıl ışıl cumhuriyet harfleriyle… okulda bir araya gelmeler imkansızmış halen medrese kokarmış koridorlar ve muallimler kızarmış ,beklide bu yüzden asılmış kulağına Halide NUSRET delikanlının ve beklide bu yüzden kızı çekip odaya nasihat ekmiş yüreciğine…”bu cumhuriyet sizi ne meşakkatle okutuyor” diyerekten… bir gün gelip bir araya… delilenmişler…kalk gidelim demiş sevda, kalk gidelim demiş aşk, çekip resti okula iki çocuk, el ele yıkıp töreleri , bir akşam üstünü aleve verip ,çekip gitmişler… iki ev yangın yeri, iki gönül seyranda… kız titremiş, delikanlı titremiş, lambada alev, duvarda gölgeler titremiş… ekmeğin karneyle dağıldığı zamanmış, yokluk , sefalet diz boyu, nohuttan odaları olmuş, hak getire bakla sofa…ne gezer ? bedeli ağırmış mutlulukların, o zamanlar bu kadar ucuz değilmiş ve o yüzden bilinirmiş kadri,o yüzden sırılsıklam, o yüzden ölesiye…kerem-aslı şimdiki kadar özlenmezmiş…herkes bir aslıymış,herkes bir kerem… “asker yolu gözlerim ben günleri saya saya” bu türküye sarılmış bir zaman…delikanlıyı alıp giderken tren, ekleyip günü güne her gün biraz daha acısını çoğaltarak… sandığının bir köşesinde mektuplar saklıydı beyaz bir atlasa sarılı…biraz naftalin kokan…biraz ayva… “beyim” diye başlayan… “canım karım” diye başlayan…ucu yanık mektuplar… “yine yakmış yar mektubun ucunu askerlikte sevda çekmek zor diyor yükleyip postanın bana suçunu hatırımı ,hallerimi sor diyor…askerlikte sevda çekmek zor diyor” söylermiydi acaba bu şarkıyı??.. (arada bir görürdük mektupları okut masada…gözyaşlarıyla kutsanmıştı bir çoğu ve tuzları kalmış gözyaşları…bazen oturup karşılıklı okurlardı mektupları…güler sarılırlardı birbirlerine ve yanağından öperdi kızı…kız başını koyup koynuna bir süre beklerdi hiç bir şey demeden parmaklarıyla oynayarak delikanlının…) ve kentten kente göçler başlamış ekmek peşinde, bir birinin izine basa basa, gurbette birbirine destek olarak kalmışlar ayakta biri ana olmuş birine…bir diğeri baba… çocuk yaşta çocuk gezdirip karnında, çocuklar doğurmuş…her çocukta daha güzel, her çocukta daha ana, aç gözlü sanki…sanki ,ben doğurmalıyım dünyanın tüm çocuklarını… der gibi… ne bereketli karnı vardı…her çocuğunu baba bilmiş, genç yaşta gidenin inadına… delikanlı nazım’a benzerdi…kız büyüdükçe nazım’ın “bizim kadınlar” ından biri oluverdi…yere saplı bıçakların ışıltısında oynak ağır kalçalı… delikanlı benim babamdı…kız annem… ***** 47 yaşın güzelliğindeydi babam eyvallahsız gidişinde, benim gördüğüm en yakışıklı ölüydü… annem 45 ’ inde bağladı karaları başına ve kara bir kilitle kilitlediğinde yüreğini ben daha çocuk… bazı geceler abdest alır ,namaz kılar öyle uyurdu,namaz vakti değildi oysa ,anlam veremezdim…okumuş ,aydın, tüm hurafelerinden kendini arındırmış bir cumhuriyet kadınıydı … ve sade bir müslüman… sonraları yengem anlattı… rüyasında babamı görsün diyeymiş… kol düğmelerini saklamıştı beyaz gömleğinin üzerinde ve kemerini ve en sevdiği pantolonunu …sanki her an gelecek, üzerini giyecek bir yerlere gidecekler gibi… çorapları, ayakkabıları en güzel yerinde hazırda bekliyordu odasının ve dört duvar dört çerçeve gülümsüyordu resimleri… hep boş tuttu sol yanını / masanın… biliyordu /k/ ki o vardı kimse oturamadı kurulup ve çoğu gün (o zamanlar her gün alınan cumhuriyet gazetesi) hiç açılmadı aşklarına hürmeten öylece kala kaldı, tozlandı da kitapları kitaplıkta dokundurtmadı kimseye… biz baş koyup dizine anlatamadık sevdalarımızı… her şeyi o’na ,o delikanlıya aitti baş koymak istediğimiz diz bile… ne zaman açsak ağzımızı “anne bir kız” demeden, biliyorum kokardı gözlerindeki bakış… nasıl bilmesinki eski zaman aşığı?? susardık utanarak ucuz sevdalarımızdan… o delikanlı on yedi yıl bekledi…on sekize sabredemedi…o kız , bir ocak akşamı acısını doldurup safra kesesine güle oynaya gidiverdi delikanlının ardına… bırakıp gittiği akşam bizi , bir muska verdiler elimize ,birde alyans…o delikanlının adı yazılıydı alyansın içine onu biliyorduk…muskayı merak ettik…ki inanmazdı muskalara… ve o muska, o delikanlı gittikten sonra peydahlanmış…bizden habersiz… önce bir naylon çıktı bezin içinden ve el kadar bir sarı kağıt…ilk gelen mektubu delikanlının ;ilan_ı aşkı… bazı geceler bırakıp geldiğim kentimde görürüm onları, ikisi o nehrin kıyısında ,(birleşir iki ayrı resim bir karede ) papatyadan taç yapar saçlarına kızın…sağa bakar , sola bakar, bir buse kondurur yanağına… allanır yanakları… sonra kalkıp, yürür giderler nehir boyunca… gözlerimi açarım kızarak sabahlara… asi & mavi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © asivemavi36, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |